Ortalama yaşam ülkemizde de 70’li yaşların üzerine çıktığından, yıllar öncesinde oldukça seyrek olan hastalıklara giderek daha sık rastlanılır oldu. Eskiden insanlar, savaşlar, infeksiyonlar ve kötü yaşam koşulları nedeniyle 30’lu, 40’lı yaşlarda kaybediliyordu.
Şimdi ise giderek daha da uzun yaşlara ulaşıldığından, organik, psikolojik, akut, kronik her türden hastalık daha sık görülür oldu. Uzun yaşayanlar, daha sık karsinojenlere daha sık eksternal ve internal etkileşimlere maruz kalıyor.
Belli bir yaştan sonra kalp-damar, böbrek, endokrin ve metabolik hastalıkların yanında, giderek artan oranda kansere de yakalanıyor insanlar.
Diyabetle, kalp hastalığıyla, kanserle birlikte yaşamak. Artık tüm bunlar, doğal yaşamın bir parçası olarak görülmeye başlandı.
Başta terör ve trafik kazaları olmak üzere, engelli olarak yaşamak, her yerde ve her zaman bir engelli görmek artık çok doğal oldu.
Asla, “Ben olmam, bana gelmez, bana değmez, başkaları olur.” dememek lazım. Bugün ona buna, yarın sana bana!.. Diyabetle, koroner baypasla, hatta kanserle bile yaşamayı öğrenmek lazım. Gerektiğinde kolsuz bacaksız, plejik olarak yaşamayı da öğrenmek lazım.
Zor mu? Evet çok zor. Önce, isyankârlık etmeden kabullenmek; sonra, hastalıkla birlikte, iç içe, koyun koyuna yaşamayı öğrenmek lazım.
Devir bu devir, engelliler ve kronik hastalığı olanlar için daha konforlu yaşam olanaklarını sağlamak, bir yerde toplumların ve yönetimlerin vazgeçilmez bir görevi. Engelliler için özel yürüyüş parkurları, otobüs, metro, tren, uçak gibi toplu taşıma araçlarına, binalara kolay giriş-çıkışlar olmalı. Göstermelik değil, erişilebilir ve kolay kullanılabilir tuvalet imkânları yaratılmalı. Tüm bunlar, var olsun denilerek baştan savma değil, gerçekten olmalı ve gerektiğinde rahatlıkla kullanılabilmeli.
İnsanlar bir işi, ancak içine girdiklerinde tam olarak öğreniyorlar. Bacağı kırık biri nasıl banyo ve tuvalet yapabiliyor, hiç düşündünüz mü? Merdivenlerden nasıl inip çıkacak, asansöre nasıl binecek?
Peki takma saç nerede bulunur, peruklar nerelerde satılır? Bunları en çok kimler kullanır? Doğal olanları kaç para, sentetik olanları ne kadar, hiç düşündünüz mü? Ben eskiden bunları, daha çok artist ve sanatçılar alıyorlar diye düşünürdüm. Ne kadar da çok yanılmışım.
Şimdi, başında peruk olan birini gördüğümde, hiç yadırgamıyorum. Onu yaşantının bir gereği gibi görüp son derece doğal karşılıyorum. Bildiğim tek bir şey var. Onları, daha çok, gerektiği için, uygulanan daimi tedaviler nedeniyle saçlar döküldüğü için kullanıyorlar.
İster dışarıda, otobüs ya da tren terminalinde ister hastanede, kusan birini gördüğümde, gece çok geç vakit dışında olmamak kaydıyla, hemen “İçkidendir” deyip, damgalamıyorum.
İşte böyle, bugün ona buna, yarın sana bana, milli piyango gibi, nerede ne zaman kime çıkacağını bilemeyiz. Ancak bildiğim tek bir şey var. O da, olası soruna, yaratacağımız olumsuz etkilerle bodoslama gitmemeliyiz. Belirli aralıklarla, kontrol muayenelerimizi mutlaka zamanında yaptırmalıyız. Hastalık ya da kaza ortaya çıktığında da, efektif tedavimizi ehil ellerde yaptırdıktan sonra, belli aralıklarla kontrollerimizi yaptırmak kaydıyla, o meşum hastalığımızla birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz.
Rutinin bir türlü dışına çıkamayanlar, “Bana, eşime, çoluk çocuğuma bir şey olmaz.” diyenler, her türlü olanağı elinin altında iken bile gerektiğinde ondan yararlanmayanlar, “Hastam var, ameliyatım var.” diyerek çok önemli zamanın geçip gitmesine neden olanlar, aslında en büyük zararı en yakınlarına, yani en çok sevdiklerine veriyorlar.
Kendimiz için, sevdiklerimiz için daha duyarlı olalım. Bile bile karsinojenlere, ne yakınlarımızı ne de kendimizi maruz bırakmayalım.