Geçen gün “Stargate” isimli bir televizyon dizisini seyrederken bir sahne ilgimi çekti. Yetmiş kişinin bulunduğu büyük bir uzay gemisi istemsiz olarak bir güneşe doğru hızla ölüme ilerlerken, sadece 17 kişilik bir ekip bu uzay gemisinin üzerinde bulunan küçük bir mekik ile kendilerini kurtarmaya çalışacaklar. Büyük uzay gemisinin komutanı, mekikle gidecek 15 kişiyi kura ile belirliyor. Kuraya girmeyen iki kişinin biri mekiği kullanabilecek olan pilot, diğeri ise doktor. Bu karara kimse karşı çıkmıyor. Çünkü herkes, doktorsuz bir yaşantının olamayacağını biliyor. Bizim ülkemizde ise hekim şamar oğlanına dönmüş durumda! Hekimin önemi bir türlü anlaşılamıyor.
Anayasa Mahkemesinin, Tam Gün Yasası’nın bazı maddelerinin iptali ile ilgili olarak açıkladığı gerekçeli kararında ise hekime hak ettiği önem verilmiş durumda. Burada, milletin sağlık ve yaşam hakkının sürdürülmesinde hekimlerin tartışılmaz bir yeri olduğu, bu nedenle doktorların çalışma statülerinin de diğer kamu görevlilerinden farklı olması gerektiği vurgulanıyor. Önceki paragraftaki örnekte nasıl ki hekim kuradan muaf tutuluyorsa, günümüzde de hekime doğal hakkı işte böyle verilmeli.
Bir toplumda “iyi” hekime gereksinim vardır. Bugünkü politikalar hekimliği istenmeyen bir meslek grubuna itecek ve daha az çalışkan kişiler, daha az zeki olanlar, yaratıcılığı ve duyarlıkları daha az olanlar hekim olacaklardır. “Hekim olsun da ne olursa olsun” yaklaşımı bir yerde intihar etmekle aynı anlamı taşıyor. Siz hekime çile çektireceksiniz, onun sürekli burnunu sürteceksiniz, ilkokuldan itibaren en çok çalışanlar arasından seçecek ama kazancına göz dikeceksiniz, sonra da bu hekimlerin kaliteli ve halkın sağlığının iyi olmasını bekleyeceksiniz. Hekimler zaten her zaman fedakârlık yapmışlardır; konforsuz, soğuk ve bakımsız hastanelerde hak etmedikleri ortamlarda eğitim sistemleriyle karşı karşıya kalmışlardır; insan haklarına aykırı olarak ve başka mesleklerde uygulanamayacak mecburi hizmetlerde bulunmuşlardır; hak etmedikleri şekillerde hastalar veya yakınları tarafından tacize uğramışlar/hayatlarını kaybetmişler ve bu konularda hep yalnız bırakılmışlardır; sürekli okuyarak hastalarına faydalı olmaya çalışırlarken bir kitap edinebilmek konusunda bile destek alamamışlardır; görevlerini yaptıkları mekânlardaki yetersizlikler içinde hastaları için olanaklar yaratmaya uğraşmışlardır; gece-gündüz demeden, çoğu zaman uyumadan çalışmışlardır; Dünyada uygulanan yenilikleri türlü zorluklar ve olanaksızlıklarla yakından takip edip millete en iyi ve yeni sağlık hizmetlerini uygulamışlardır…
Hekimler böyle iken, vasıfsız aptallar hileyle, üçkâğıtla köşeyi dönmüş ve bu toplumda muteber olmuşlardır. Hiçbir emek harcamadan ve kafa yormadan, çağın sakatlığı içinde yer edinen bu sıradan insanlar, devletin hekimlere yaptığı aşağılamalar sonucunda, doktorluk gibi her yönden üstün bir mesleği ayaklar altına almışlar ve “sağlık” vermeye çalışan bir meslek sahibine el kaldırmaya, hakaret etmeye başlamışlardır. Bunlar yetmezmiş gibi, toplumda hekimin kazancı da düştükçe, çağın felsefe yoksunu düzenbazlar, hekimleri bir de aşağı tabakadan görmeye başlamışlardır.
İşte bu çeşit “yaratıkların” eline geçmiş olan kapital, bugün hekimleri iyice köleleştirmeye çalışmaktadır. Yabancı ortaklarla kurulan 5 yıldızlı hastanelerde, aç kurtlar gibi nasıl ucuza hekim çalıştırırız hesabını yapanlar, çıkarılan yasalara ellerini ovuşturmaktadırlar. Hâlbuki öte yanda, ülkeye tıp bilimini yayan, çağdaş ülkelerle aynı seviyede sağlık hizmetini sunabilecek hekim nesillerini yetiştiren üniversiteler borç batağındadırlar! Hacettepe gibi göz bebeğimiz bir üniversitemize 144.095.000 TL, Uludağ Üniversitesine 56.613.000 TL, Ankara Üniversitesine 24.416.000 TL, toplam 22 üniversiteye 380 milyon 723 bin TL tutarında yardım yapılmıştır! Ülkemizdeki üniversite hastaneleri, yakında kimbilir kimler tarafından devir alınmak üzere, “bağış” alacak pozisyonlara düşürülmektedir. Sosyal Güvenlik Kurumunun, devlet hastanelerinden satın aldığı tedavi hizmetleri için yaptığı harcamalar yedi yılda yüzde 19, üniversite hastanelerinden satın aldığı hizmetler için yapılan harcamalar yüzde 23 oranlarında azaltılmışken, özel hastanelerden satın aldığı tedavi hizmetleri için yapılan harcamalar yüzde 221 oranında artırılmıştır. Yani özel hastaneler ihya edilirken, devlet hastaneleri batırılmaktadır.
Ancak bütün bu yapılanlar, çok üzülerek ifade ediyorum ki misliyle geri dönecektir. Afyonkarahisar’daki katarakt faciası henüz bir başlangıçtır. Yakında, toplumun sağlığı üzerindeki olumsuzluklar birbiri ardınca geldiğinde bunların açıklaması nasıl yapılacaktır? Hekime “köle”, sağlık sektörüne “piyasa” gözüyle bakmanın feci sonuçları kısa sürede bütün halkımızı derinden yaralayacaktır.
Hekimleri zor durumda bırakmak, halkın sağlığını tehlikeye sokar. Hekimlerle uğraşmakla memleketin sağlık sorunları asla çözülemez. Hele ki yakın gelecekte “iyi hekim” aranıp da bulunamaz duruma gelindiğinde, şu anda toplumsal sağlık ile ilgili yaklaşan tehlikeler bir çığ gibi büyüyerek herkesin altında ezilmesine neden olacaktır. Bütün bu olumsuzlukları ortadan kaldırabilmek için hekimlere gereken önemin verilmesi, hekimlerin söylediklerinin dinlenmesi gerekmektedir.