Hekimlik mesleği ile musiki arasında, diğer sanat dallarından ziyade, çok daha fazla yakın bir ilişkinin olduğunu herkes bilir. Bu durumun, aynı hikmet membaını kullanmalarından mı, yoksa her ikisinin de aynı kaynaktan beslenmelerinden mi meydana geldiğini izah etmek gayreti içerisinde olmayacağım. Zira her iki husus, tarih boyunca o kadar iç içe geçmiş ki, insanın, birisi olmadan diğeri de olmaz diyesi geliyor.
Hekimlerin, herhangi bir sanat dalı ile özellikle de musiki ile az ya da çok, profesyonel veya amatör bir şekilde ilgilenmeleri, çağlar boyu süregelen kadim bir geleneğimizdir. Hekimlerin musikiyi tedavide bir enstrüman olarak kullanmalarının yanında, bu sanat dalının gelişmesinde ve çok daha geniş bir alana yayılmasında büyük katkıları olmuştur.
Şaman Otacı’lardan Pythagoras’a, Hipokrat’a, Asklepios’a ve Türk-İslam alimlerine varıncaya kadar, birçok hekimin musikiyi hiçbir zaman göz ardı etmediklerini ve ileri derecede katkıda bulunduklarını, yazılı bilimsel kaynaklardan öğrenmekteyiz.
İlk Türk Musikisi nazariyatını yazan El-Kindi, musiki ile tıbbi bilgileri sentezleyerek, musiki ile tedavinin çok önemli olduğunu ortaya koymuştur. Büyük filozof, alim, astronom ve hekim olan Farabi, aynı zamanda etkin bir müzikolog olarak, birçok hatırı sayılır araştırmalarda bulunmuş ve eserler vermiştir. Bugün kullandığımız Kanun Sazının ilk prototipini de yapan Farabi, ilmi açıdan musikinin tedavide kullanılması gerekliliğini ortaya koymuştur. Daha sonra, Hipokrat ve Galen ile birlikte, tıbbın abidevi temel üçgenini tamamlayan İbn-i Sina, musikinin insan bedeni üzerindeki etkilerini, bilimsel kurallar çerçevesinde sistematik olarak araştırmış ve tedavide kullanmıştır.
Osmanlı İmparatorluğumuzda ise musiki ile ilgilenmeyen hiçbir hekim yok gibidir. Hatta, aynı zamanda önemli bir şair de olan Hekimbaşı Şuuri Hasan Efendinin, “Musiki bilmeyen hekim, teşhis ve tedavide başarılı olamaz” sözünden hareketle, pek muhterem meslektaşım, aziz dostum, duygu insanı, hanende, sazende ve bestekâr, Psikiyatr Dr. Adnan Çoban, “Osmanlı’da hekim olmanın şartlarından biri de musiki bilmekti” ifadesini kaydetmektedir.
Son yıllarda temayüz etmiş, musiki ile ilgilenen hekimlerimizin hepsinden söz etmek, mekân ve zaman açısından mümkün değildir. Ancak, Türk Musikisine bir ömür vakfetmiş Jinekolog Cerrah, Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça’nın ve bazı ilaç firmalarınca kurulmuş çarka çomak sokan, dalgasına taş atan, menfaat düzenini bozan ve derin derin akan suyu bulandıran, muhterem meslektaşım, udi, Prof. Dr. Ahmed Rasim Küçükusta’nın isimlerini zikr etmeden geçemeyeceğim.
Türkiye Cumhuriyeti, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Devlet Klasik Türk Müziği Korosunun banisi, ilk hocası ve ilk şefi, Radyolog, Prof. Dr. Nevzat Atlığ, bu hizmeti ile milli kültürümüze çok büyük bir armağan bahş etmiştir. Üzülerek belirtmeliyim ki, milli benliğimiz ve kültürümüzün kuşaktan kuşağa aktarılmasında çok mühim bir görev ifa eden ve “SIR” perdelerini zorlayan bu koro, günümüzde, gerek devlet kademesinden ve gerekse toplumdan yeterli derecede, hak ettiği alaka ve desteği görememektedir.
Ülkemizin ve musikimizin gurur abidesi bu Devlet Koromuzun Şefi olan, kadim dostum, kardeşim, udi, hanende ve sazende Mustafa Fatih Salgar, operasyonun başarılı bir şekilde sürmesi ve komplikasyonsuz olarak sonlanması için, ameliyat ve ekibini itina ile yöneten bir cerrahın disiplini ve hassasiyeti içerisinde, sazende ve hanendeleri, gözleri, mimikleri, hareketleri ve parmakları ile idare ederek, koronun mükemmel eserler icra etmesini sağlamaktadır.
“Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göç eder” ve “Marifet iltifata tabidir, müşterisiz mal zayidir” gerçeklerini dikkate alarak, özellikle Kültür Bakanlığının bu koromuza kafi derecede destek vermesini ve layık oldukları yere gelmeleri için imkân sağlamasını istemek, kuruluşunda, harcında ve ustalığındaki hakkımız sebebi ile suskun ve susturulmuş meslektaşlarım adına, bir hekim olarak talep ediyorum.
Ve “NEFES”den (Eser Ofset, Sayfa 93, 2010) bir rubai;
KİMSİN SEN?
Çile dolu bu ömre, sonsuz heyecan mısın?
Gözümde ışık mısın, kan mısın, canan mısın?
Anlamadım kimsin sen, süsleyen hazanımı?
Yoksa sırrı çözümsüz, bedenimde can mısın?