Sözün en güzeli, söyleyenin doğru olarak söylediği, dinleyenin de yararlandığı sözdür. (Aristo)
Geçtiğimiz haftalardan birinde bu köşede, bazen doktor yazısının alın yazısı olup canlar aldığından bahisle, doktorların yazılarının okunaksızlığından söz etmiştim. Bu hafta da, yazısının okunaksızlığından şikayet edilen doktorların konuştuklarının anlaşılmazlığına.
4-5 Kasım 2004’de Adana’da düzenlenen ve Türkçe Dişhekimliği Terimleri Sözlüğü oluşturulması gibi önemli bir projenin başlatılmasına vesile olan Birinci Türkçe Dişhekimliği Terimleri Sempozyumunda sunmuş olduğum tebliğde ele aldığım bu konuyu iki yazım boyunca sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Bilindiği üzere, doktorların hasta başı ziyaretlerinde ve hastalara bilgi verme sürecinde yoğun bir ‘tıp dili’ kullanmasından sıkça şikayet edilir. Acaba doktorların bu davranışları doğru mu? Çözüm, doktorların her zaman konuşma dili kullanmaları olabilir mi?
Sağlık hizmetlerinde en temel amaçlardan birisi hastaya yararlı olmak olduğundan, dil (lisan) hekim-hasta ilişkisinin merkezinde yer almaktadır. Sağlık çalışanının ihtiyaç duyduğu bilgiyi hastadan elde etmesinde ve vardığı sonuç ve tavsiyeleri hastaya aktarmasında en önemli araç dil’dir. Bu gerçekten yola çıkarak dil kullanımının öğretildiği iletişim becerileri eğitimi, sağlık hizmetleri eğitiminde en temel derslerden birisi olmalıdır. İletişim becerileri öğrenilebilir ve öğretilebilir bir beceri eğitimidir. Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde son 5 yıldır verilen ‘İletişim Becerileri’ derslerini alan öğrenciler, bu derste öğrendiklerini yalnızca mesleki yaşamlarında değil, gündelik hayatlarında da aktif olarak kullandıklarını ifade etmişlerdir. İletişim, iki yönlü karmaşık bir süreçtir ve mesaj üretme, mesajı aktarma ve mesajın algılanması evrelerini içerir. Etkili iletişim, kişinin muhatabına göre en uygun aktarma biçimini seçmesini gerektirir. İletişimde unutulmaması gereken, karmaşık bir süreç olduğundan iletilmek istenilen mesajın yanlış anlaşılma ihtimalidir. Bu yüzden iletilmek istenilen mesajı özenle hazırlamanın yanında mesajın muhatap tarafından yanlış anlaşılmasına ilişkin belirtileri algılamada da duyarlı olunmalıdır. Mesajın karşıdakine ulaştığı, onun tarafından anlaşıldığı, doğru olarak yorumlandığı ve zihnine yerleştirildiğini kontrol etmek konuşmacının sorumluluğundadır.
Etkili iletişim hekim hasta ilişkisinde çok merkezde yer almaktadır. Halkın hekimlere ilişkin şikayetleri onların mesleki yetersizliklerine ilişkin değil, iletişim sorunlarına ilişkindir.
Unutulmamalıdır ki sağlık hizmetlerinde;
* İletişimin amacı hastaya bir mesajı aktarmak değil, o mesajın onun bilgi durumunda, tutum ve davranışında oluşturduğu etkidir.
* İletişimin değeri onun amacı ve içeriğinden ziyade, hasta üzerindeki etkisi ile ölçülür. Zarif, albenili ve eğlendirici bir iletişim hekimi tatmin edebilir fakat hastayı bilgilenmemiş ve etkilenmemiş bırakır.
* İletişim sadece sözlerden değil tutum, ifade ve jestlerden de etkilenir. Bu özellikle hem hasta, hem hekimin hem alıcı hem de verici olduğu danışım (konsültasyon) da önem kazanır.
