“Hayret Ettiklerim”le başlayan köşe yazımdan sonra sizlerden gelen “Hayret Ettikleriniz”i de toplayıp yine köşemde yayınlamayı ve böylece sizlerin de görüşlerinizi ilgililere ve meslektaşlarımıza ulaştırmayı uygun gördüm. Ancak özellikle Sağlık Bakanlığına bağlı Resmi bir sağlık kurumunda çalışmakta olan sayın meslektaşlarımızın huzursuz olmamaları yönünden gönderdikleri cevap ve görüşlerini açık isim ve soyadları yerine, isim ve soyadlarının sadece baş harfleri ile yayınlamayı tercih edeceğim.
Sayın Hocam, Adım M.G, ……..uzmanıyım, …….Devlet Hastanesinde devlet hizmeti yükümlülüğünü yerine getirmekteyim. Medimagazin’deki 11 Şubat 2008 tarihli yazınızı okuduktan sonra, size bir teşekkür yazısı yazmanın boynumun borcu olduğuna kanaat getirdim. Yazdığınız her cümlenin kesinlikle destekçisiyim. Bu konudaki duyarlılığınızdan ötürü de size minnettarım. Elleriniz dert görmesin. Sevgi ve saygılarımla. 28.03.2008
İlçe devlet hastanesinin tek uzmanı iken, Bakanlıktan pratisyen hekimin vekâleten başhekimlik onayı verilmesine hayret ediyorum Sayın Hocam. Dr. A.K. 10.04.2008
Cevabım: “Fırsat eşitliği” prensibi yanına “Hakkın dağıtımında adalet” prensibini koymazsak, atamalarda kıdem, mesleki düzey, mahrumiyet bölgelerinde yapılan hizmet puanı, mesleki aktivitelerin (hasta muayenesi, girişimsel işlemler, bilimsel aktiviteler, verilen dersler, uzmanlık tez yöneticiliği gibi) puanlandırılması ve disiplin durumu göz önünde bulundurulmazsa, sizin olaydaki gibi daha nice haksızlıklar, gurur ve gönül kırmalar olacak ve liyakatin değil de dalkavukluğun, atayanın emir kulu olmanın, kişiliğin yerle bir edildiği sözde yetkili olmanın örnekleri maalesef daima olacaktır. Ne zamana kadar? Sizler ve sizin gibilerin sesi daha gür çıkana, hukuk yolunu daha sık kullanmaya başlayıncaya ve sadece hekimlerin sorunları ile uğraşan etkin bir mesleki örgütlenme sağlanıncaya kadar herhâlde..
Sayın hocam, Sağlık uygulama ve eğitimlerimizde hayret edilecek o kadar çok konu var ki. Mesela hastaların pek çoğu bir yana, kendi meslektaşlarımız bile birbirimizi şikâyet ederiz ama hiç kimse de pratikte yaşanan bu soruna bir çözüm bulalım diye kafa yormaz. Kimse de tıp fakültelerine sağlık iletişimi diye bir dersi koymayı akıl etmez. Ya da deontoloji diye bir dersin varlığını bilirler ama bu dersi kimlerin vereceğiyle, dersin nasıl verileceği ile ilgilenmezler. Üstelik Deontoloji bölümü uzmanlıktan bile sayılmaz. Hayret etmemek mümkün değil. Dr. H.E. 11.04.2008
Cevabım: Biz hekimlerin birbirimizi şikayet etme konusunun ben Medimagazin’in 20-11-2006 tarihli sayısıında yayınlanan köşe yazımda “Hekimin En Büyük Düşmanı Başka Bir…” başlığı altında işlemiş ve biz hekimlerin hasta ve yakıları ile konuşurken sözlerimize çok dikkat etmemiz gerektiğine ve sadece bir kelimemizin başka bir hekim meslektaşımıza yönelik olarak hastayı veya yakınını adeta “bir tetikçi” konumuna sokacağımıza ve işin korkunçluğuna değinmiştim. Bu konunun çözümü için bir taraftan deontoloji derslerinde hekim-hasta ve hekim-hekim iletişimini basit ve açıkça anlatmak, diğer taraftan da mutlaka tıp hukuku dersinin de okutulması uygun olacaktır diye düşünüyorum.
