Hekimlerin günlük uygulamalarda en çok yaptıkları işlemlerden biri de reçete yazmaktır. Hekimler reçete yazarken çoğu zaman yazdığı ilaçların hasta tarafından tartışmasız kabullenilmesi gerektiğini düşünürler. Oysa hasta açısından bakılınca doktor tarafından kendisine ilaç yazılmasının psikolojik olarak birçok anlamı bulunmaktadır. Özellikle kronik ya da ciddi hastalıklar söz konusu olduğunda bu durum daha çok önem taşımaktadır.
Hekimin ilaç yazması hasta için “basitçe ilaç tavsiye edilmesi”nden daha öte anlamlar taşır. İlaç yazma eşit olmayan bir ilişkinin varlığını ifade eder ve tek yönlü bağımlı bir ilişkinin varlığını vurgular. Bu ilişki tarzı iyi yönlendirilmediğinde bazı hastalar tedavi uygulamalarına iyi uyum göstermezler. O nedenle hekimlerin reçete yazma tarzlarını gözden geçirmeleri ve hastanın kişilik yapısına göre değişebilen bir reçete yazma tarzı geliştirmeleri gerekmektedir.
‘İlaç yazma’ hekimde kurtarma, hastada ise kurtarılma fantezileri yaratabilir. Narsistik kişilik özellikleri olan bir hekim yazdığı reçete ile kendi büyüklüğünü kanıtladığı, hastaları ancak kendisinin tedavi edebileceği duygularına kapılabilir. Diğer yandan ölümcül bir hastalığa yakalanan hastalarda her şeye gücü yeten bir kişiye sığınma ve onun tarafından kurtarılma beklentisi gelişebilir. Bu beklenti içinde olan hasta için doktorun yazdığı reçete özel bir önem ve duygusal yük taşır. İlaç yazılmaması ise hastada ilgisizlik, sahiplenilmeme, benimsenmeme, kendi başına bırakılma ve önemsenmeme olarak algılanabilir.
Reçete yazmak bazen hekimlerde yapılacak bir şey olmadığını bilse bile “hasta için bir şey yaptım” duygusu yaratabilir. Yapabileceği bir şey olmadığını hissetmek bazı hekimler için katlanılması güç bir duygudur; bu durum hem mesleksel hem kişisel özgüven duygusunu sarsabilir. Diğer yandan hastanın derdine mutlaka çare bulmak zorunda olduğu hissine kapılarak reçete yazan hekimler reçete yazarak sanki büyük bir sorumluluktan kurtuldukları duygusu yaşayabilirler. Fakat bu tutum zaman zaman çok gerekmeyen ilaçların reçete edilmesi sonucunu yaratabilmektedir.
İlaç yazma hasta-hekim ilişkisinin niteliği konusunda birçok ipucu veren bir süreçtir. Örneğin; hastanın hiçbir görüşünü almadan ilaç yazması hekimin hasta-hekim ilişkisinde otoriter bir ilişki tarzını tercih ettiğini göstermektedir. Hekimin reçete yazma tarzı, her hastayı farklı etkilemektedir ve hastanın nasıl bir tepki göstereceğini belirleyen en önemli etmen hastanın kişilik yapısıdır. Otoriter tarzı benimseyen hekimin bu tutumu, bağımlı hastalarda hiçbir sorun yaratmazken, yaşamının her alanı kontrol etmek isteyen obsesif kompulsif bir hasta için çok rahatsız edici bir durumu ifade etmektedir.
Ülkemizde hastaların ısrarla enjeksiyon tarzında ilaç istedikleri ve özellikle tek enjeksiyonla sorunlarının çözülmesi beklentisi içinde oldukları görülmektedir. Bu tutum hastaların hekimlerinden omnipoten (“her şeyi bilen” ve “her şeye kadir”) bir tutum beklediklerini göstermektedir. Nitekim günlük uygulamalarda bazı hekimlerin hastaların bu beklentilerine uygun davrandıkları ve reçetelerini beklentiye uygun biçimde değiştirdikleri görülmektedir.
Bağımlı kişilik yapısına sahip hastalarda ilaç kullanımı çocuksu bakılma ve gözetilme gereksinimlerini karşılayarak hastalığın yarattığı rahatsızlıkların ve ruhsal sıkıntıların azalmasını sağlayabilir. Ancak bu yaklaşım bağımlı ilişkiyi arttırabilmektedir. Obsesif kompulsif kişilik yapısına sahip hastalar en ufak yan etkiye bile duyarlıdırlar. Hiçbir görüşü alınmadan yazılan ilaçlar ve ortaya çıkan en önemsiz ilaç yan etkisi bu hastalarda kontrolü kaybettikleri duygusu yaratabilir. Anksiyete yaşamaya yatkın hastalara ilaç yazılması kendi başına ayrı bir anksiyete kaynağı olabilir. Bu hastalar kolayca ilacın ciddi yan etkiler çıkarabileceği düşüncesine kapılabilirler.
Yukarıda tanımlanan nedenlerle reçete yazma sürecinin basit bir ilaç yazma işlemi olmadığı ve reçete yazma sürecinin hasta-hekim ilişkisini daha olumlu bir şekilde yönlendirmede önemli bir araç olabileceği sürekli akılda tutulmalıdır.