14 Mayıs 2010 tarihinde Konya İl Sağlık Müdürlüğü tarafından düzenlenen "Hasta Özerkliği Sempozyumu"nda bir konuşma yaptım. Konuşma sonrası sağlık personeli (hekim, hemşire, ebe) dinleyici kitlesi beni bağrına basarken, özellikle resmi ağızlar düşüncelerimi kabullenemediler. Oysaki konuşmam, bir dostu uyaran bir dost konuşmasıydı. Bilmiyorum, bu yazımı okuyanlar kendilerini hangi tarafa yakın bulacaklar.
Ülkemizde sağlık politikalarını belirleyen ve bu politikaları hayata geçirmek için stratejik planlamayı yapan Sağlık Bakanlığı, "Sağlıkta Dönüşüm" adı ile yaptığı değişimlerde hasta eksenli bir tıbbi uygulamayı esas aldığını üstüne basa basa belirtmiştir. Hasta eksenli uygulamada hasta özerkliği ve hasta güvenliği çok önemli kavramlardır.
Hasta özerkliği, hastaya daha geniş ve isteğe uygun sağlık hizmeti alma olanağı sunarken, hasta güvenliği, hastanın talep ettiği sağlık hizmetlerinde olası zarar görme riskini en aza indirmeyi amaçlamaktadır.
Otonomi, muhtariyet ya da özerklik; herhangi bir dış baskı olmadan yani; özgür bir şekilde, düşünebilme, değerlendirme, karar verebilme ve kararın uygulanmasını içinde taşır. Çok geniş bir anlam içeren özerklik, uygulamada hastane ve hekim seçme, sunulan tıbbi müdahaleyi kabul ya da reddetme ve aydınlatılmış onam gibi belirli kavramlara indirgenmiştir. Tek bir hastanenin olduğu, tek bir hastanede tek bir uzman hekimin olduğu dalda hasta, hastaneyi veya hekimi seçerken özerk midir? Ya da birden fazla hekimin bulunduğu bir dalda, hasta hekimini neye göre seçecektir? Adını daha ilginç bulduğu bir hekimi mi?
"Aydınlatılmış onam" çok söylenen, ama bence en az amacına ulaşmış konulardan biridir. Hasta kendisine yapılacak tıbbi müdahale ile ilgili bilgi alacaktır. Olması gereken, yani aydınlatmanın amacına ulaştığını söylemek için; bu bilgiyi alırken hastanın, her aşamada hekim tarafından bizzat konuşularak, hatta soru-cevap şeklinde, aydınlatılması gereklidir. Çünkü; burada amaç, olası tercihleri ve bu tercihlerin risklerini hastanın öğrenmesi ve buna göre karar verebilmesidir. Oysa ki Bakanlığın uygulamaya koyduğu bireysel performans sistemi buna olanak tanımamaktadır. Çünkü aydınlatma vakit kaybı niteliğindedir.
Aile hekimliği sistemi ile aslında bir uzmanlık alanı olan "aile hekimi" isteğe bağlı ya da bazen zorunlu bir unvan haline gelmiştir. Sistemi ayakta tutabilmek için, anatomi ya da ortopedi uzmanının aile hekimi olarak görevlendirilmesi, hasta özerkliğine ya da hasta güvenliğine ne kadar katkıda bulunmaktadır? Bu tip hatada yıllarca "adli tıp" alanında da ısrar edilmektedir. "Adli tıp uzmanı" yetiştirilmek yerine bu görevin pratisyen hekimlere yasa ile yüklenilmesi "adil yargılanma hakkı"nı örselerken, yargısal faaliyetleri de olumsuz etkilemektedir.
Devasa hastanelerin acil servislerinde hastayı karşılayan ve bırakın dakikaları, saniyelerin önemli olduğu bu birimleri, yetiştirilemediğinden sayıları çok kısıtlı olan "acil tıp uzmanı" yerine pratisyen hekimlere ya da acil bilgi ve deneyimi kısıtlı olan değişik alan uzmanlarına bırakmak hasta özerkliği ya da hasta güvenliği kavramları ile ne kadar bağdaşmaktadır? Kim ister miyokard infarktüsü geçiren babasının ya da eşinin mikrobiyolojide uzmanlık eğitimi alan bir araştırma görevlisi doktor tarafından acilde karşılanmasını?
Varılması istenilen hedefler akılcı, erişilebilir olursa, hedefe varmak için gerekli teçhizat tam olursa, hedef için gerekli ön şartlar yerine getirilecek olursa, yürümeden koşmaya çalışılmazsa, "Sağlıkta Dönüşüm"e hiç kimse karşı olamaz.
Ancak; bu sayılanların tam tersi yapılıyorsa, bir ileri iki geri adım atılıyorsa, amaca ulaşmak için maliyet gereksiz yere artıyorsa her stratejik planın yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Her aşamada planın sorgulanması, yapılan ya da yapılacak hataları da önler. Aksi halde iyi niyetin olduğunu kabul etmek oldukça saf bir iyi niyettir.