1.Aile hekimliğinin hâlâ pilot uygulama olarak devam etmesine, 2. Tabip odaları başta olmak üzere tüm sağlık çalışanlarının medyadaki haber değeri olmayan çarpıtılmış saygınlık ve güvenilirliğimizi şaibeli hale getirip, toplumu paranoya ve infiale sürükleyen yayınlara sessiz kalmamızı, 3. İdarecilerin tribüne oynama gibi bir pozisyonda çalışmak zorunda kalmalarını, 4. İnsan odaklı hizmet söyleminin haklılığına inanırken, iftira ve isnattan koruyacak DMK 657-25. maddesinin mülki amirlerce uygulanmayarak suç işlemelerini, 5. Aktör olmamız gerekirken, edilgen pozisyonumuzu koruyup, yalnızca karından konuşmamızı, 6. Denetimlerin olması gerektiği gibi yapılmamasını, 7. TTB’nin aktif, dinamik ve mensuplarını fikir sahibi yapması gerekirken bilgi sahibi yapmamasını hayretle karşılıyorum.Yazılarınızdaki hayretlere katılıyorum. Saygılarımla.. C.B. 14.04.2008
Cevabım: 1. Ben de aile hekimliği gibi yeni bir uygulamanın yetkililer tarafından nasıl olur da iyice incelenip, ülkemiz şartlarına göre ayrıntıları da düşünülerek hazırlanmamış olmasına ve bu nedenle pilot uygulamalar ve kör topal uygulatılmasına çalışılmasını anlayamıyorum, 2. Medyanın sağlık muhabirlerinin sağlık kökenli olmaları gerçekleşmeden böylesi çarpıtılmış ve abartılmış haberlerlebir süre daha karşılaşmamız kaçınılmaz olacak, 3. İdarecilerin tribünlere oynayamaması için, toplumsal eğitim düzeyinin yükselmesi ve gerçeklerin açıkça halka anlatılması gereklidir diye düşünüyorum, 4. İdarecilerin hukuksal kararları uygulamayan duruma düşürmek gereklidir, 5. Etken olabilmek, güçlü, saygın ve sözüne önem verilen bir sivil toplum örgütü gerektirir, 6. Ödül ve ceza ikileminin hakkıyla uygulanması, her işlevde temel prensip olduğu gibi, bunun da uygulanması mutlak bir denetlemeyi gerektirir, yoksa düzensizlik söz konusu olur.
Sevgili hocam, öncelikle ellerinize sağlık diyor ve takdirle ellerinizden öpüyorum… Bu seslerin daha gür çıktığında hekimlerin gerçek anlamda mağduriyetlerinin giderileceği, özlük haklarının geliştirileceği ve toplumda yeniden saygınlık kazanabileceği gerçeğini yadsınamaz bir şekilde kabul ederken, hep neden akademik çevreden ses çıkmıyor diye düşünüyordum ve bu nedenle ellerinizden öpüyorum…. Turizm Bakanlığı kalkıp neden 5 yıldızlı otellerde tavan fiyat belirlemez ya da Sanayi Bakanlığı neden satılacak TV’de, buzdolabında tavan fiyat belirlemez, ya da en temel ihtiyaçlarda Tarım Bakanlığı neden tavan fiyat belirlemez ve buğdayın, pirincin, yağın, etin tavanı yok, fakat sadece sağlığın var. Ben 1600 YTL kirayla, karşı komşum aynı nitelikli dairede 1200 YTL’ye otururken devlet yok, ama iş hekime gelince var. Bunu bu kadar iyi ifade ettiğiniz için ellerinizden öpüyorum… Ve umut ediyorum ki akademik çevreden nice eli öpülesiceler çıksa da öpsek! Ama maalesef bugüne kadar sessiz kalan, periferi hep yalnız bırakan ve kendi için rakip gören hocalarımız, iş kendilerine kadar uzanıncaya dek sessiz kalmasa da bunlar başımıza gelmeseydi diyorum. Bir şeye daha dikkatinizi çekmek istiyorum müsaade buyurursanız; halkın hep alım gücünün azlığından dem vuran bu zihniyet Türkiye’de kaç kişiye bir araç düşüyor biliyorlar mı ? Arabası için yılda en az 1000 YTL kasko yatıran ve her yıl bakım yaptıracak para bulan bu zavallı halk neden sağlığa para bulamıyor ben bunu anlamıyorum. Kaza yaptım sağ ön ve arka kapı düzeltmek için 1200 YTL işcilik yazan işveren vatandaş, bana gelip 32 YTL’ye muayene oluyor, yani tenekeye 2 çekiç vurmaktan ibaret olan ve eğitim düzeyi benden çok farklı olan adamın işciliği benden değerli. Ampute el cerrahisine ise devlet 1600 YTL veriyor, buna ses çıkarılmamasını da anlamıyorum. Evet bence hekimin işlevlerinin bedeli daha da ucuz olmalı. Ücretleri belirleyenler halkı bu kadar değersiz görüyorlar ve sağlığın bu ücretleri bile fazla diyorlarsa, bunun da halka anlatılması lazım. Ses çıkmamasını da anlamıyorum ve hayret ediyorum. Dr. A.U. 16.04.2008
Cevabım: Aynı hayretler içindeyiz, çünkü doğru aklın yolu birdir.
