Tıp, bilindiği gibi insanı hastalıktan kurtaran ve ona yararlı olan bir bilimler topluluğudur. Hastalık ve tedavi kavramlarının yüzyıllarca insanların zihnini kurcalaması ve bu konularda daima daha iyiye gitme fikirleri önem kazandı. Bugün de hâlâ bu konularla uğraşılıyor. Doğaldır ki hep daha iyiye gitmek, modern dünyanın vazgeçilmez düsturları olmaktadır. Ancak hasta-hekim ilişkilerinde bir şeyin çok iyi anlaşılması gerekir. Burada her durumda ve her şekilde hekimin en önemli ödevi hastaya yararlı olmak’dır. Yirminci yüzyılda hekim görevleri ilkeleştirildi. Ancak ilkeli insan, görevlerinin de bilincindedir. Bütün bu görevlerin yerine getirilmesinin tek bir amacı vardır, hastaya yararlı olabilmek. Bunların hepsinin kökeni yararlılıktır. İnsana yararlı olan kişi ise ona iyi davranmış olur. Bu, tıpta da böyledir.
“İyi” sıfatını günlük yaşantımızdaki değer yargıları içinde çok sık kullanırız. İyi bir yemek, iyi bir araba, iyi bir müzik, iyi bir eylem, iyi bir insan, der dururuz. “Kötü” ise kötülüğün kendisi, kötü niyet ve hoşa gitmeyen gibi anlam bağlamları kurar. Etik bu kavramların ağırlıklı olarak ahlaki özelliğiyle ilgilenir. Etik daima “iyi” üzerine düşünmüştür. Yunan felsefesinde ünlü düşünür Platon’a göre için iyi kavramı en yüksek varlık olma ve bilgi ilkesiydi: İyi, Sokrates’e göre ise kavrayış ve akıl kaynaklı bir yaşama mantığının parçası olan aşılmaz bir anlam bütünüdür. Aristoteles de iyi kavramını “ulaşılmaya çalışılan tek amaç olarak” gösterir. İyi, onun dışında başka hiçbir amacın ulaşılmaya değer olmadığı düşünülen ve bizzat onun adına ulaşılmaya çalışılan son amaçtır. Aristoteles için iyi, mutluluk olup, erdemli, ahlaki hayata ulaşmaktır.
Yine çağlar boyunca birçok düşünüre göre eğer insan, bizzat kendi isteme ve tercihleri yüzünden iyi ve kötünün kaynağı ise iyinin koşulları da yok edilemez. Bu nedenle genel pratiğin daha iyiye doğru değiştirilmesi, ahlaki özgürlük eğitimi verilerek gerçekleştirilebilir. Burada eylem ve davranış hem ahlaki açıdan hem de pragmatik bakımdan doğru ise etik yönden de kusursuzdur. Ahlaki yargılar, iyi ve doğru olanı belirtip önermek yerine, sadece değer önermeleri biçiminde ortaya çıktıkları durumlarda da normatif yargılar olma özelliği taşırlar. Bu tür yargılar, değer taşıdığı iddia edilen eylem ya da olguları, açıkça ya da belli belirsiz gösterip talep eden ya da aksi durumu yasaklayan yargılardır. Burada hekimin hastayı tedavi ederken iyi yönde düşünmesi ve yalnızca ona karşı yararlı olması özelliği önem taşır.
Etikte en yüce iyi, bir bütün olarak başarılmış, eksiksiz gerçekleştirilmiş, daha iyisi mümkün olmayan pratik demektir ki, bu da, insan olmanın en mükemmel halini temsil eder.
Yasalarda da hekimin en önemli görevinin hastaya yararlı olması gerektiği belirtilmektedir. 19.02.1960 tarihli ve 10436 sayılı Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 2. maddesinde: “Madde 2- Tabip ve diş tabibinin başta gelen vazifesi, insan sağlığına, hayatına ve şahsiyetine ihtimam ve hürmet göstermektir.’
Tabip ve diş tabibi; hastanın cinsiyeti, ırkı, milliyeti, dini ve mezhebi, ahlaki düşünceleri, karakter ve şahsiyeti, içtimai seviyesi, mevkii ve siyasi kanaatı ne olursa olsun, muayene ve tedavi hususunda azami dikkat ve ihtimamı göstermekle mükelleftir.” Diye yazılıdır.
Böylece bir hekimin hastaya yararlı olması gerektiği burada vurgulanır.
Nitekim 10-11 Ekim 1998 tarihleri arasında Türk Tabipler Birliği 47. Genel Kurulunda kabul edilen Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 5. ve 6. maddeleri de hekimin hastaya karşı yararlı olması gerektiğinden söz eder: “Hekimin Görev ve Ödevleri:
“Madde:5- Hekimin öncelikli görevi, hastalıkları önlemeye ve bilimsel gerekleri yerine getirerek hastaları iyileştirmeye çalışarak insanın yaşamını ve sağlığını korumaktır. Meslek uygulaması sırasında insan onurunu gözetmesi de, hekimin öncelikli ödevidir. Hekim, bu yükümlülüklerini yerine getirebilmek için, gelişmeleri yakından izler.”
Tüzüklerde de görüldüğü üzere hekim daima iyi niyet taşıyarak hastaya sonuna kadar yararlı olma görevini yerine getirmelidir.