Makaleme isim olan bu “Hastalıktan Korkma, Hastaneden Kork!” sözü, hepinizin malumu olan ve burada tekrar etmeyeceğim bazı tekerlemelerden, ironik maksatlı ve çok önemli bir hususa parmak basmak gayesi ile türetilmiştir!
Evet, neden hastaneden, ya da bazı hastanelerden korkmak gerek? Tabii ki, bazı hastanelerin, insanı çileden çıkartan uygulamalarından ve bu uygulamalarına “vurun abalıya” kabilinden payanda olmak mecburiyetinde bırakılan ve en büyük düşmanlığı yine kendi meslektaşlarımızdan gören bazı hekimlerden de korkmak gerekmektedir.
Nitekim namuslu bir şekilde ayakta durabilmek, hizmet vermek ve hayatiyetlerini sürdürebilmek için hukuki ve meşru yollarla mücadele veren, gerek resmi ve gerekse özel hastanelerin dışında kalan bazı sağlık kuruluşları, kanun ve yönetmeliklere olan tepkileri ve intikam duyguları ya da doymak bilmeyen kapitalist ihtirasları sebebi ile hem kendi politikalarını ve hem de geçim sıkıntısı çekmeye mahkûm edilmiş ve bu sebeple seslerini çıkartamayan, ırgat muamelesi ile çalıştırılan, herkese düşman belletilen meslektaşlarımızı habis emellerine alet etmektedirler.
“Performans”mülahazaları ile bu fasit daire içine girip, gerek idari mekanizmaları gerekse kanun ve yönetmelikleri bahane ederek, tıbbî ahlak ve etik ilkelerle birlikte teşhis, tedavi ve endikasyonların canına okuyan bazı hekimlerin de buna çanak tuttuklarını ifade etmek isterim.
Bir zamanlar, reçetesinin her iki yüzünü pahalı ilaçlarla doldurmayan bazı muayenehane hekimlerine, bazı eczanelerce hasta refere edilmezdi. Şimdi de, her ne adla olursa olsun, bazı kurum ve kuruluşlarca, endikasyona bakılmaksızın, hastasına çok geniş laboratuvar tahlilleri ve BT ve MRG gibi radyolojik tetkiklerin yanında, girişimsel yöntemleri ve gerekli gereksiz ameliyatları önerenler el üstünde tutulmakta, diğerlerinin ise çanlarına ot tıkanmaktadır!
Niçin istendiğini kendisinin bile bilmediği tahlillerle dolu çarşaf çarşaf laboratuvar sonuçlarını ve okuma zahmetinde bulunmadığı radyolojik raporlarını göstererek, hastaları korkutup, endikasyonsuz ameliyat ve uygulamalara zorlayan, performanslarına ve patronlarına kıyak çekmek için gayret içerisinde olanlar, “minare-kılıf” özdeyişine taş çıkartmaktadır.
Başın mı ağarıyor, hemen MRG, zaten doktor istemezse, hasta hekimin kafasını keser!, hiç acımaz! Sağ üst kadranda ağrın mı var, karaciğer biyopsisi gerek… Hangi gaye ile istendiği meçhul geniş rutin tetkikler, Allah’ın emri. Muayene mi, Hak getire… Performansa puan, yöneticiden veya patrondan takdir gerek!
Yoğun bakım üniteleri ise bir başka muamma… Amacına uygun kullanılıyorlar mı? Özellikle hasta sevk ve kabulünde ne gibi şayialar dolaşıyor ortalıkta. Bu husus, başka bir makalenin konusu olsa, yeğdir.
Bütün bu nedenlerden dolayı, kırk yılı aşkın bir süredir tıp dünyası içerisinde her türlü engelleme ve ihanete karşı tırnaklarıyla mücadele eden bir kişi olarak, hasta olmaktan, hastaneye gitmekten ürküyorum, korkuyorum! Vatandaş ne yapsın?
Bir kere ayağını felsefe ve politikası sapkın hastanelere atmaya gör. Gör başına neler gelir!
Hayır, hayır. Unutur muyum hiç… Sonra üç kitabın muhatabı KKNHHK ne der!
İşte, HİCRAN’dan, HİCRAN için HİCRÂNÎ bir rubâî… (HİCRAN, Ismail Hakkı AYDIN, Öteki Adam Yayınları, İstanbul, Sayfa: 169, 2013).
NE "YÜZÜNDÜR CİHANI", NE DE "SEMT-İ DİLDÂRE"
Kimin meftûnu olup gittin, kaldım bîçâre,
Dermansız dertlerime, mümkün mü Sen’siz çâre!
Yıkıp vîrân ettiğin kalbime, "NEFES" olmaz,
Ne "Yüzündür Cihânı", ne de "Semt-i Dildâre".