Milletleri de diğer sivil-ticari organizasyonları da başarılı ya da başarısız yapan başlıca unsur yönetim biçimleri ve etkinliğidir. Kalkınma ve verimlilikte en önemli unsur insan girdisini yani entelektüel sermayeyi verimli kullanmaktır. Körfez-Arap ülkeleri Dünyanın en zengin yeraltı kaynaklarına sahip olmalarına rağmen gelişmişlik bakımından oldukça geride bulunmaktadırlar. İsviçre, Japonya, Hollanda, Belçika gibi ülkeler ise son derece sınırlı yeraltı-üstü kaynağına sahip olmalarına rağmen gelişmişlik bakımından Dünyada ilk sıralarda yer almaktadırlar. Bu durumun başlıca sebeplerinden biri entelektüel sermayeyi kullanma becerisidir.
Osmanlı imparatorluğu, 1400’lü yıllardan başlamak üzere en az üç yüz yıl süre ile Dünyada bölgesinin ve Dünyanın geri kalanının şekillenmesinde hakim olan bir otorite ile hüküm sürdü. Sanayi devriminin başladığı 19. Yüzyıldan 100 yıl önce yani 1700’lü yılların başından itibaren cihan hakimiyetini kaybetmeye ve zayıflamaya başladı. Osmanlı İmparatorluğu’nun geri kalması teknolojik geri kalmışlığı ile değil sosyal olarak yönetimde geri kalmışlığı ile başladı.
Osmanlı İmparatorluğu’nda, eli kılıç tutan sınıf ile ilim/bilgi sahibi olanlar arasında sürekli bir çatışma olduğu ve bu çatışmanın özellikle otoritesi zayıf padişahların dönemlerinde şiddetlendiği bilinmektedir. Çandarlı, Sokullu ve Köprülü gibi bilgili ve eğitimli ailelerinden gelen yöneticilerin bilgilerini ülke yönetimine aktardıkları ve imparatorluğun ilerlemesine önemli katkılarda bulundukları bilinmektedir. Ancak, bu ailelerden gelen yöneticiler, eğitimli olmaları ve ileri düzeyde yönetim becerilerine sahip olmaları her zaman kabul görmemiştir. Bu eğitimli yöneticilerin halkın huzur ve refahı için almış olduğu kararlar ile ellerindeki imkanları kısıtlanan imparatorluk içindeki güçlü silahlı gruplar, kendilerine hedef olarak ayrıcalıkları ve ellerindeki imkanları kısıtlayan kararları alanları hedef almıştır.
Osmanlı İmparatorluğunda çıkan isyanların büyük çoğunluğunda altta yatan sebep halkın huzur ve refahı için değil kişi ve grupların çıkarlarıdır.
Osmanlı İmparatorluğu tarihine bakıldığında, sürekli olarak bir yönetim arayışı olduğu anlaşılmaktadır. Fatih Sultan Mehmet döneminde başlayan ve kardeş şehzadelerin öldürülmesini içeren uygulama, I. Ahmet’in tahta çıkması ile 1603 yılında sona erdirilmiştir. Bu düzenleme, devlet yönetiminde önemli bir değişikliktir. I. Ahmet, tüm şehzadeleri hatta hamile olan eşleri dahi öldürten babasını eleştirmiş ve cenaze namazına katılmamıştır.
III. Selim’in Yeniçeri ordusunu dağıtarak Nizam-ı Cedid’i kurmak istemesi, güç sahiplerinin ellerindeki ayrıcalıkları terk etmek istememeleri sebebiyle ayaklanmaya neden olmuştur. Gücün sınırlı sayıda devlet görevlisinde toplanması, diğer vatandaşlar üzerinde olumsuz bir etki yaratmıştır. Nizam-ı Cedid kurulduktan sonra çıkan ayaklanma ile tekrar kaldırılmış ve ardından Alemdar Mustafa Paşa, farklı bölgelerden topladığı birliklerle İstanbul’a gelerek IV. Mustafa’yı tahttan indirip II. Mahmut’u tahta çıkarmıştır. Alemdar Mustafa Paşa’nın bu organizasyonu, tarihte “Senedi İttifak” olarak adlandırılan ve devlet yönetiminde yetkileri farklı organlara aktaran anayasal bir antlaşma sayesinde gerçekleşmiştir.
