Felsefe ve mantık, tarih boyunca her dönemde bütün bilimlerin teorik alt yapısını hazırlamış ve onların önüne yeni yeni ufuklar açmıştır. Kazanılan bütün tekamül ve keşiflerde, az ya da çok Felsefe ve mantık ilminin katkısı asla inkâr edilemez.
Müspet ilimlerin felsefe ile daha çok ilişkili oldukları dönemler, onların deney ve gözleme değil de, saf ve duru aklî teorilere bağlı oldukları dönemlerdir. Bu nedenle eşya ve olayları her zaman saf ve duru aklî teorilerle kavramayı amaçlayan antik Yunan düşüncesinin hâkim olduğu dönemlerde, bilimlerin felsefeyle ilişkisi daha fazladır.
Antik Yunan döneminde ve bu dönemdeki felsefi fikirlerin İslâm düşüncesine aktarılmasından sonra, İslâm düşüncesinde tıp ilmi, daha çok felsefi teorilere bağlı olduğu sebebi ile felsefeyle doğrudan ilişkili idi. Genellikle felsefi teorilere bağlı olan tıp ilmi, doğal olarak bu teorilerin dayandığı düşüncenin kanunlarını koyan mantık ilmiyle de alakalı olmak durumundaydı.
Bütün bu nedenlerden dolayı, geleneksel İslâm düşüncesindeki filozof ve mantıkçıların çoğunluğu, hem mantıkçı hem de hekimdirler. Bunun anıtsal örneklerini tarih boyunca, Arap ve İran asıllı alimler bir yana, Selçuklulardan tutun da, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Dönemi çizgisinde görmek mümkündür.
Mutlaka hikmet sahibi olması gereken hekim ile hâkim arasındaki semantik bağın varlığı da, bu hakikatin bir başka ifadesidir. Bu çerçevede, birkaç örnek vermek gerekirse; Ebu Bekir Razi (865-925) hem hekim hem filozof iken, İbn-i Sina (980-1037) ve İbn-i Meymun (1135-1204) hem filozof hem hekim hem de mantıkçıdır. Diğer yandan, felsefenin en önemli kilometre taşlarından biri olan El- Kindi, psikofizyolojinin kurucusudur. Ayrıca filozof İbn-i Rüşd (ö. 1198)’ün bütün dâhili hastalıkların ele alındığı Kitabu’l-Külliyat ve Kitabu’l-Cüz’iyyat isimli iki eseri, zamanının abidevi tababet şaheseri idi. Filozof ve kelamcı olan Fahrettin Razi’de hekimlik ve tababet ile ilgili eserler ortaya koymuş bir bilim adamıdır. Onun Camiu’l-Kebir ve Tıbbu’l-Kebir adlı eserlerinden başka, Hifzu’s-Sıhha isimli kitabı, ünlü araştırmacı Nicholson tarafından İngilizce olarak yayımlanmıştır.
Yunan felsefesini İslâm düşüncesine aktaran ilk mütercimlerin çoğunun da filozof, hekim ve mantıkçı oldukları unutulmamalıdır. Özellikle bu dönemdeki ilimler daha ziyade teorik olduğu için, mantık bilmeyenin ilmine itibar edilmiyordu. Çünkü mantıkçılara göre, ilimler deneye dayansa bile, hiçbir deney aklın terazisinde düzenlenmeden ilim olamazdı.
Özellikle tıp ilminin felsefe ve mantıkla ilişkisini kısaca şu şekilde ifade etmek mümkündür. Bir hekim, hasta ve hastalıklar hakkında “neden”, “niçin” sorularını sormaya, bunlara cevap aramaya başladığı andan itibaren bilim felsefesi yapan bir felsefeci hüviyetine bürünür, önünü görmeye çalışır ve teşhisinin ve tedavisinin modalitelerini planlar.
Aristo düşüncesinin hâkim olduğu antik felsefede, varlığa “nasıl ve niçin” soruları soruluyordu. Bu nedenle, söz konusu Aristo anlayışının hâkim olduğu dönemlerde bir hekim, aynı zamanda filozof da olmak durumundaydı. Nitekim, aynı prensibin günümüzde de, gelecekte de geçerli bir şart olması gerektiği kanaatindeyim.
“Hâkim (filozof) ile hekim (tabip) arasında hem etimolojik hem de anlambilimsel ilişki vardır. Filozof makrokozmoz olan evreni, hekim ise mikrokozmoz olan insanı araştırır, onun künhüne varmak ister. Bu nedenle bir hâkim, aynı zamanda hekim olmak durumundadır. Antik Çağ’da felsefeye hâkim olan hilozoist (canlı, hylozoism= canlı maddecilik) anlayıştan dolayı, kâinat da insan gibi canlı olarak kabul edilirdi. Ayrıca, kâinatı oluşturan unsurlarla insanı oluşturan unsurlar arasında bir çeşit özdeşlik olduğu kabul edilir, ikisi arasındaki farkın sadece sınıf farkı olduğu söylenirdi. Bu nedenle söz konusu dönemde, hâkimin konusu ile hekimin konusu belli ölçülerde özdeşti.” (Ayık H.)
Tıp ve mantık arasındaki ilişkinin en yoğun olduğu dönem, tıbbi olayları felsefî teorilerle açıklayan, tıbbi bilgileri genellemelerle teorilerden elde etmeye yönelen filozof hekimler dönemidir.
Mantık ilke ve prensipleri, bu dönemde, hekimlikte ve mutatabbiblikte, özellikle şarlatanlıklara karşı bir kalkan olmuş, bir bakıma tıbbi şarlatanlığın önüne geçmiştir. Ancak ister deneye dayanmayan teorik bilgileri kullansın isterse deneyin verilerini kullansın, her durumda aklın tek ölçütü, tek kıstası mantıktır.
Her deneyin belki akılla düzenlenmeye ihtiyacı yoktur, ancak bilimsel deney her zaman aklın düzenlemesine ihtiyaç duyar. F. Bacon’a göre, her şeyden önce duyuların izlenimleri hatalıdır, çünkü onlar yetersizdir ve dolayısıyla bizi aldatırlar. Bu nedenle deneyin verilerinin aklın terazisinde düzenlenmesi gerekmektedir.
Aklı, her türlü düşünme eyleminde hatadan koruyan mantık ilmi olduğuna göre, özellikle teorik bilimlerin, bunun yanında sonuçlarının denetlenmesi bakımından da, deneysel bilimlerin mantık ilminin prensip ve kurallarına ihtiyaçları vardır.
Acaba, “her derde deva soytarılıklarının” çok önemli sebeplerinden biri, günümüzde medya organlarında, utanmadan, sıkılmadan, pervasızca şarlatanlık yapan, tıp eğitimi almış ya da almamış ahlaksız mutatabbiblerin, felsefe, mantık ve ahlak biliminden yoksun olmaları mıdır, diye de düşünmekten kendimi alamıyorum.
Konu ile alakalı bir Felsefi rubai ile yazımızı bitirelim. (Suz-i Dilara, Sayfa;56, 1991)
ŞÜPHELENMEK
Şüphelenmek, akıllı insanların hakkıdır.
Şüphelenmek, kararlı kişilerin vasfıdır.
Akıllı olan kişi şüphelenir her şeyde,
Şüphelenmek, gerçeğin hayati noktasıdır.