“Trabzon Belediyesi işçilerinden Erkan Koç, 18 kasımda yalnız yaşadığı evinde ölü bulundu. Cesedi çürüyen ve 25 gün önce öldüğü sanılan Koç’un, başında bir mermi çekirdeği bulundu. Koç’un iş arkadaşı T.Y. ile kavga ettiği, bu kavgada T.Y.’nin tabancayla birkaç el ateş ettiği, Koç’un başına saplanan ve hastanede fark edilmeyen mermi çekirdeği nedeniyle hayatını kaybetmiş olabileceği öne sürüldü.” Yaptığımız araştırmada Erkan Koç’un, 7 Ekim 2008 tarihinde Hastanemiz Acil Servisine düşme sonucu başından yaralandığını belirterek başvurduğu; muayene ve tetkiklerinin yapıldığı; acil tedavisinin tamamlanmasından sonra taburcu edildiği öğrenilmiştir. Kişinin tedavisiyle ilgilenen personel ve kurumumuz, şahsın kurşunlanma veya adli bir olayın tarafı olduğuna dair hastanın kendisi veya başka bir kaynaktan bilgi sahibi olmamışlardır. Medyada bahsi geçen kesin adli tıp raporu elimize ulaşmamış olduğundan, söz konusu şahsın ölüm nedeninin acil servisimize başvurduğunda başında görülüp müdahale edilen yara olup olmadığı, acil servisimizden ayrıldıktan sonra başka bir olaya karışıp karışmadığı bizce malum değildir. Olayın tüm yönleriyle açığa çıkması; herhangi bir ihmal veya hatanın olup olmadığı; varsa sorumlularının tespiti ve gerekenin yapılması için Dekanlığımıza müracaat edilmiştir.
Bu olayla ilgili altını çizmek istediğim husus, genç yaşta kaybettiğimiz Erkan Koç’un, “iş yeri arkadaşıyla kavga ettiğini, onun tarafından silahla kurşunlandığını” kendisine müdahale eden hekime söylememesi; bunun yerine “düşme sonucu yaralandığını” beyan etmesidir. Bu yanıltıcı beyanın nedeni, muhtemelen, olayın kolluk kuvvetlerine intikal etmesini, adli olay haline gelmesini istememesidir. Suç teşkil eden bir olayı gizleme dürtüsü, maalesef kendisinin hayatına mal olmuştur. Bu vesileyle, hastalarımızın kendileriyle ilgili her türlü tıbbi gerçeği hekimlerine aktarmaları gerektiği, bunun hem yasal bir sorumluluk hem de hastanın sağlığı ve yaşamı için bir gereklilik olduğunu ifade etmek istiyorum. Hekim, hastanın sırdaşıdır ve sadece onun yararı için çalışır. Hastanın hekimle paylaştığı bilgilerin, sadece hastanın tedavisi ve iyileşmesi için kullanılması ve üçüncü kişilere açıklanmaması gerekir.
Ancak, Türk Ceza Kanunu’nun 280. maddesinde yer alan “Görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmeyen veya bu hususta gecikme gösteren sağlık mesleği mensubu, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” hükmü, hasta hekim ilişkisini olumsuz yönde etkilemekte, hem hastaları hem de sağlık çalışanlarını mağdur etmektedir. Hepimizi derinden üzen yukarıdaki olay vesilesiyle, bu önemli konunun kamuoyunda yeniden tartışılması gerektiğine inanıyorum. Söz konusu Yasa’yla ilgili olarak çok önceden, böyle bir riske dikkat çekmiştim. Kurucusu olduğum HAKSAY (Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği) adına bu maddenin değiştirilmesi için TBMM’ye Adalet Bakanlığına başvuruda bulunmuştuk. Medimagazin’de 4 Nisan 2005’te yayınlanan yazımda şu sakıncalara işaret etmiştim:
“Bu hüküm bir suça bulaşmış hastaların hekime başvurmalarını ve tedavi olmalarını engelleyebilecek ve onların sağlıklarını tehlikeye atabilecektir. İhtiyacı olan tıbbi bakım hizmetini almak üzere başvuracağı sağlık çalışanı tarafından ihbar edileceğini düşünen suça bulaşmış bir hasta, tedavi olma hakkını kullanamayabilir. Bu durum onun sağlığını ve yaşama hakkını riske edebilir. Oysa, suçlu da olsa herkesin ihtiyacı olan tıbbi bakıma ulaşabilmesi, evrensel bir hasta hakkıdır. Aynı zamanda hekimlik meslek etiğinin de gereğidir. Yine suça bulaşmış hastalar, bu durumlarının hekim tarafından bilinmemesi için gerçeğe aykırı yanıltıcı bilgiler verebileceklerdir. Bu da hekimin doğru teşhis ve doğru tedavi uygulamasını güçleştirecek ve mesleğinin icrasını engelleyecektir. Yanlış tanı ve tedavilere yol açabilecektir. Ayrıca bu düzenleme, hekimlerin tedavi sırasında öğrendikleri hastalarına ilişkin sırları hiçbir şekilde açıklamama borcuna da aykırıdır. Çünkü, hasta-hekim ilişkisi son derece özel ve mahrem bir ilişkidir. Hastalar anne-babalarından, eş ve çocuklarından bile sakladıkları bilgileri hekimleriyle paylaşırlar. Çünkü, hayatta kalma dürtüsü çok güçlüdür. Ayrıca, hekimin meslek icabı vakıf olduğu bu sırları başkalarıyla paylaşması yeni TCK’nın 134-137 maddeleri gereği suçtur. Hekimin, mesleği gereği kendisine emanet edilen mahrem bilgileri açıklamakla yükümlü tutulması, hekim-hasta ilişkisinde güven unsurunu zedeler. Bundan dolayıdır ki, yasalar, hekime hastası aleyhine tanıklıktan çekilme hakkı tanımaktadır. Hekimin asıl sorumluluğu, hastasını tedavi etmek, onun sağlığını düşünmektir. Kamu güvenliğine yardımcı olma sorumluluğu, bu görevin önüne geçmemelidir.”
Maalesef korktuğumuz başımıza gelmiştir. Yukarıda alıntıladığım üzücü olay, bu endişelerimizde ne kadar haklı olduğumuzu açıkça ortaya koymaktadır. Ne dersiniz? Sizce de söz konusu maddenin, yeniden gözden geçirilmesi gerekmiyor mu?