II. Abdülhamit’in padişahlığı döneminde 1876 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet, yönetimde bir arayışın sonucu olarak gerçekleşmiştir. 1908’deki 31 Mart ayaklanması da benzer şekilde, halka refah getirmesi gereken bir yönetim anlayışı eksikliğinden kaynaklanmıştır. I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle ilan edilen Cumhuriyet de, etkin ve halka refah ve huzur getirecek bir yönetim arayışı arayışının neticesinde gelişen bir süreçte ilan edilmiştir.
1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ile başlayan ve 2018 yılına kadar devam eden Cumhuriyet – parlamenter sistemi ile 27 farklı Başbakan’ın oluşturduğu 66 farklı hükümet kuruldu. Hem farklı Başbakanlar hem de farklı anlayış ile farklı zamanlarda kurulan hükümetler gelişme olarak ülkeye kalıcı ve güçlü bir yönetimi getiremedi. Cihan devleti kuran imparatorluğun evlatları halkını Dünya genelinde huzur, refah ve çıkarlarını koruyacak kadar geliştiremedi.
Bu süre içerisinde ortalama her 10 yılda bir yaşanan darbeler ya da darbe kalkışmaları ile ekonomik krizler halkın huzur ve refahını düşürdü. Darbe ve darbe kalkışmalarının her biri de aynı şekilde yönetimlerin yetersizliğinden kaynaklı oldu. Yani ülke yönetimini elinde tutan hükümet yetkilileri halkın çoğunluğu tarafından benimsenmedi, sosyal ve ekonomik olarak halkı rahatlatacak uygulamalar yapamadı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri de ülke genelinde yönetim krizine sebep oldu.
2018 yılında referandum ile kabul edilen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi de etkin ülke yönetimine dair bir arayışın neticesinde geldi. Ülke kaynaklarının özellikle insan kaynağının verimli şekilde kullanılması her türlü organizasyonda olduğu gibi ülke yönetiminde de önemlidir.
Türkiye’de kanunların oluşturulması ile sorumlu olan yasama erkini seçilmiş milletvekillerinin oluşturduğu TBMM, ülke kalkınması ve halkın ihtiyacına binaen yapılan yönetim faaliyetlerinin oluşturduğu yürütme erki hükümet ve halkın huzur ve güvenine dair gerçekleştirilen yargı erki de adliyeler tarafından üstlenilmektedir.
Ancak gerçekleşen fiili duruma bakıldığında milletvekillerinin yasama faaliyeti dışına çıkıp yürütmeye daha çok vakit ayırdıklarını görmekteyiz. İllerde yapılan yatırımlar merkezi idarenin planlamasına göre değil de güçlü milletvekilinin “bakandan koparabilme” kabiliyetine bağlı olduğu anlaşılıyor. Tain ve terfilerde milletvekillerinin dahli olması zaten liyakatten sapıldığı anlamına da geliyor. Milletvekillerinin hazırlanan kanun tasarılarını tartışıp halkın ve devletin nasıl daha fazla menfaatine işler yapılabilir şeklinde emek harcamasına rastlanmıyor. Milletvekilleri illerde bulunan üniversitelerin Rektör atamalarına da dahil olup atama yapılmasını sağlıyorlar. Milletvekillerinin atama-tain-terfilerde görev alması, illerde yapılan yatırımlara merkezi planlamanın uygunluğu haricinde müdahil olma durumu Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yönetim tarzından bağımsız olarak ülkemizde son yıllarda yaşadığımız bir durumdur.