Hocam haklısınız da bunları önlemek için ne yapılabilir? Çünkü bu halkı kolayca kandırabilen kişiler maalesef hekimler üzerinden de rant kavgasına girdikleri için ve halkın gerek ekonomik sorunlarını, gerek dini duygularını kullanıp kendi çıkarları için bunları halka karşı birer silah olarak kullandıkları için halk da bizleri birer düşman olarak görmeye başlıyor. Teşekkür ediyorum (Sizin vakıf bursunuzla tıp fakültesini okuyup İstanbul’da dahiliye ihtisasını yapan bir öğrenciniz). Dr. E. 18.04.2008
Cevabım: Siyasetçilerin elinden halkı kandırma silahını almak için eğitilmelerine yönelik sağlık aydınlatma programları ve doğruları sıcağı sıcağına birçok şekilde aktarmak gerekir.
Saygıdeğer Hocam, “Hayret ettiklerim” kapmayanız için şahsım adına çok teşekkür ederim. Öğretim üyesi hekimler olarak; gerçekleri dile getirmek veya sesimizi duyurmak oldukça güzel bir girişim. Yazdıklarınız ve diğer meslektaşlarımın yazdıklarına katılıyorum. Birkaç hayretlik durumu da ben bildiriyorum:
1) Devlet hastanelerinde takip ve tedavisi zor olan, tıbben ağır ve komplike hastalar kolayca ve tabii olarak üniversite hastanelerine gönderilmektedir. Üniversite hastanelerinde bu hastalara daha detaylı ve sık tetkikler yapılmakta, gece klinikte en az bir nöbetçi hekim tarafından takip edilmekte, başka bir kliniği ilgilendiren komplikasyon çıktığında hemen konsültan hekim çağrılıp durum değerlendirilmesiyle tedavisi değiştirilmektedir. Yani; hastalar üç yıldızlı bir otelden beş yıldızlı bir otele geliyor, fakat aradaki ücretlendirme farkı yıldız farkını tutmuyor, ben de buna hayret ediyorum.
2) Çoğalan özel hastanelerde hastaların gönlü olsun diye, bütün tetkikler isteniyor. Hastada bir şey çıkmazsa geri gönderiliyor. Fakat ciddi bir şey çıkarsa hemen üniversite hastanesine sevk ediliyor. Üniversite hastanın tanısını koysun ve tedavisine devam etsin. Doğru. Ama belki orada yapılan tetkik tutarından daha az tetkik yapmaya karşın daha sıkı bir takip ve yoğun bakım hizmeti gerekiyor, çeşitli zor komplikasyonlarla uğraşılıyor. Basit ve kolay hastalardan daha fazla ücret özel hastanelere, zor ve yoğun bakım gerektiren hastalardan az ücret üniversite hastanelerine… Bu duruma da hayret ediyorum.
3) Tıp fakültesi hastanelerinde öğretim üyesinin; öğrenci eğitimi, asistan eğitimi, hasta tanı ve tedavisiyle ilgilenme ve bazen diğer fakültelerde ders verme gibi görevleri var. Bu kadar görev yükünün karşılığı devlet hastanelerindeki uzmanlar kadar (maaş, döner sermaye, vs toplamı olarak) ücret alamamak, yani tıp fakültesi öğretim üyesinin yetiştirdiği uzmanından daha az ücret almak gibi bir durum nasıl göz ardı ediliyor, hayret ediyorum. Prof. Dr. Süleyman Kutluhan. 21.04.2008
Cevabım: Hayret ettiğiniz her üç konunun çözümü için YÖK başta olmak üzere, Sağlık Bakanlığının da üniversitelerin ve diğer eğitim hastanelerinin diğer hastanelerden farklı olarak araştırma ve eğitim hastaneleri olduğunu savunarak farklı bir fiyatlandırma yapılmasını ve paket programların üniversite ve eğitim hastanelerinde uygulanmamasını sağlamaları, ve Üniversitelerarası Kurulun da bu yönde mücadeleye katılması şarttır diye düşünüyorum.
Değerli Hocam, Her cümlesinin çok doğru olduğuna inandığım yazınız için kutluyor, saygılarımı sunuyorum. Selam ve sevgilerimle. Doç. Dr. İlknur Ak 22.04.2008