İnsanlar ilgi ister, ilgilenilmek ister, ilgilenilsin ister. Peki, onlarla ilgilendiğimiz halde neden ilgilenmediğimizi düşünürler? Aslında ilgilendiğimiz şey onlar değil midir? Onların ihtiyaçlarını, sorunlarını, şikayetlerini giderdiğimiz halde neden hala onlarla ilgilenmediğimizi düşünürler?
İNSANLAR NE İSTER?
İnsanlar ilgi ister ama çoğu zaman istedikleri şey yalnızca kendileriyle ilgilenilmesidir; ihtiyaçlarıyla, sorunlarıyla, karşı karşıya bulundukları durumlarla ilgilenilmesi değildir belki de istedikleri…
İnsanlar dinlenilmek ister; çoğu zaman yalnızca dinlenilmek isterler. “Bir lamba cini çıksın, tüm söylediklerimi, istediklerimi yerine getirsin” diye düşünmezler. Çoğu zaman böyle bir beklentileri yoktur. “Beni dinlesin, bana para versin, akıl versin, öneri getirsin, bir şeyler yapsın” diye düşünmezler. “Beni dinlesin, benim yanımda olsun, varlığını hissedeyim, sıcaklığını hissedeyim, yalnız olmadığımı bileyim, tek bir söz söylemese de olur” derler.
İnsanlar anlaşılmak ister. Yalnızca ne söylediklerinin duyulması değildir beklentileri. Çoğu zaman duygularının, hissettiklerinin anlaşılmasını beklerler.
Eğer bir parça biliyorsak kısmen aktif dinleme yaparak ona söylediklerini anladığımızı ifade edebiliriz ama insanlar, duygularının da anlaşılmasını ister. Çoğu zaman atladığımız şey de işte tam da budur: İnsanların ne söylediklerini belki anlarız ama ne söylemek istediklerini, neden söylemek istediklerini, nasıl hissederek söylediklerini pek de anlayamayız.
İnsanlar söylediklerini anlamamızı ister ama “söylediklerini anlamak” yalnızca kelimeleri deşifre etmek anlamına gelmez. Her sözün bir “kelime” boyutu, bir de “duygu” ve “davranış” boyutu vardır. İnsanı anlamak demek bir bütün olarak onun söylediklerini, hissettiklerini ve eylemlerini anlamak demektir. Sözcükler ve davranışlar buzdağının görünen yüzü ise suyun altındaki kısım insanın duyguları ve davranışlarının anlamıdır. Çoğu zaman bir bakış, bir kaş hareketi ya da el kol kaldırmak, sözden daha derin anlamlar taşır. Bazen bir bakış, dünyalara bedeldir.
İnsanlar bu bakışta önce güven ararlar.
İnsanlar güvenilmek ister. Güvende hissetmek isterler. Onlara varlığımızla güven vermemizi beklerler. Sorunlarını çözemesek bile ihtiyaçlarını karşılayamasak bile onlara verdiğimiz güven her şeyden daha önemlidir. “Ben yanındayım, seninleyim, ellerini tutuyorum, ihtiyaçlarını karşılamasam, sorunlarını çözemesem, şikayetlerini dindiremesem de buradayım” diyen birini duymak isterler. En azından bunu beklerler. Empati, şefkat, merhamet, anlayış göstermenin parayla pulla, bir şeyler yapmakla çok da ilgisi yoktur.
SORUN YA DA BİREY ODAKLI OLMAK
Elbette türlü türlüdür insanların beklentileri, hayalleri, arzuları, istekleri, ihtiyaçları… Ve sorunları, şikayetleri, sızlanmaları…
Çünkü insanlar da türlü türlüdür…
Ancak kim ya da ne olursa olsun, insanlarla ilgilenmeyi yalnızca onların sorunlarıyla ilgilenmek şeklinde algılarsak buzdağının üstü ile ilgilenmiş, altını ihmal etmiş oluruz.
İster hekim, ister sağlık profesyoneli, ister anne-baba, ister öğretmen, ister esnaf, amir-memur, müdür, patron kim olursak olalım, yalnızca “meseleye” odaklanarak insanlarla, sorunun odağındaki bireyle ilgilenmiş olamayız.
İşte bu yüzden, daha çok para ile insanları bir işte çalışmaya daha çok motive edemeyiz. Aldığımız hediyelerle çocuklarımız tarafından daha çok sevilmeyiz. Verdiğimiz yüksek notlarla öğrencilerimizin gözdesi olamayız. Bunların hepsi ancak kısa süreli kazanımlar sağlayabilir. Uzun vadede çok da bir işe yaramaz. Hatta zararını bile görebiliriz.
İşte bu yüzden “seni seviyorum” diyebilmenin pek çok yolu ve yöntemi vardır ve hepsinin anlamı farklı farklıdır.
İnsanla ilgilenmek; sorundan önce bireyi görmek, bireysel farklılıkları gözetmek, bir tek ona odaklanmak, onun ruhuyla iletişim ve ilişki kurabilmek demektir.
Yoksa “seni seviyorum”; yalnızca iki kelime, 13 harftir.
İşte bu yüzden yolda yürürken düşen çocuğun yanına gidip “ben buradayım” deriz, “kalk, bir şey olmamış” diye uzaktan seslenmeyiz…
DİN, BİLİM VE PANDEMİ KOŞULLARI
Bu ayki Akademik Akıl yazılarının ortak teması “din ve bilim ilişkisi” şeklinde belirlenmiş…
Bu yazımızın konusuyla ilişkilendirecek olursak; belki de din daha çok insanla, bilim daha çok sorunla ilgilenir diyebiliriz. Bireyi ve toplumu konu alan sosyal bilim dallarını bir kenara koyarsak bilimin derdi daha çok başka sorunlardır. Din ise doğrudan insanı ve insan ruhunu, daha sonra da insanın içinde yaşadığı toplumsal yaşamı hedef alır. Aradaki en temel ayrımlardan biri kanaatimce budur.
Pandemi sürecinde de “insanla ilgilenmek” ya da “sorunla ilgilenmek” konusunu değerlendirecek olursak, sorunla ilgilenmek pandeminin yayılma hızıyla, virüsle, hasta insanlarla, hastanelerle, aşıyla, pandeminin ekonomik boyutlarıyla ilgilenmek gibi değerlendirilebilir. İnsanla ilgilenmek ise bu koşullardan etkilenen insanların neler yaşadığını, neler hissettiğini, nasıl deneyimlediğini anlamak ve onlarla bu anlamda iletişim kurabilmekle ilgilidir. İnsanlara, onlarla ilgilendiğimiz hissini yaratabilmekle ilgilidir.
Sonuç olarak, sorunla ilgilenmek elbette önemlidir; ancak insanla ve bireyle ilgilenmek en az onun kadar ve hatta ondan daha önce, unutulmaması ve daha fazla özen gösterilmesi gereken bir gerekliliktir.