İletişimin hasta-hekim ilişkisindeki önemi ve iletişim teknikleri konusunda bu temel bilgileri verdikten sonra esas konumuz olan ve hasta-hekim iletişiminde sorunlara yol açtığı düşünülen tıp dili kullanımına değinmek istiyorum. Bu konuyu hazırlarken başlangıçta ‘tıp dili’ne karşı ‘sade dil’ tartışmasının ‘bize’ özgü bir sorun olduğunu düşündüm. Çünkü ‘iletişim sorunları’, ‘tıp dili’, ‘tıbbi jargon’ anahtar kelimeleri altında benim bulmayı umduğum tartışmalar yapılmamaktaydı. Çünkü bizim ‘tıp dili’ dediğimiz şey, pek çok Anglosakson ve Latin kökenli dillerde ortalama eğitim seviyesindeki kişiler için anlaşılabilir bir dildir. Kardiyopulmoner sistem, üriner enfeksiyon, resüsitasyon bizim insanımız için ‘tıp dili’ olsa da, onların günlük yaşamlarında kullandıkları kavramlardır.
Buna rağmen, son dönemlerde özellikle hastanın ‘bilgilendirildikten sonra olurunun alınması’ (daha yaygın bilinen, yanlış şekliyle ‘aydınlatılmış onam’) ilkesinin, sağlık hizmetlerinde yükselen değer olmasıyla birlikte, Batı’da da hastaların hekimlerin kullandıklar dili yüzünden yeterince bilgilenemedikleri tartışılmaya başlanmıştır. Zira gözlemciler Batı’da da hasta-hekim iletişimindeki mesafenin bugüne kadar hiç olmadığı kadar açıldığından bahsetmektedir. Buna gerekçe olarak da şeker hastalığı ve astım gibi hastalıkların eskiye göre daha karmaşık hale gelmesi ve hastaya bunu anlatacak zamanın azalmasını göstermekteler.
Bunun yanında, eğitim seviyesinden bağımsız olarak hastaların hekimlerin söylediklerini anlamamalarına ilişkin pek çok gözlem ve yayın bulunmaktadır. Hekimler, örneğin Amerika’da hastaya her şeyi açık olarak anlattıklarını düşündükleri halde, hastanın bir sonraki ziyarette yapması gerekenleri ve alması gereken ilaçların dozlarını yanlış anladıklarını bildirmekteler. Bunun için de hekimlerin yalın dili kullanımı konusunda eğitilmesi gerektiği önerilmektedir. Çoğu zaman hemşirelerin görevlerinden biri de, hastaların hekimlerden hastalıkları ve önerilen tedavi konusunda hekimin söylediklerini açıklamak ve yanlış anlamaları düzeltmektir. Genellikle hemşireler bu işte oldukça iyidir, fakat bazen onlar da aynı tuzağa düşerler ve yeteri kadar yalın bir dili kullanmayabilirler. Tahminlere göre 90 milyon Amerikalının hayatı, doktorların, ‘lokal’ dediğinde ‘coğrafi bir bölge’ değil de ‘bedenin belli bir bölgesini’ tarif ettiğini, ‘diyet’ dediğinde ise ‘kilo vermekten’ değil ‘belli besinlerin yenmesi veya yenmemesi’ni kast ettiğini anlamadığından risk altındadır.
Kısacası Batı’daki tıp dili veya medikal jargon tartışmalarında sorun, kelimelerin Latince veya İngilizce kökeni değil, kelimelerin günlük kullanımdan farklı anlam yükünde kullanılmasıdır. Yani biz, bazılarının düşündüğü gibi bugün tıp dili diye ifade edilen kelimelerin dilimizdeki karşılıklarını bulup kullanmaya başlasak, hastaların beklentisi sona ermeyecek, bu seferde, bazı batı ülkelerinde olduğu gibi, kelimelerin farklı anlam yükünde kullanıldığından şikayet edeceklerdir. Bu yüzden hekimlerin kendilerini her zaman ve her yerde hastanın anlayacağı dili kullanmak gibi bir sıkıntıya sokmasına gerek bulunmamaktadır. Nerede nasıl konuşması gerektiğine ilişkin naçizane önerilerimiz bir sonraki yazıya…