Tıp olarak adlandırdığımız uğraşı alanı, bilim ve teknolojinin ilerlemesine paralel olarak değişik adlarla anılan sağlık personelini kucaklamakla birlikte, hekimle özdeşleşmiştir. Bu nedenle, bu yazıda hekim için ifade ettiğimiz her düşünce geniş anlamda diğer sağlık personelini de ilgilendirmektedir. Son dönemlerde, yazılı ve görsel basının yanı sıra elektronik mektuplarda da hekimlerin ve eczacıların parasal amaçlı organize suçlarda yer aldıklarıyla ilgili haberlere rastlamaktayız. Söz konusu olayların yargıya intikal ettirildiklerine vakıf olduğumda çok da hoş olmayan “Hekim ve Para” konusunu ele almaya karar verdim ve öncelikli olarak arşivime göz attım.
Arşiv bilgileri, cerrahların “bıçak parası” aldıkları iddiası ile sık sık suçlandıklarını ve bu nedenle yargı önüne çıktıklarını ortaya koymaktadır. Bunun yanı sıra hastaların özel muayenehanelere yönlendirildikleri ve hastalardan gereksiz tetkikler istendiği de hekimler aleyhine iddia edilmektedir. Ne yazık ki, şüpheli ve sanıkların içerisinde mesleğinde temayüz etmiş ve “profesör” unvanını almış hekimler de bulunmaktadır.
1960 tarihli Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin çeşitli maddelerinde “tabip meslek ve sanatının icrası vesilesiyle ya da tabip, sanat ve mesleğini icra ederken” ifadeleri geçmektedir. Ayrıca 1219 Sayılı Kanun’un adı “Tababet ve Şuabat-ı Sanatlarının Tarz-ı İcrasına Dair Kanun” dur. Bunları belirtmemdeki amaç, hekimliğin bir meslek ve sanat olmasıdır. Hayat Büyük Türk Sözlüğü meslek tanımını, “Her adamın dünyada yaşamak ve geçinmek için tuttuğu iş, tabi olduğu tarz, yol” olarak vermektedir.
Yukarıdaki paragraftaki bilgilerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda; mesleğini ve sanatını icra eden hekimin, yaşamını ve geçimini sağlamak için bunun karşılığında yasal bir ücret alması kadar doğal bir şey olamaz. Nitekim, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hekimlerimiz, geçimlerini temin etmek amacı ile özelde ya da kamuda hizmet vermektedirler. Buraya kadar ne taraflar için (hasta, hekim, devlet gibi) ne de değerler için (etik, hukuk) hiçbir sıkıntı söz konusu değildir.
Gelinen noktada sıkıntı, kamuda çalışan ve yaptığı işin karşılığında aldığı maaşı yeterli görmediğini ifade eden hekimin, hastaya karşı kamu görevlisi olmanın sağladığı nüfuzu kullanarak gelirini arttırma yolunu seçmek istemesindedir. Oysaki anayasal bir kavram olarak nitelendirebileceğimiz kamu görevlisi/memur kavramı, kişiye belirli hak ve yetkiler verirken sorumluluk da yüklemiştir. Bu nedenle bu sıfatı taşıyan herkes gibi, hekimlerimizin de yaptıkları işlerde bunu öncelikle hatırlamaları gerekir. Çünkü; kamu görevlisinin/memurun bu sıfatları ile yaptıkları işler devlete mal edilen işlerdir. Bu nedenle bu işleri yapan kimseler kamu idaresinin güvenirliğini korumak zorundadırlar. Aksi takdirde kamuda çalışan az sayıdaki bu “çürük elmalar” itibar kaybına neden olarak “Devlet’e” olan güvenin ve inancın ortadan kalkmasına zemin hazırlamaktadırlar. Konuya bu mantıkla yanaşacak olursak olayın önemini daha iyi kavrayabiliriz.
