21. yüzyılda felsefe-bilimde en çok ilgi çeken alanın zihin felsefesi, yapay zekâ ve sinirbilim olduğu ifade edilebilir. Son yüzyılda yükselen bu ilgi, insanın kendini daha iyi anlama isteğinin bir uzantısı olabilir. Lakin ortada gözardı edilen bir açmaz var gibi. Öyle ki, yapay zekâ teknolojisindeki ilerleme ve yapay zekânın yaşamımızın ayrılmaz bir parçası hâline gelmesi insanı ölçülebilir bir tarzda yönlendirmeye başladı. Daha da ilginci; zihin ile sinirbilim üzerine yapılan çalışmalardan elde edilen verilerin yapay zekâ yazılımlarında kullanılması, insan ile yapay zekâ arasındaki ilişkiyi gittikçe güçlendirdiğinden, uzmanların ifade ettiği üzere, etkiye ve dönüşüme açık olan insan beynini ve zihnini yeniden biçimlendirmeye başladı. Artık yapay zekâ, kullanıcısıyla ilgili verileri topluyor, sınıflandırıyor, zamanla seni beni senden benden daha iyi tanıyor. Birçok ihtimali gözden geçirerek adeta düşünceleri okuyor. Öneriler sunuyor…
Elbet hayatı yaşamada kolaylaştırıcı ve faydalı görünen çağdaş felsefe-bilimin sözü edilen sahalardaki ilerlemeleri, insanın özgürlüğünü çoktan elinden almış görünüyor. Kılı kırk yararcasına düşünüp taşınıp tercihler yaparak karar verme güçlüğüne katlanmaya gerek yok artık! Nasıl olsa yapay zekâ bizim için en iyisini saniyeler içinde önümüze koyuyor…
Yapay zekânın sunduğuna uyup uymamanın bizim tercihimize, irademize bağlı olduğunu iddia edebiliriz. Ancak durum pek öyle görünmüyor. Çünkü bizim hakkımızda topladığı verilerle bizi bizden daha iyi tanımaya başlayan yapay zekâ, sanki bize, ben de olsam böyle yapardım; aynı kararı verirdim, dedirtiyor. İşte burada bir açmaz var.
Gerçekten yapay zekânın sunduğu, benim istediğim ve aradığım mı, yoksa yapay zekâ teknolojileri aracılığıyla bana sunulan; manipüle edilmiş, yönlendirilmiş zihnime uygun görünen mi? Bu sorunun yanıtını bulmak kolay değildir.
Beyin, zihin, düşünme biçimleri: neyi nasıl düşünüyoruz, meselesi sağlıklı bir tarzda teşrih edilmeden ben ile zihnim ve beyin arasındaki ilişkiler ağını çözmek oldukça zor görünmektedir. Günümüzde modern teknolojilerin aracılığıyla beyin daha hassas keşfedilmeye çalışılmaktadır. Ancak elde edilen veriler, devede kulak mesabesindedir. Ama bu sınırlı bilgiler bile yapay zekâ teknolojisiyle birleşince zihinlerin işleyişini değiştirip yönlendirmeye başladığı açıktır. Dahası, yapay zekâ sadece yönlendirmemektedir. Zihinlerimizi de okumaya başlamıştır.
Mayıs 2023 sayısında “Natur” isimli bilimsel dergide zihin okuma ile ilgili oldukça ilginç bir makale yayınlandı. Zihin yönlendirme ise, özellikle psikolojinin ilgilendiği eskiden beri bilinen ve değişik amaçlarla kullanılan bir tekniktir. Son yüzyılda bu işin daha profesyonelce icra edildiği fark edilmelidir.
