(tababet san’atının icrası ile geçen 33 yıl / anı 12)
Klinikte yine bir pazartesi günü idi.
Sabah viziti sonrası asistan odasında, hafta sonu nöbette bir kıdemlimizin yatırıp ameliyata aldığı bir vaka etrafında konuşuluyordu.
Asistan odasında sadece asistanlar değil, şef muavinimiz ve başasistanımız da gün içinde sıkça uğrar, oturup sohbet muhabbet ederlerdi. Vakalardan tutun da akla gelen her konu konuşulur, bazen hararetli tartışmalar olur, espriler ve şakalar yapılır, cuma günleri asistanlardan birinin ilk defa yaptığı bir ameliyat filan bahane edilir, dışarıdan yemek getirtilir, birlikte yemek dahi yenirdi. Hatta şeflerimiz bile ara sıra da olsa uğrar, iştirak ederlerdi.
O gün, hakkında konuşulan bu vaka bir ateşli silah yaralanması olup tabanca kurşunu göğüs kafesinin ön tarafından girmiş, arka tarafından çıkmıştı. Göğüs duvarı ile akciğer arasında az miktar kanama olmuş, başka bir komplikasyon (istenmeyen olası yan etki) olmamıştı. Nöbetçi asistan göğüs boşluğuna dren takmış, fazla bir drenaj (sızıntı) da olmamıştı. Fakat buna rağmen yine de ameliyat kararı almış ve göğsü açıp kurşunun akciğerdeki giriş çıkış deliğine dikiş koymuştu.
Ameliyat endikasyonu (gerekliliği) üzerinde yapılan tartışmada, vakayı yapan asistan dışında herkesin mutabık kaldığı husus, ameliyatın gerekli olmadığı yönünde idi. Fakat daha sonra tartışma başka bir noktaya kaydı ve ameliyatın tıbben değil ama adli yönden doğru, yani bir açıdan ceza olarak yerinde olduğu şeklinde idi. Söylentiye göre, yaralanan ve ameliyat edilen kişinin bir başkasının hanımı ile ilişkisi varmış ve o kişi de durumun farkına varıp şahsı vurmuş. Asistan odasında ameliyatı yapan asistan hariç herkes ameliyat endikasyonunun olmadığı konusunda hemfikir olduğu gibi, büyük bir kesi ile göğsün açılmasının (torakotomi), bu suçu işleyen kişi için istenmeden de olsa gerçekleşmiş bir nevi ceza olduğu hususunda ben (belki birkaç kişi) hariç, bu sefer ameliyatı yapan asistan dahil herkes yine hemfikir idi.
Endikasyon (olmadığı) noktasında hemfikir olmama rağmen ikinci yaklaşıma itiraz ettim. Zira hekim olduğumuzu, hâkim olmadığımızı, cezai noktada hüküm verme (beyan etme) hakkımızın olmadığını belirttim. Fakat bu görüşüm çoğunluk tarafından pek de itibar görmedi, desteklenmedi. O hengâmede olay konuşulup gülüp geçildi ve bitti.
İçinde yaşadığımız toplumda üniversite mezunu, hatta hekim dahi olsalar bu yaklaşımda geleneksel ve kültürel öğeler yanında erkek cinsiyet olmanın da payı olduğu bir gerçektir. 1990’lı yılların başında, birçok cerrahi branşta olduğu gibi göğüs cerrahisinde de bayan hekim çok az olup bizim klinikte hiç yoktu. Erkek egemen bir ortam ve anlayış hakimdi. Hatta şimdi hayatta olmayan bir kıdemlimiz bana, ihtisasa yeni başladığımda öyle bir cerrahi asistanı tarifi yapmıştı ki, “eyvah, bu tarife göre benden iyi bir cerrah olmaz!” demiştim içimden.
Tıbbi gereklilik konusu, doğru veya yanlış, bir yere kadar anlaşılabilirdi fakat “oh olsun, o ahlâksız da bu haltı yemeseydi, bu ameliyat ağrısı ve izi de ona bir çeşit ceza ve hatırlatıcı olarak yeter” diye düşünüp hükme varmanın, hâkim değil hekim olan bizlere yakışmadığı kanaatindeyim. O gün ne düşünüyorduysam bugün de hala aynı şekilde düşünüyorum.
Arapça h-k-m kökünden türeyen hüküm, hekim, hâkim, hakem, muhkem, muhakeme, hikmet gibi kelimelerden hakemlik mesleğini bir yana bırakacak olursak, özellikle hekim ve hâkim, biri tıbbi diğeri hukuki (adli) konularda hüküm veren ve hikmetli davranması gereken mesleklerdir. Biri diğerinin yerine kendini koyamaz, koymamalıdır da.
Hukukun temel ve genel kurallarından biri ve belki de en önemlisi suçsuzluk karinesi olup “aksi ispat edilene kadar kişi masumdur” şeklindedir. Her iki meslek grubu da hiçbir etki ve baskı altında kalmadan vaka hakkında en doğru kararı (hükmü) vermesi gereken meslek grubudur.*
Zikrettiğim olayda sadece duyum vardır; ne bir ifade, ne de bir kanıt vardır. Üstelik hekim olarak bizler, hüküm makamında (hukuki anlamda) değiliz (aslına bakarsanız olaya hâkim de değiliz) ve bu konu bizim ilgi alanımıza girmez.
Bizi ilgilendiren yönü sadece hastanın tıbbi yönüdür ve bu gayeye matuf olarak, birlikte çalıştığımız meslektaşlarımızla istişare edip (vaka konseyi), tıbbi içtihad yöntemlerini uygulayarak tanı ve tedavisinde en doğru ve isabetli kararı vermektir.
KAYNAK
*http://www.haberinadresi.com/hekim-hakim-ve-hakem-makale,87.html
3 yorum
Hiç unutulmaması gereken bir konu. Teşekkürler.
Bu anının ve bu sitede yayınlanmış diğer anıların gözden geçirilmiş son hallerinin ve ayrıca yayınlanmamış birçok anının yer aldığı ve bir yılı aşkın süredir üzerinde çalıştığım kitabım “BENİM YOLUM / Tababet San’atının İcrası İle Geçen 33 Yıl”, 08.12.2021 tarihinde okuyucu ile buluştu. Kitap 378 sayfa olup Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık (KDY) yoluyla yayınlandı ve kitapyurdu sitesinde satışa sunuldu. Kitabı incelemek ve edinmek isteyenler için internet adresi; https://www.kitapyurdu.com/kitap/benim-yolum/602498.html
“BENİM YOLUM – Tababet San’atının İcrası İle Geçen 35 Yıl” KİTABIMIN “GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ VE İLAVELİ 2. BASKI”SI ÇIKTI.
İKİNCİ BASKIYA ÖN SÖZ’Ü OKUMAK İÇİN;
https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2023/09/benim-yolum-tababet-sanatnn-icras-ile.html