Bilindiği gibi insanoğlu yüzyıllardır doğanın tanınmayan güçlerine karşı içinde daima bir korku duymuştur. Ancak bugün doğayı kontrol edebilecek düzeye gelen insanın kötü bir hastalığa yakalandığı (kanser ve diğerleri) korkusunu içinden atmak için birçok nedeni vardır. Bütün bunların bilinmesine rağmen bazı insanlar, şüpheli bir sağlık durumunda hekime gitmeye yanaşmak istemezler. Çünkü kötü bir hastalığa yakalandıkları endişesini taşırlar ve bu yüzden hekimden çekinirler. Bu arada insanları hekime gitme konusunda üç gruba ayırabiliriz:
1-Herhangi bir kötü hastalık tanısı konacağı korkusuyla (en çok da kanser) hekime gitmeyenler.
Böyleleri arasında tıbbi yardımı reddeden ve hatta kötü hastalığa (kanser gibi) ilişkin belirti ve bulguları gizleyenler vardır.
2-Hekime gitme korkusu taşımadığı halde ihmal, zamanı olmama ya da parasal sorunlarla gitmeyenler.
Bunların hekimden kaçmak gibi bir sorunları yoktur.
3-Hekime kanser veya diğer bir hastalığa yakalanabilecekleri korkusuyla sık sık başvuranlar.
Bu grup insanlar, vücut işlevlerindeki en küçük bir değişikliği kanser olarak yorumlarlar ve ikna olmak için sürekli hekim ve hastanelere başvururlar.
Hekime gitmeğe çekinmenin en büyük nedeniyle kötü bir hastalığın tanısının konması olduğuna göre toplumun da bu konularda geleneklerden arındırılması gerektiğini düşünmek gerekir. Hastalık bütün insanlar için aynı anlamda değildir. Bilindiği gibi hastalığın tanımı hem toplumdan topluma, hem de çağdan çağa değişmektedir. Bir kişiye ne zaman “hasta” denileceği ya da kişinin kendisini ne zaman ve hangi koşullarda “hasta” olarak algılayacağının genel bir ilkesi yoktur. Ancak bu farklılıklar ya da ayrımlar “sağlıklı olma durumunun” yitirilmesi sürecinin başlangıcına ilişkindir. Bir başka ifadeyle, örneğin; trafik kazasında çok ağır yaralar almış bir kişi her zamanda ve her toplumda hasta muamelesi görür. Kişi kendisini hasta olarak algılar. Ancak başı ağrıyan birine hasta muamelesi yapılıp yapılmaması ya da kişinin kendisini hasta olarak algılayıp algılamaması o toplumun hastalık kavramını nasıl tanımladığı ile ilgilidir. Çünkü basit bir rahatsızlık olarak görünen bir baş ağrısı uzun süre devam eder, hekime gitme zorunluluğu doğurur ve yapılan analiz ve tanılarla sonuçta kötü bir hastalığın habercisi olursa o takdirde insan, toplumda hastalıklı ve özel bir kişi olarak algılanır.
Bilindiği gibi insanlar, hastalıklar arasında bir ayırım yapmakta ve normal hastalıklarla, kanser, kalp rahatsızlığı, tüberküloz v.b hastalıkları birbirinden ayırarak değerlendirmektedirler. Bu verilere göre, sağlık:
1) Negatif olarak yani bir hastalığın olmaması durumu.
2) İşlevsel olarak, günlük aktiviteleri uygulayabilme durumu.
3) Pozitif olarak, sağlıklı ve iyi bir durumda olma demektir.
Hastalıklar günlük hayatta insanların psikolojisini de etkiler. Burada bir insanın hekime gitmeye çekinmesi, elde edilecek sonuçların kötü bir hastalık tanısını vereceği ihtimali ve bunun kendisinde yaratacağı psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle olmaktadır. Ayrıca, kişinin toplumda nasıl algılanacağı ve özel bir insan muamelesi görerek her şeyden uzaklaştırılacağı korkusu da onu hekime gitmekten alıkoyan en önemli faktör olarak karşımıza çıkar.
Kişinin hastalanması psikolojik olarak bir çeşit başarısızlık olarak görülür. İnsanlar, hastalıklara normal hayatı kısıtlayan bir durum olarak bakmaktadırlar. Onları hasta sınıfı içinde değerlendirmek, son derece üzüntü verici ve rahatsız bir durumdur. Ancak hastalık herkesin başına gelebilen bir durumdur. Hasta insan toplum içinde adeta izole edilmekte, bütün aktivitelerinden alıkonulmakta ve kendisine etrafındakiler tarafından özel ve ayrı bir insan muamelesi yapılmakta, ya da insan kendini böyle bir ruh durumu içine sokmaktadır. Eğer kötücül hastalıklı bir hastaya , diğer bütün hastalıklarda olduğu gibi muamele edilirse ve sosyal yaşantısı ayrıcalıklı bir hale getirilmezse, kişi hekime gitmekten o denli çekinmeyecektir. Çünkü kişinin hekime gitmemesinin en büyük nedenlerinden biri, kötü bir hastalık tanısı aldığında (kanser v.bları gibi) toplumda nasıl algılanacağıdır.
Ayrıca kötü hastalıkta ve bilhassa kanserde erken tanının önemli olduğu ve insanın sosyal yaşantısının değişmeyeceği ve toplumda normal bir hasta muamelesi göreceği bulguları, hekimler ve diğer tıp personeli tarafından halka konferanslar verilerek anlatılırsa, insandaki hekime gitme korkusu da azalır. Nitekim birçok kanser olgusunda geç tanı konmasının nedeni, hastanın hekime geç başvurmasıdır. İşte burada önemli bir etik sorun ortaya çıkmaktadır: Eğer insanlar bütün hekimlerin kendilerine empati ile yaklaşacaklarını ve hekime gitmede duydukları korkuyu anlayışla karşılayacaklarını bilselerdi, doğaldır ki endişe ve çekingenlikleri ve en başta da kötü bir hastalık tanısı konulacağı korkusu en aza indirgenirdi. Bu bakımdan hekimlerin öğrencilikleri sırasındaki tıp etiği derslerinde ve daha sonra meslek yaşamlarında alacakları eğitimlerde, hastaya empatiyle yaklaşım, toplumda hekime karşı korku ve çekingenliğin gitmesi konularının mutlaka işlenmesi gerekir.