Dr. Cahit bir yıl önce evlenmişti.
Eşi de doktordu. Bir aylık bebeği vardı.
Cahit bir tıp fakültesinin cerrahi kliniğinde asistandı.
Gün aşırı nöbet tutuyordu.
Cumartesi, Pazar günleri onun için haftanın tatil günleri olarak bir anlam taşımıyordu.
Gün aşırı nöbetçiydi.
Sabahları saat 07.00’da çalıştığı kliniğe geliyor, vizite katılıyor, kıdemli asistandan ya da başasistandan gerekli notları alıyor, vizit sonrasında pansumanları tamamlıyor ve en geç saat 08.00’da ameliyathanede hazır bulunuyordu.
Bir aylık bebeği hastaydı.
Bu yüzden gece yeterince uykusunu alamamıştı. Sabah kahvaltısı için vakti yoktu.
Her gün en az beş ameliyata giriyordu.
Ameliyatlar en erken saat 16.00’da tamamlanıyor, yoğun bakımda kalan hastaların kontrolü de en erken saat 17.00’da bitiyordu.
Gün aşırı nöbet tuttuğu için saat 18.00’da nöbeti arkadaşlarından devralmak zorundaydı.
Öğle yemeğini yiyip yemediğini hatırlamıyordu.
Ameliyat süresince hocanın anlattıklarını anlar gibi davranıyordu.
Nöbeti devralıp akşam vizitini tamamladığında acil bir hastanın geldiğini haber alıyor ve ameliyathaneye koşuyordu.
Dr. Cahit sürekli stres, sürekli yorgunluk süreci yaşatan bir mesleğin aktörü olarak koşturuyordu.
Dr. Cahit, mesleği nedeniyle, ülkesinin sağlık altyapısı koşullarında yüklendiği “psikolojik travma” yükünü, yaşamının en aktif döneminde taşırken, karşılaştığı fiziksel travmaların da yükünü taşımak zorunda kalıyordu. Cahit, hekimlerin bir “tehdit algılaması” riskini taşıdığını düşünerek meslek yaşamına başlamamıştı. Meslek yaşamını en saygın mesleklerin başında geldiğini düşünerek yaşamak istiyordu.
Sağlık Bakanlığının aldığı güvenlik tedbirleri, güvenlik görevlilerinin konuşlandırılması ve güvenlik kameralarının dizayn edilmesi kurumsal güvenliği arttırıyor gibi algılıyordu.
Dr. Cahit, hastayı tanımayı, hastalığı tanımayı, hasta sahiplerini tanımayı, hastayı ve hasta sahiplerini bilgilendirmeyi, toplumu tanımayı, toplum psikolojisini tanımayı, hekim haklarını ve hasta haklarını öğrenmeyi iş yoğunluğu nedeniyle gündeminde tutamıyordu.
Kendi iş yoğunluğunun oluşturduğu “psikolojik travma” ile hasta sahiplerinde biriken psikolojik travma, sağlık hizmeti sürecinde çatışınca, ortaya hekime hakaret ve fiziksel travmaya dönüşen bir atmosfer çıkacağını düşünemiyordu.
Ne zaman ki, nöbeti devrederken hasta sahibinin “Sen ne biçim doktorsun…” cümleleriyle başlayan hakaret ve hastaneden ayrılırken maruz kaldığı tartaklamayla karşılaştığı ana kadar…
Dr. Cahit, karşılaştığı “şiddet” olayından sonra kendi meslek yaşamını gözden geçirme ihtiyacı duydu ve düşündü. “Benim eğitimimde bir eksiklik mi var? Ben hasta sahipleriyle yeterli diyaloğu kuramıyor muyum? Toplum hekime saygısını mı kaybetti?
Hastalar sağlık hizmetine ulaşmakta zorluk mu çekiyor?
Verilen hizmetlerde kurumlar yetersiz mi?”
Hekimlerin yarıdan fazlasının karşılaştıkları şiddetten şikâyetçi olmadan yaşamlarını sürdürmeleri, Dr. Cahit’in düşündüğü sebepleri ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Sorunların sebeplerini ortadan kaldırmadan sonuçları konuşmak zaman kaybıdır.
Not: Dr. Cahit bütün hekimleri temsilen çözüm düşünmeye devam ediyor.
Saygı ve sevgiler…