Hekimlik, evrensel ve hatta İlâhi bir meziyetin, sıfatın ve kaadiriyetin yeryüzünde yine O’nun izni ve yardımı ile sâye-i tecellisi ve tezahürü olan bir meslek dalıdır. Cerrahi ise bütün bunlara ilâveten, insan denen meçhul üzerinde gerekli görülen değişiklikleri ve müdahaleleri deruhte etme yetki ve yetisine sahip olan, özellikle Orta Çağ’da Tanrısal bir iş(!) olarak telâkki edilen, Ambrose Pare’nin ifadesiyle muhteşem ve ulvî bir sanat dalıdır.
Gerek hekimlik ve gerekse cerrahi sanatımızı insanlık uğruna icra etmek için lâzım olan bilgi ve tecrübeyi elde etmede, en büyük kaynak, en önemli eğitici ve öğretmen, ölü ya da diri, yine insandır.
Her hastanın ve hatta her ölünün, hayat için bir ışık olduğunu unutmamak gerekir. Bu nedenledir ki, Allah’ın rızası laboratuvarlarda gizlidir. Anatomi laboratuvarlarında hekimlerin ve özellikle de cerrahların en önemli eğiticilerinin ölüler olduğu hakikati, kulaklarımızda küpe olmalıdır. Zira H. Rouviere’in (Paris, 1922) ifadesiyle “Anatomi tıbbın ve cerrahinin hep meş’alesi olmuş ve olmaya da devam edecektir.”
Ülkemizde çeşitli imkânsızlıklar nedeni ile maalesef cerrahi anatomiyi ekseriyetle ameliyathanelerde öğreniyor ve öğretiyor olsak da bunun esas yerinin, ölülerin dirileri eğittiği anatomi laboratuvarları olduğu unutulmamalıdır.
Her hastadan ve her ölümden, biz hekimlerin çıkartacağı dersler ve kazanacağı tecrübeler vardır. Bu nedenledir ki bilgi birikimimizi ve cerrahi tecrübemizi bizi yetiştiren hocalarımıza borçlu olduğumuz gibi, hastalarımıza da borçluyuz.
Beyin, omurilik ve sinir cerrahisi, evrensel adı ile nöroşirürji; yaratılan evrende, ahenk, armoni, estetik, balans ve sanatın en muhteşem örneğini temsil eden, sonsuz kapasite, cevher ve kabiliyete sahip olan, şahsiyetimizi oluşturan ve geliştiren konnektomumuzu barındıran, bir mücevher kutusunu andıran kafatası içerisinde muhafaza edilmiş beyin denen meçhule ve onun uzantılarına dokunabilme, o esrarengiz yapıya müdahale edebilme ve üzerinde değişiklikler yapabilme kabiliyetine ve yetkisine haiz olan, tıbbın sıra dışı bir branşıdır.
Bu mesleğin mensupları olan beyin cerrahları ise galaksileri ve yıldızları izlemelerine rağmen onlara asla dokunamayan gökbilimcilere, muazzam atom parçalayıcılarının buhar izlerinde Allah’ı hissedebilen ancak parçacıkları göremeyen, protonlara temas edemeyen, kuarklara el süremeyen atom fizikçilerine ve çifte sarmal DNA’nın, gen ve kromozomların hikâyelerini anlatan ve sadece bunların fotoğraflara düşen gölgelerini izlemekle yetinme mecburiyetinde olan moleküler biyologlara kıyasla, çok imtiyazlı ve haklı bir gururun temsilcileridir (http://www.medimagazin.com.tr/authors/ismail-hakki-aydIn/tr-norosirurji-imtiyazli-meslek-72-87-4019.html). Zira onlar, o müstesna “BEYİN”e dokunabilmekte ve hatta üzerinde işlem yapabilmektedirler.
İşte bu sıradışı ve ilahi bir vazifeyi, o Yüce Yaradan’ın izni ile deruhte etmemiz ve gerekli tecrübeyi elde edebilmemiz için, beden ve özellikle “beyin”lerini ellerimize ve parmaklarımıza emanet eden hastalarımıza, her zaman minnet ve vefa borcumuz olduğu unutulmamalıdır.
Ömründe tıp fakültesi önünden hiç geçmeyenin doktorculuk(!) yaptığı, sağlığımız hakkında esip savurduğu, hak etmediği unvanına(!) ve oturduğu koltuğa(!) güvenerek atıp tuttuğu, hiç beyin görmeyenin “beyin” hakkında kitap(!) yazdığı bir dünyada, bu yazdıklarımın ne önemi olduğunu da varın siz düşünün!
Zamanımızın sosyal problemlerine bir nebze olsun ışık tutacağı ve çözüm getireceği temennisi ile dumanı üstünde bir rubâimizi paylaşarak bitirmek istiyorum.
MARİFET İÇİN!
Marifet ve serveti terk gerek Devlet için!
Devleti, marifeti terk gerek servet için!
Makamlardan münezzeh, mücehhez ilim ile,
Servet ve Devleti terk gerek, marifet için!
Hâşiye:
“Devlete talipseniz, servete de marifete de talip olmamalısınız!
Servete talip olacaksanız, ne devlete ne de marifete talip olmamalısınız!
Şayet Marifete talipseniz, o zaman devlete de servete de talip olmamalısınız!
İlim haricinde hiçbir şeyle ne meşgul olacaksınız ne de itibar edeceksiniz!"