Ülkemizde ihtiyaçların ve toplumun geleceğinin analiz edilerek kaynakların planlanması ve o doğrultuda çalışmaların yapılmasına dair etkin bir yönetim biçimi benimsenmelidir. Tarihin her döneminde olduğu gibi bu dönemde de verimliliğe dair arayışlar devam etmektedir. Özellikle insan kaynağının bilimi ve yetkinliği önder tutarak yapılacak bir planlama ile bilgiye erişimin nispeten kolay olduğu günümüzde daha etkin bir yönetim biçimi sergilenmelidir.
2018 yılında geçildi Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine.1982 yılından beri uygulanagelen Doçentlik sınavı esasları da değiştirildi. Esasen zaman ilerledikçe halkın alışkanlığı, idareci ve bilim adamlarının yetkinliklerinin içeriği ile hedef kitlesinin ihtiyaç duyduğu hizmetin içeriği de değişmektedir. Bir nevi toplanan vergiler ile halka yapılan hizmetin içeriği geçmişe yönelik farklı idi şimdi farklı. Geçmişte halka dijital alanda bir hizmet vermiyordu devletler. Çoğu kişinin sağlık sigortası yoktu. Toplanan vergilerin deniz aşırı mesafelere harcanıp harcanamayacağı, uzay ve havacılığa harcanıp harcanmaması da geçmiş yıllarda vergileri planlayıp harcayanların sorumluluğunda değildi.
Hizmet kalemlerinin bu kadar çeşitlenmesi daha hızlı karar almayı gerektirmektedir. Ülkeler arasında iletişimin anlık olarak yaygınlaşması ve idarecilerin sadece idare ettikleri yerel unsurları değil Dünyanın her tarafında meydana gelen değişiklikleri takip edip yapacakları planlama ve icraatlarda göz önüne almaları gerekmektedir. Aslolan halkın idarecisini seçim imkanını elinden almadan idareciyi de halkın kontrolünden izole etmeden bir idare biçimi benimsemektir.
Aslolan halkın idarecilerini sürekli ve aralıklı olarak hesap vermek zorunda hissettirmeleridir. Bu sayede halk hem vasıflı idareciler seçip daha nitelikli hizmetler almayı hem de seçilen kişi ve partilerin belli aralıklarla güven tazelemek gereği ile sorumlu davranmaya zorlanmasıdır. Seçimlerin yapılıyor olması ayrıca halkı kendi idarecilerini seçmek üzere daha yakın ilişki kurmaya ve bağlarını da kuvvetlendirmeye sebep olmaktadır.
Hem geçmişte hem de günümüzde halkın huzur ve refahına hizmet eden iki önemli unsur vardır. Birincisi toplumun her kesimine yönelik olarak adaletli bir yönetim sergilemektir. Adaletli yönetimler her zaman toplumdan destek alır ve huzur ortamı da daim olur. Adaletli olmayan yönetimlere ise halkın bağlılığı azalır ve halk arasında kavga ve anarşi meydana gelir.
İkincisi ise yöneticilerin zamanlarının gereğince bilimsel veriler ile bir yönetim sergilemeleridir. Uzmanlık ve bilgi birikiminin planlanması ve halkın hizmetine sunulması gerekmektedir. Ülke yönetimi, halkının toplamının bilgi birikimini yönetime aksettirebildiği ölçüde başarılı olacaktır. Ayrıca bilgi sınıfını da motive ederek genel manada bilgi seviyesi yüksek toplum oluşturabilmek de yönetimin bir sorumluluğudur.
Seçimlerle halkın hesap sorma seçeneği, adaletli yönetim ile toplumda barış ve huzurun inşa edilmesi ve bilimsel yönetim ile analiz ve icraatlarda isabetli kararlar olduğu sürece bir yönetim şekli başarılı olacaktır. Ancak geçmişte denenmiş ve halkı hedeflerine taşımamış yöntemlere geri dönmek faydasız bir arayıştır.