Hastaya yapılacak cerrahi müdahalelerde hiçbir yasal dayanağı olmayan “bıçak parası” adı ile hastadan alınan para Yargıtayın öncelikli uygulamasında her ne kadar “rüşvet” suçu olarak nitelendirilmiş olsa da doktrinde kabul edilen görüş “irtikap” suçunu oluşturduğudur. Nitekim, 5237 sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu’nun mimarlarından Özgenç, haklı bir işin gördürülmesi amacına yönelik olarak menfaat sağlanması halinde icbar suretiyle irtikap suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir demektedir. Bu ifade esas alınarak yaşamın ve vücut bütünlüğünün korunmasına yönelik menfaat temininde irtikap söz konusudur. İrtikap suçu, temelinde kamu görevinin sağladığı nüfuzun ve güvenin kötüye kullanılmasıdır. Olaya tıp mesleki etiği yönünden baktığımızda, hekimliğe adım atma sürecinde edilen “Hekimlik Yemini” bize yol gösterici niteliktedir. Her hekim, namusu üzerine and içtiği Yemin’de “Hayatını insanlık hizmetine vakfedeceğini, sanatını vakarla ifa edeceğini, hekimlik mesleğinin şerefini ve an’anelerini devam ettireceğini” özgür iradesi ile beyan etmektedir. Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin ilgili maddelerine göre hekim, mesleğinin icrası dışında dahi olsa meslek ahlakına ve adabına yakışmayan davranışlardan kaçınmak zorundadır. Mesleğine ve tedavi kurumuna ticari görünüm veremez. Ve konu ile ilgili en can alıcı hüküm olarak, hastalara hangi suretle olursa olsun haksız bir menfaat teminini çağrıştıracak fiil ve harekelerde bulunamaz. Bu nedenle “bıçak parası” adı altında bir menfaat temininin, meslek etiği açısından hoşgörü ile bakılabilecek hiçbir yanı yoktur.
Hekimin hasta ya da başka bir şahısla bir menfaat ilişkisine girmesinin etik ve hukuki açıdan uygun olmadığını kesin olarak belirttikten sonra, “Terazi’nin” diğer kefesine koymamız gerekenlere bakalım.
Başta hekimlerimiz olmak üzere tüm sağlık personelimizin ücret açısından sıkıntılarının olduğu bilinmektedir. Cumhuriyetimizin ilk dönemlerindeki zor şartlara rağmen hekimlere uygulanan ücret politikaları zaman içerisinde hekimlerin aleyhine dönmüştür. Hekimin ekonomik yönden güçsüz bırakılması hızla gelişen mesleki bilginin ve teknolojinin yeterince takip edilememesine neden olmakta bu ise, domino taşı etkisi göstererek;
1. Hatalı hekimlik uygulamalarına yol açarak hastalara ve hekime zarar vermekte,
2. Ülkemiz sağlık personeline ve sağlık kurumlarına olan güveni azaltmakta,
3. Hekimlerin etik ve yasal olmayan, davranışlara (ilaç firmaları ile çıkar ilişkisi, gerçeğe aykırı reçete ve rapor düzenleme, bıçak parası alma gibi) yönelmelerine neden olmaktadır.
İnsanın bireyselleşmesi sürecinde, en önemli hakkı olan yaşama hakkının ve bu hakkın, kaliteli bir şekilde kullanılabilmesinin en önemli bileşeni olan ruhsal ve bedensel bütünlüğün korunmasını kendisine temel amaç edinmiş, önemi ve etkinliği her zaman kabul görmüş bir mesleğin uygulayıcısı olmuş hekimlerimizin bu tür istenmeyen durumlara düşmemeleri için ücretlerinde gerekli iyileştirilmenin yapılması şarttır. Ancak; kamuya ait bir hastanede, elektrik tesisatından kaynaklanan bir yangın sırasında başladıkları açık kalp ameliyatını, canları pahasına başarı ile tamamlayan cerrah ve ekibinin bulunduğu bir ülkede, ekonomik beklentileri ne kadar haklı olursa olsun “bazı çürük elmaların” sorunun çözümü için, meslek etiği ve hukukla bağdaşmayan bir reçeteyi tercih etmeleri asla kabul edilemez.