Konuşmaya değer olanlarla konuşmazsan, insanları yitirirsin.
Konuşmaya değer olmayanlarla konuşursan, sözcükleri yitirirsin. Bilgeler insanları da, sözcükleri de yitirmezler.”
Konfüçyüs
Bir önceki yazımızda doktorların hasta başı ziyaretlerinde ve hastalara bilgi verme sürecinde yoğun bir ‘tıp dili’ kullanmasından sıkça şikayet edildiğinden bahisle, doktorların bu davranışlarının doğru olup olmadığı ve çözümün, doktorların her zaman konuşma dili kullanmasının uygun olup olmayacağı konusunu işlemeye başlamıştık.
Yazımızı, “bazılarının düşündüğü gibi bugün tıp dili diye ifade edilen kelimelerin dilimizdeki karşılıklarını bulup kullanmaya başlasak, hastaların beklentisi sona ermeyecek bu seferde, bazı batı ülkelerinde olduğu gibi, kelimelerin farklı anlam yükünde kullanıldığından şikayet edeceklerdir. Bu yüzden hekimlerin kendilerini her zaman ve her yerde hastanın anlayacağı dili kullanmak gibi bir sıkıntıya sokmasına gerek bulunmamaktadır”, diye sonlandırmış ve nerede nasıl konuşması gerektiğine ilişkin önerilerimizi de bu yazımıza bırakmıştık.
Psycho-Oncology dergisinin Ağustos 2003 sayısında yayınlanan bir yazıda hekimlerin ‘önemli bilgileri’ hastalarına aktarırken geleneksel iletişim yöntemlerini değiştirmesi gerektiğinden söz edilmektedir. ‘Önemli bilgi’ olarak kanseri alan araştırmacılar 16-64 yaş aralığındaki 100 kadın ve erkeğe yaptıkları anket sonucu, bu kişilerin %60’ının metastaz’ın kanserin yayılımı anlamına geldiğini ve ancak %50’sinin ‘remisyon’un tümör belirtilerinin görülmemesi anlamında iyi haber, ‘progresyon’un ise kanserin ilerlemesi anlamında kötü haber anlamına geldiğini göstermiştir. Kısacası, çalışma halkın önemli bir oranının kanserle ilgili danışımlarda kullanılan kelimeleri anlamadığını göstermiştir. Batıda yapılan çalışmalar kullanılan tıbbi terminoloji karşısında hastaların sorgulamak yerine başını sallayarak dinleme eğiliminde olduğunu göstermiş. Ancak burada kast edilen ‘tıbbi terminoloji’ veya ‘tıp dili’ kavramı bizim ülkemizde anlaşılandan biraz farklıdır.
Gelelim ‘tıp dili’nin bizim ülkemizde kullanılan ve bazen eleştiriye konu olan şekline. Bazı tıp çalışanları ve iletişimciler sağlık çalışanlarının klinik ortamlarda tıp dili kullanmasının mahsurlarından söz etmekteler. Bu tür bir dili kullanımı ile hastaların hastalıkları konusunda yeterince bilgilenemedikleri, işittiklerini anlamama veya yanlış yorumlamadan dolayı yersiz endişeye kapıldıklarını dile getirmekteler. Aslında burada önemli bir ayrım yapılması zorunluluğu bulunmaktadır. Acaba, hekimlerin sade dil kullanmasını isteyenler hekimin hasta ile konuşurken mi ‘sade dil’ kullanmasını istiyor, yoksa hekimlerin kendi aralarında da mı ‘sade dil’ kullanmalarına taraftarlar? Eğer söylenen birincisi ise haklılık payı bulunmaktadır. Yani, iletişimin temel kuralı olarak verilmek istenilen mesajı karşı tarafa iletmek için en uygun araç seçilmelidir. Bu durumda değil tıp dili, sade dil bile bazen yeterli olamamaktadır. Hem Amerika ve İngiltere’den yukarıda verdiğimiz örnekler, hem de ülkemizde, özellikle de Güneydoğu’da yaşanılan gerçekler bunu göstermektedir. Bazen hastanın eğitim, kültür ve zeka düzeyi, bazen de ana dilinin farklı olmasından dolayı Türkçe anlama ve anlatma kapasitesi sizin konuştuğunuz ‘sade dil’ de anlamaya yetmemektedir. Bu durumda hastaya verilmek istenen mesaj, iletişim becerilerinin bütün yöntemleri kullanılarak verilmelidir. Ancak eğer hekimlerin klinik ortamlarda ve hasta yanında kendi aralarında da tıp dili kullanmamaları isteniyorsa o zaman iş değişmektedir. Bu durumda sağlık çalışanı bir başka meslektaş veya meslektaşları ile konuşmaktadır. Yani bu iletişim eyleminde muhatabı hasta değildir. Hasta burada, konu kendisi ile ilgili olsa da, sadece bir ‘kulak misafiri’dir ve sağlık çalışanlarının dillerini ‘kulak misafirleri’nin anlama durumlarına göre şekillendirmek diye bir zorunluluğu bulunmamaktadır.
