Durup durup bana sorma; Bunu bilmek olay değil.
İnsan doğduk insan ama; İnsan olmak kolay değil.
Yüreğinde sevgi yoksa; Gözlerinde şefkat yoksa;
Dünyalar da senin olsa; İnsan olmak kolay değil.
Neler gördük bu dünyada; Neler verdik bu uğurda;
Sultan olmak kolaydı da; İnsan olmak kolay değil!
Ahmet Selçuk İlkan
Hekimlik, insan hayatı ve sağlığı üzerinde icra edilen bir meslektir. Hekimler kendilerine başvuran insanların hastalıklarını teşhis etmeye, yaptıkları teşhis doğrultusunda da tedavi etmeye çalışırlar. Bunda kimi zaman başarılı olurlar, kimi zaman da başarısız. Bazen teşhis yanlıştır, bazen tedavi; Bazen de her ikisi de doğrudur ve hasta şifa bulur.
İnsanlık var olduğu günden bu yana var olan hekimlik -veya “iyileştiricilik”- hep doğaüstü güçler ile ilintilendirilmiştir. Bu da insanların her zaman, hastalıkların maddi sebepleri dışında fizik ötesi bir boyutu olduğunu düşündüğünü gösterir. Her ne kadar, Orta Çağ’ın kilise baskısı travmasını yaşayan Batı, aşırılığın bir ucundan diğer ucuna gidip her şeyi “gökten yere indirip” maddileştirme çabası içine girse de, son birkaç 10 yıl bu düşüncenin hızla kan kaybetmesine tanıklık etmiştir. Bilim adamları ve hekimlerin önemli bir kısmı bu düşünceye sadakatlerini devam ettirseler de, özellikle sıradan vatandaş bakış açısından “hastalık-sağlık denklemi”, fizik ötesi bazı unsurlar göz önüne alınmadan çözülmesi mümkün olmayan bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
Şüphesiz sıradan vatandaşta modern tıbba karşı gelişen bu “güvensizlik” ve alternatif arayışında, ilaç ve tıbbi cihaz endüstrisindeki vahşi kapitalist tutum, hekimlerin “insan merkezli” tababet yerine “tıbbi cihaz ve laboratuvar merkezli” tababeti benimsemesi ve sağlık hizmetlerinin büyük paraların döndüğü bir sektör haline gelmesi rol oynasa da, esas sebep bütün dünyada ve ülkemizde yaygınlaşan mistisizm ve spirutializmdir.
Hastalar artık karşılarında kendisini dinlemeyen, kendisine güler yüz gösterip moral vermeyen ve kendisine “dokunmayan”, bunun yerine kendisinden sayfalarca tahlil ve tetkik isteyip kendi yüzüne değil filmlere ve kâğıtlara bakan bir hekim istemiyor. Aynı elbiseleri giymiş ve aynı cinsiyette iki kişinin hangisinin hekim hangisinin hemşire olduğunu ayırt etmek isterseniz yoğun bakıma gidin. Monitör sesli sinyal verdiğinde hastaya bakan hemşiredir, monitöre bakan ise hekim.
Batı dünyası bunu artık çok iyi anlamış durumda. Bu yüzden artık tıp fakültelerinde “humanities” (beşeri bilimler) dersleri okutmaya başladılar. Artık tıp fakültesi öğrencilerini tıbbın mekanik eğitim ve pratik çarkından kurtaracak, ona nefes aldıracak ve ona “malzemesi” olan müthiş varlık insan ve onun değerleri konusunda dersler okutmaya başladılar. “Bizde de bu dersler müfredatlarda yer almaya başladı.” diyenler için şunu söylemek isterim ki, “Evet, başlangıç olarak güzel ama bir de bu dersleri verecek hocalar bu işin profesyonelleri, yani bu konuda lisansüstü eğitim almış insanlar olsalar. Daha 40 yıldır, Tıp Etiği ve Tıp Tarihi dersleri verecek hocalar yetiştiremediniz, oradan buradan bulduğunuz farklı disiplinlerin hocalarına bu dersleri verdirtiyor, Etiğin “E”sinden anlamayanlardan Etik Kurul oluşturuyorsunuz. Önce onu halledin.”
Günümüz hastası hekimin teknik kapasitesinden değil, “insani” kapasitesinden şikâyetçi. Tıp fakültelerinden iyi “teknisyen hekimler” yetiştiriyoruz ama “insan olan” ve karşısındakinin de “insan” olduğu bilinci ile hareket eden hekimler yetiştiremiyoruz. Zaten hekim-hasta arasındaki hır-gür ve kavga da en çok bundan çıkıyor. Okuyanlar bilir, daha önceki haftalarda bu köşede hekime yönelik şiddeti eleştiren yazılar yazdım. Ama, kendi Üniversite hastanemde bir hasta olarak son 1 haftada yaşadığım bazı deneyimler bana bazı hekimlerin -belki iş yoğunluğundan, belki bu konudaki duyarsızlığından, belki de gündelik yaşamın stresinden- öylesine mekanikleştiği, robotlaştığı, duyarsızlaştığı, dolayısıyla “insanlıktan” çıktığını gösterdi ki, bunlara sözel veya fiziksel şiddetle değil ama, mutlaka bir şekilde kendilerinin “insan” olduklarının, bu yüzden insanca davranmalarının ve hastaların da “insan” olduğu, bu yüzden onlara da bir “eşya” gibi değil “insan” gibi davranması gerektiğinin hatırlatılması lazım diye düşündürdü.
Hekimlerin önemli bir kısmı gündelik rutinlerinden dolayı hastaya “gözünü aç” demekle “göğsünü aç” demenin, “ağzını aç” demekle “bacaklarını aç” demenin arasındaki farkın farkında değiller. Dolayısıyla neyi nasıl diyeceğini bilemediğinden hastaları “incitiyorlar” ve onları tedavi etmek adına maça 3-0 yenik başlıyorlar.
Bugün yazıya başlarken tamamen farklı bir şeyi yazmak niyetindeydim. Fakat sözcükler beni buralara sürükledi. Sonuçta bu köşede “vatanı kurtarmıyoruz”; maksat okuyucuların değerli zamanlarını boşa harcamamak, onlara “Bu adam ne anlattı şimdi?” dedirtmemek. Son söz olarak şunu söylemek isterim ki; hekimler, toplumun en saygın mesleklerinden birini icra ettiklerini ve yeryüzünün en seçkin canlı türü olduklarını unutmayıp buna uygun davranmalı. Yani bütün hekimler önce “insan” olmalı!