Sevgili meslektaşlarım!
Makalemizin başlığını yanlış okumadınız, doğru, “Hekim Avcılığı !”…
Yeni bir meslek dalı!
Nitekim, günümüzde hekimleri tuzağa düşürmek, yanıltmak ve açığını yakalayarak avlayıp şantaj yapmak, şu ya da bu şekilde menfaat sağlamak veya tazminata mahkûm etmek, artık yeni bir meslek, yeni bir sektör haline geldi.
Bu sektörün içerisinde hasta, hasta yakınları, sosyal güvenlik uzmanları, bilirkişiler ve avukatların yanında, üzülerek belirtmeliyim ki, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde de örneklerini gördüğümüz şekilde, danışman meslektaşlarımız(!) da bulunmaktadır.
Bütün bunlara rağmen, her ne kadar ABD’de sigorta şirketleri, hekimlerin tazminat mahkûmiyetlerini belli kriterler çerçevesinde karşılayabiliyorlarsa da, ülkemizde meslektaşlarımız genellikle yüz üstü bırakılıp kendi kaderlerine terk edilmektedir.
Tazminatların meslektaşlarımızı etkilemesinden ziyade, benim üzerinde durmak ve vurgulamak istediğim esas konu, çıkar peşinde olan hasta, hasta yakınları, avukatlar ve maalesef bunların kötü emellerine hizmet eden, “HEKİMİN HEKİMDEN BAŞKA DÜŞMANI YOKTUR” (!) sözünü nerede ise atasözü haline getirmek için gayret sarf eden, suflör-ispiyoncu hekimlerin(!), bir organizasyon içerisinde çalıştıkları hususudur.
Kötü emelli bu tür yapılanmaların faaliyetlerine, yine üzülerek ifade etmeliyim ki, medyada, yazılı, sözel ve görsel basında mütemadiyen, hekimleri küçültücü, suçlayıcı, tahkir, taciz ve tazyif edici, muhtemel komplikasyonları hata olarak gösterip abartıcı ve kışkırtıcı haberlerin yer alması, tuz biber ekerek teşvik vesilesi olmaktadır.
Bir türlü aşağılık kompleksinden kurtulamayanlar tarafından yürütülen, tedrici olarak doktorların itibarsızlaştırması, toplumda hekimlerin düşman olarak gösterilmesi için yapılan çalışmalar yetmezmiş gibi, bütün bu tür çıkar amaçlı gayretler, sadece hedef ve muhatap alınan hekimlerde değil, tüm meslektaşlarımızda da moral çöküntüsüne, çalışma azim ve şevkinin kaybolmasına sebebiyet vermektedir.
ABD’deki meslektaşlarını(!) kıskandırırcasına, sadece ve sadece hekimlerden çıkar ve kazanç sağlamak amacıyla muayeneye giden, ilaç kullanan ve hatta ameliyat olan art niyetli kişilerin, “HEKİM AVCILARI”nın olabileceğini akıllardan çıkarmamak gerekir.
“Yok gerekli tetkikler istenmedi, yok ilaç allerji yaptı, yok eksik tedavi, yok yanlış teşhis, yanlış ameliyat…” gibi, bir sürü abuk-sabuk saçmalıklarla uğraşmak istemiyorsak, herkesi de düşman görme obsesyonuna kapılmadan, amma “ÖNCE CAN, SONRA CANAN” kaidesini de unutmadan, her şeyden evvel kendimizi düşünerek çok dikkatli ve tedbirli olmak, “DEVLET YAZIYA BAKAR.” prensibinin bilincinde olarak tıbbi-resmi kayıtları detaylı bir şekilde tutmak, hasta dosyalarını, münhasıran ameliyat notlarını, o kayıtları-dosyaları bir meslektaşımızın inceleyerek bir eksiğimizi, bir açığımızı arayabileceğini düşünerek, hiçbir şüphe ve istifhama yer ve fırsat vermemek üzere güvenli bir şekilde tekemmül ettirilmesine itina göstermeliyiz.
“Hicr-i Aşkındır beni Şair-i Hicran eyleyen” cevabi mısra ile hayat bulan ve NEFES’ten hemen sonra, ona inat, arz-ı endam eden, BEN’i “HİCRAN”, HİCRAN’ı da “BEN” yapan, dumanı üstünde beşinci şiir kitabımız “HİCRAN”dan, “KÛY-İ DİLÂR” isimli rubâiyi birlikte okuyalım ve gözlerimiz kapalı tefekküre dalalım.
(HİCRAN, Rubâiler, İsmail Hakkı AYDIN, Öteki Adam Yayınları, Barış Matbaası, Sayfa; 153, İstanbul, 2013.)
KÛY-İ DİLÂRÂ
“Mızrabınla Ûdunla” huzurdu her seferde,
“Yüzündür Cihânı” rast, devâ idi her derde,
“Semt-i Dildâre” diye bir sabâ şarkı vardı,
“Kûy-i Dilârâ”da mı, bilmem ki şimdi nerde.