Aksine sağlık çalışanlarının kendi aralarında konuşurken sade dil kullanmalarının ek sakıncaları da bulunabilir. Bunlardan birisi yarım yamalak anladıkları konuşmalardan hastanın farklı, çoğu zaman da yanlış çıkarımlarda bulunması, diğeri de hekimlerin kendi aralarında fikir jimnastiği yapma ve farklı alternatifleri mütalaa etme şansının ellerinden alınmasıdır. Aslında bazen tıp dili kullanmak, hatta hastayla iletişimde iken de kullanmak bir gereksinim olabilir. Bazen tıp dili tam olarak anlatamadığımız bir durumun etrafında dolaşmak için kullanılabilir. Doğrusu sağlık çalışanının böyle bir lüksü de olmalıdır. Hekim bazen düşüncesini toplamak, en doğru ifadeyi bulmak için ortamı biraz ‘sisli’ biraz ‘dumanlı’ yapma gereksinimi duyabilir. İşte o zaman tıp dili onun yardımına yetişir.
Sonuç olarak; hekimin hastayı hastanın ihtiyaç duyduğu kadar bilgilendirmesi (aydınlatması değil) esastır. Bu bilgilendirme hasta hangi dilden anlıyorsa o şekilde yapılmalıdır. Hasta bir hekim ise bu bilgilendirme tıp dili ile yapılabileceği gibi, Türkçe anlama düzeyi çok düşük olan bir hasta için farklı bir dilde, hatta işaret dili ile yapılabilir. Konuşma, tarafların kendilerini en rahat hissettikleri lisanı kullanarak anlatmak istediklerini karşıdakine aktarma sürecidir. Eğer bu sağlık çalışanları arasında tıp dili ile oluyor ise bunu değiştirmek için herhangi bir dış zorlama yapılması yanlıştır.
Hasta-başı konuşmalarda hekimlerin konuşma dili yerine tıp dili kullanmaları bir hak değil aslında bir zarurettir. Bir kalp hastasının başında kendi aralarında danışımda bulunan hekimler “hastanın respiratuvar fonksiyonları da kontrol edilmeli” yerine “hastanın solunum fonksiyonları da kontrol edilmeli” derse hastaya yarar değil zarar vermiş olurlar. Birinci durumda olayın farkında olmayan hasta ikinci durumda “demek benim akciğerlerimde de bir hastalık şüphesi var” vehmine kapılarak yeni bir takım psikosomatik semptomlar ortaya çıkaracaktır.
Hastaya “Biz şu anda kendi aramızda sizin durumunuzu değerlendiren ve farklı ihtimalleri ele alan konuşmalar yapıyoruz. Daha sonra size bilmek istediğiniz her şey anlatılacaktır” dedikten sonra hekimler tıp dili veya kendi diledikleri her hangi bir dili kullanarak konuşmalıdırlar. Kısacası hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının özel ve mesleki yaşamalarında kendi aralarında konuşmalarını diğer insanlar belirleyici olmamalıdır. Sağlık çalışanları pek çok bakımdan baskı altına alınmışken bir de en temel haklarından olan kendi aralarındaki iletişimde istedikleri dilde konuşma hakları da ellerinden alınmamalı.