Zihin okuma ve yönlendirme olayı sıradanlaştıkça ister istemez düşünme ve düşündürme üzerine daha çok yoğunlaşacağız ve özgürlüğün var olup olmadığı tartışmalarını bir tarafa bırakarak bizi esir eden bu dış etkilerden kurtulmanın yollarını arayacağız. İşte o zaman –muhtemelen- felsefe-bilime değişken noktainazarlardan bakıp gerçek olanı sanal olandan ayırmayı öğrenmek zorunda kalacağız. Ya da teslim olacağız akışa ve istenilen ölçekte yaşamaya çalışacağız. İkinci ihtimal yaygınlık kazanırsa insanlıktan söz edilemeyeceği kanaatindeyim. Bu nedenle bana dokunmuyor zannıyla yılanı bin yaşatan gevşeklikten kurtulabilmek için, zihin sağlığı üzerine vakit kaybetmeden yoğunlaşmak gerektiğini hatırlatmak isterim. Belki de çoğumuzun haberi bile olmayacak bu hatırlatmadan; zira fırsat vermeyecekler. Sen memnun ben memnun yaşayıp gideceğiz…
Sağlıklı bir zihne sahip olmanın ve onu sağlıklı olarak işler halde tutup korumanın değişik yolları olabilir. Zannımca bu yollardan en yaygını ilmî olanla hayâlî olanı öncelikle ayırma becerisi kazanmaktır. Ardından da ilmî olan ile hayalî olanı karşı karşıya getirmeden ilerleyebilmenin yolları bulunmalıdır.
Modernci yaklaşımlar, genelde ilmî olanla hayâlî olanı kutuplaştırmadan yana tavır sergilerler. Hayâlî olandan kurtulup ilmî olana dayanarak yol almanın daha doğru olduğuna inanılır. Bu inanç tercih edilebilecek bir yol olabilir. Ama bu yönde bir tercihin yaygınlaşmasında güçlükler vardır. Çünkü hayâlden kopan ilmîliğin yüzü soğuktur. İnsanın ise duygusal yönü ağır basar. Zamanla hayâl ilmîliğe gâlip gelir. Yaygın durum bizi bu bağlamda destekler.
Tekrardan yaygın durumu vurgulayarak çözüme doğru gidersek; ilmîlikte aklîlik, hayâlde ise duygusallık öne çıksa da; akıl da hayâl de zihinde ve beyinde iş gören dünyalardır. Bu durumda birini ötekine galebe çaldırmadan gerçeği idrake götüren yolu inşa etmek daha sağlıklı sonuçlar verebilir. Ama sorun çetrefildir. Öyle ki, ilmîlik ile hayâlîliği bütünleyici bir zihinsel ve beyinsel aktivitede belirleyici olan kıstasın ne olacağı ciddî sıkıntıdır.
İlmî bilgi ile hayâlî bilgi arasındaki kopukluğun önüne geçebilmek için felsefe tarihinde; özellikle Türk-İslam felsefe geleneğinde dikkate değer uğraşılar verilmiştir. İslam medeniyetinin özellikle 17. Yüzyıllara kadar uzanan belirleyici başarısı ve Batı felsefe-bilimine yaptığı olumlu katkı dikkate alındığında gönlü akla feda etmedikleri hatırlatılmalıdır. Türk-İslam medeniyetinde gönül hayâlî, akıl ise ilmî bilginin tasarrufundadır. Lâkin Batı felsefe-bilimi, özellikle dinsel sâikler ve sahip oldukları kültürel dinamiklerden ötürü, ilmî bilgi ile hayâlî bilgi arasında kurulan bütünlüğün ardını getirememiş ve zamanla da kronikleşen bir ayrışmaya ve çatışmaya dönüştürmüştür. Ayrışmaya tarihsel dayanaklar bulmak da mümkündür. Bu yazının konusu ilmî bilgi ile hayâlî bilginin tarihsel serüveni değildir. Bu nedenle bu mesele üzerinde daha fazla durmayacağız. Zira bu yazıda derdimiz, farklı bağlamlarda ifade edildiği üzere, modern teknolojiler karşısında zihin sağaltımının nasıl sağlanıp korunabileceğidir?
