Tarih boyunca hekimler, en ilkel kabilelerden en medeni toplumlara varıncaya kadar, insanlar tarafından, farklı bir statüde itibar görmüş, tedavi edici, şifa verici ve Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak addedilmiştir.
Gördükleri bu sıra dışı hürmet ve itibar, ister istemez, toplumun bazı kesimleri tarafından belli oranlarda tepki, çekememezlik, kıskançlık ve hatta düşmanlıklara sebebiyet vermiştir. Üzülerek belirtmeliyim ki, bu meslek grubu, dünyanın her yerinde toplumların tolerans, anlayış, inanç, ihtiras, ahlak ve kültürel seviyeleri ile ters orantılı olarak, menfi anlamda tepkilere, maddi ve manevi baskılara maruz kalmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında her türlü saygı ve ihtimamı gören hekimler, mesleklerinin icrasının yanında, aynı zamanda gerek siyasi, politik, sosyal, sanatsal ve gerekse kültürel gelişmelere de ön ayak olmuş ve bu alanlarda da liderlik yapmışlardır. Hatta Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in ilanından sonra da, “Tıbbiye, Mülkiye ve Harbiye çekişmesi”(!), münferit veya ittifaklar halinde, bazen su yüzüne çıkmadan bazen de aleni bir şekilde süregelmiştir.
Bütün bunlar, hekime gösterilen spontan toplum itibarına, son zamanlarda olduğu kadar gölge düşürememiştir.
Kendi ülkelerinin meri kanunlarına tabi olan bu meslek grubu, mesleklerini icra ederken, aynı zamanda ahlaki, vicdani ve mesleki kural, kanun, gelenek ve yeminlerine de tabi olmuşlar ve bu nedenle resmen memur statüsünde olsalar da, yönetimlerin toleransları çerçevesinde memuriyet kuralları belli ölçüde uygulanmamıştır. Yani, bir anlamda hekimler, memur sınıfı dışında tutulmuşlardır.
Şimdi, günümüze baktığımızda, yapılan düzenlemelerle bir açıdan memurlaştırılan hekimler, mesleklerinin icrasında, psikolojik olarak, vicdani, ahlaki ve hekimlik kural ve kaidelerini göz ardı etmeye zorlanmaktadırlar. Defansif hekimliğin(!) kol gezdiği bu ortamda, mesaisi biten ve nöbeti de olmayan meslektaşlarımı, ne olursa olsun “hastaya el sürmeme” düşüncesine itmekte, yüklü tazminatlara mahkûm edilme korkusu ile “Benden ne kadar uzak, o kadar iyi ve güvenli” felsefesini savunur hale getirmektedir.
Oysa ki hekim, meri kanunlardan ziyade, vicdan muhasebesi ve kuralları çerçevesinde mesleğini icra ettiği oranda, Allah’ın sıfatı olan “ŞAFΔ vasfını yerine getirerek “TABİP” olabilmektedir. Kanun ve yönetmelikler ile “memur” statüsüne sokulmaya çalışılan meslektaşlarımızdan, tam manası ile bu erdemi beklemek de safdillik olur.
Hiçbir idari ve kanuni zorlama olmadan, tamamen kendi mesleki ve vicdani hür irade ve kararı ile zaman ve mekân gözetmeksizin hastasının imdadına koşan hekimleri, bu düşmanlıklar, bu şiddet uygulamaları, bu tazminatlar, bu memurlaştırma gayretleri, bu çekememezlikler ve itibarsızlaştırma hareketleri devam ettiği müddetçe, ara ki bulasın.
Kitab-ı Müstakbel “HİCRAN”dan bir şiirimizi paylaşarak “NEFES”lenelim.
DİLARA
Ey dost! Gel bu Âlemde, sen bir Ehl-i dil ara.
İtibar etme sakın, riyakâr âşıklara.
Hakikat sofrasından, Şükür, Rabb’im lütf etti,
Kalplerin fethi için, bir Sâlihâ Dilârâ.