Hipokrat "Önce zarar verme" derken, aslında hekimlerin hastaya zarar verme gücüne/potansiyeline sahip olduklarını vurgulamaktadır. Hekimin hastasına zarar verme kastına sahip olması, pek alışılmadık bir durumdur ve örneklerine çok nadir rastlanır. Ne var ki, hekimler hiç istemedikleri ve vukuundan çok korktukları halde, hastaya zarar verebilirler, onun sakatlanmasına, ölümüne neden olabilirler.
Kasta bağlı olmaması, olayın vahametini azaltmaz. Çünkü tıbbi hataların hasta açısından bedeli çok ağırdır. Daha uzun hastanede kalma, daha fazla acı, ağrı ve ıstırap çekme, moral bozukluğu, anksiyete ve depresyon, tedavi maliyetinin artması, iş günü/okul günü kayıpları, geçici veya kalıcı sakatlanma, erken ölümler
Hangimiz böyle bir durumla karşılaştığımızda bunu hoş görebilir ve "Ne yapalım, bazen olur böyle hatalar" deyip geçiştirebiliriz.
Biz hekimler, genellikle kötü sonuçlardan ötürü hesap vermekten hoşlanmayız. Bu, mistik dönemlerden kalma bir anlayıştır. Bu anlayışa göre: "Hekimler, yeryüzünde Tanrı’nın şifa dağıtan elleridir. Hastalar, kendilerine şifa sunan bu yarı tanrısal varlıklara karşı daima şükran ve minnet duyguları beslemelidirler.
Hekime hesap sormak, hekim karşısında hak dava etmek bahis mevzuu bile olamaz."
Oysa "bir kişinin vücuduna, geleceğine ve yaşamına müdahale edebilme yetkisine sahip ve müdahalesi ölümle sonuçlanabilecek ölçüde kritik önemi haiz" olan hekimin, sorumsuz olması makul değildir. Hekimlerin, hata yapmayan kişiler olmadığı malumdur. Ancak, hesap verebilir olma, hekimi daha dikkatli davranmaya zorlar. Korku, kişiyi hata yapmaktan alıkoymak üzere verilmiştir.
Hastaya zarar vermekten korkmayan, yaptığı hatalardan ötürü hesap verme endişesi olmayan hekim daha fazla hata yapacaktır. En fazla hata yapanlar, genellikle hata yapmayacağını varsayanlardır.
İyi bir bildirim, kayıt ve raporlama sistemi ile tıbbi hataların çoğunun aslında önlenebilir olduğu ve ciddi deprem ölçüsünde sarsıntı oluşturan bir tıbbi hatanın oluşmasından önce yüzlerce, binlerce daha hafif ön sallantıların meydana geldiği anlaşılmaktadır. Oluşabilecek hataları öngörüp engellemek üzere tedbir almak bir tarafa; sadece bu ön sarsıntılar fark edilip önlem alındığında bile, çoğu kötü olay engellenebilecektir. Ancak hekimin, sağlık çalışanlarının tıbbi hataları görmezden gelmesi; sağlık kurumlarının hata bildirim, kayıt, raporlama, değerlendirme ve geri dönüşüm sistemlerinin olmaması; "Hiçbir şey olmaz! Ben 30 yıldır bu işi yapıyorum, şimdiye kadar hiçbir sorun olmadı" tarzı arabesk yaklaşımlar tıbbi hataları körüklemektedir.
Hastalar açısından ele alındığında ise iyileşmek için başvurduğu bir sağlık kurumundan hastanın sakatlanarak veya ölerek ayrılması, kabul edilebilir bir olay değildir. Her kötü sonuç karşısında hasta veya yakınlarının suçlu arama yaklaşımları anlaşılabilir bir durumdur. Ne var ki, her kötü sonuç, illa bir tıbbi hatadan kaynaklanmaz. Hekim veya sağlık kurumu, hasta için gereken her türlü tıbbi müdahaleyi zamanında, usulüne uygun ve mükemmel olarak yapsa bile, bazı hastalıklar kötüye gidebilir, hasta ölebilir veya sakat kalabilir.
Bundan öte, her tıbbi müdahalenin kendisi de bizzat hasta için hayati bir risk taşımaktadır. Tıpta "komplikasyon", hukukta "izin verilen risk" denilen bu durum hayatın bir gerçeğidir. Örneğin; trafiğe çıktığınızda kaza riskini üstlenirsiniz.
Sizin çok dikkatli davranmanız ve her şeyi doğru yapmanız kaza olasılığını azaltır, ama hiçbir zaman sıfırlamaz. Bir tıbbi müdahale veya tedaviye onam verdiğinizde de onunla ilişkili komplikasyon riskini kabullenmiş olursunuz.
Hekim veya sağlık kurumu, her halükârda ölümü engelleme, hastalığı iyileştirme gibi bir sonucu garanti edemez. Evet hekimler, hastalarının bir an önce ve tümüyle iyileşmesini yürekten isterler. Çünkü bu sonuç, hasta için olduğu gibi hekim için de istenen bir durumdur. Hastanın iyileşmesi, hekimin başarısıdır.
Hastalığın kötüye gitmesi veya hastanın kaybedilmesi, hekim veya sağlık kurumu için arzulanmayan bir durumdur. Ne var ki hekimler "diledikleri hastayı iyi edebilme ve ondan ölümü savma" gücüne sahip değillerdir. Eğer bu güce sahip olsalardı, bunu hastalarından esirgemezlerdi. Hiç olmazsa, kendilerinden esirgemezlerdi ve hekimler ölümsüz insanlar olurdu. Oysa "Neylersin ölüm herkesin başında"
Hekimler de diğerleri gibi, bir gün gelir hastalanırlar ve günün birinde de ölürler. Bu bakımdan gündeme gelen her kötü sonucu, hekimin ihmaline veya hatasına bağlamak ve hekimi ya da sağlık kurumunu suçlamak da insafla bağdaşmaz.