Sorun açık olduğuna göre, sorunu aşmada yol gösterici olacağını umduğum ilk adımın; ilmî bilgi ile hayâlî bilginin ayrıştırılması olduğunu ifade etmiştim. İlmî bilginin ne olduğu idrak edilirse, dışarda kalan -ilk etapta- hayâlî bilgi olarak kabul edilebilir. Hayâlî olan ilmîleştirilebildiği ölçüde de -kısmî olarak- ilmî olanla hayalî olan arasındaki çatışma yumuşatılmış olur.
Bir sonraki hamle; hayâlî bilgiye doğrudan karşı çıkmaktan daha ziyade hangi bilgiden nerde nasıl faydalanılacağının belirginleştirilmesidir. Çünkü ilmî bilgi ile yol alınması gereken bir durumda hayâlî bilgiye tutunmak hayâl kırıklığı yaratacaktır. Hayâle ihtiyaç duyulan yerde de ilmî bilgiyi yüceltmek beklenen karşılığı görmeyecektir. Hangisine öncelik verileceği genel durum değerlendirmesi sonunda teşhis edilebilir. Ölçü her iki bilgi türünün birini ötekine kurban etmeden zihnimizde bütünleşmesidir.
Türkiye bir seçimi daha arkada bıraktı. Propaganda döneminde yaşananlar Türkiye’nin sağlıklı bir ruh hâline sahip olmadığını ve yukarıda çerçevesi çizilen anlamda ilmî bilgi ile hayalî bilgiyi ayırt edemediğini göstermiştir. Gerçek ile hayâl birbirine karışmış, hayâl gerçek, gerçek hayâl sanılmıştır. Görünen o ki, Türkiye’de siyasetin yarattığı atmosferde Türk milleti ve Türk vatandaşı olarak tek gerçek, yaşadığımız ve yaşanan bu vahim tablodur.
Bir kez daha altını çizelim: Türkiye’de seçim sonuçlarından çıkan tek gerçeğin hayâlin gerçek, gerçeğin hayâl olduğuna inanıldığı olgusudur. Bu olgusal durum, felsefenin olduğu kadar psikolojinin ve sosyolojinin de konusudur.
Sözü edilen olgusal gerçeğin zuhurunda, inansak da inanmasak da zihin, beyin ve yapay zekâ üçgeni başrolde görünüyor.
Sözü ilmî bilginin ne olduğunu hatırlatarak yavaştan bağlayalım.
Bilgi, doğru önermedir. Doğruluk ise önermenin nesnesine tekabüliyetidir. Öyleyse, cisimlerin, durumların, olguların vs. doğru idraki bilgidir. Bilginin nesnesinin gerçek olması aslî ilkedir. Demek ki, ilmî bilgiyi hayâlî bilgiden ayıran ölçüt, nesnesinin gerçek olmasıdır.
Gerçek olan “nesne” genelleştirilebiliyorsa eldeki bilgi ilmîdir. Bugün daha çok ona “bilimsel” deniyor.
Bilgi, ister ilmî olsun ister hayâlî, bireyseldir. Bu nedenle bilgi ile (b)ilim arasındaki ince fark da kaçırılmamalıdır.
İlmîlikteki nesneden kasıt, araştırılan, incelenmek ve bilinmek istenen her ne ise, aslî ilkeler esasında uylaşımsal ya da uzlaşımsal olarak “konu” haline getirilebilir olmasıdır. Konu zihin ve dil bakımından kavrama tekabül eder. Gerçeğin ise kavramları aşan bir tarafı vardır. Bu bağlamda uylaşım ve uzlaşım ayrımı mevzusuna girmiyorum. Merak edenler kitaplarıma başvurabilirler. Şu kadar ifade edeyim. Uylaşım, uzlaşım değildir. Uylaşım gerçeği arar. Uzlaşım ise gerçeği manipüle eder.
Siyaset uzlaşımla yürür mesela; (b)ilim ise uylaşımla ilerler.
Selam ile…