Hak sözcüğü, hukuken korunmaya değer bulunan gereksinimleri ifade eder. Eğer bir ilişkide taraflar arasında güç dengesi yoksa, zayıf olanın haklarından; güçlü olanın ise sorumluluklarından söz edilir. Çocuk hakları, ebeveyn sorumluluğu; tüketici hakları, üretici sorumluluğu gibi… Bu durum, kuvvetli olanın haksız olduğu anlamına gelmez. Elbette erkekler de, işverenler de haklı olabilirler. Ancak güçlü tarafın, kendi haklarını koruyabileceği varsayılarak, hukuki korumaya gerek duyulmaz.
Hasta hekim ilişkisinde güçlü olan taraf hekimdir. Hasta, hekim karşısında bilgisiz, çaresizdir, muhtaçtır, boynu büküktür, edilgendir. Bu güç dengesizliğine bağlı olarak, hastaların zarar görmesini engellemek amacıyla, hekimler deontoloji ve tıp etiği ilkelerini tanımlamışlardır. Ancak Hitler Almanyası’nda apaçık görülmüştür ki, artık etik, hastaları korumaya yetmemektedir. Bunun sonucunda hekimler, “hasta hakları” kavramını ortaya atmışlardır.
Hasta hakları, hekim karşıtı bir hareket olmayıp, bizzat hekimler ve hekim örgütlerince ortaya atılıp, yönetilen bir süreçtir. Hasta haklarını tanımlayan, savunan, geliştiren hekimlerdir. Bu da çok doğaldır, çünkü hekim, hastasının yararını, çıkarını gözeten kişidir. Hekimlik, diğer meslekler gibi bireysel amaçlarla yapılamaz. Kuşkusuz, her hekimin meslek onuruna yakışır bir şekilde kazancının olması hakkıdır. Ama, para veya ün kazanmak için hekim olunamaz. Sağlık çalışanları, hasta karşısında kendilerine ait motivasyonlarla hareket edemezler. Sadece, hastasının yararına ve onun gereksinimini karşılamak üzere çalışırlar. Bu bakımdan, hastalarla sağlık çalışanları arasında sıradan bir satıcı-müşteri ilişkisi kurulamaz. Borçlar Kanunu’na göre, vekilin “sadakat ve özen” borcu vardır. Tıpkı avukatla müvekkili arasında olduğu gibi, hekim de hastası için en iyi olanı istemek ve daima hastasının yararını, çıkarını savunmak durumundadır. İşte, hasta haklarının, hekimler tarafında tanımlanıp savunulması da bu misyonun doğal sonucudur.
Hasta hakları alanında elde edilen gelişmeler, hekimleri endişelendirmiş ve “Hastaların hakları var da, bizim hakkımız yok mu? Ya bizim haklarımızı kim savunacak?” türünden bir tepki doğmuştur. Bunun sonucunda da bazı çevrelerce hekimler için bazı haklar sıralanmaktadır. Bu konuda daha da ileriye gidilerek, olay bir hekim hakları hareketine dönüştürülmek istenmektedir.
Bazı yazarlar ise, “hekim hakkı” olamayacağını, hekimin sadece sorumluluklarının olacağını belirterek bu süreci gerçekçi bulmamaktadırlar. Oysa, “hekim hakları” adı altında tanımlanan ilkelere bakıldığında, bunların bir çoğunun tıp etiğinde veya hukuki mevzuatımızda karşılığının olduğunu görürüz. Kuşkusuz bunların bazısı, sadece hekimler için birer hak olmayıp, tüm kamu çalışanları için, hatta tüm vatandaşlarımız için talep edilmesi gereken hususlardan oluşmaktadır.
Örneğin hangi sektörde olursa olsun her çalışan, “mesleğini serbest seçme ve icra etmeyi; etiğe uygun çalışmayı; baskı altında kalmamayı; kendi değerlerine ters düşmemeyi; sağlığını korumayı; yeterli gelir teminini; alanında nitelikli eğitim alma ve kendini yenileme fırsatı bulmayı, işyerinde yönetime katılmayı; makul iş yükü altında olmayı” ister. Yani, bunlar hasta-hekim ilişkisinden köken alan özel haklar değildir. Ama öbür taraftan, aynı eleştiriyi hasta hakları için de yapmak mümkündür. Hasta hakları adı altında tanımlanan hususların bir çoğunu (saygı görme, mahremiyet, bilgi edinme, rıza verme, adalet ve eşitlik, özen görme, şikayetçi olma, zararını tazmin etme), hasta olmayan herhangi bir hizmet alıcısının da talep edeceği açıktır. Dolayısıyla bu argümana dayanarak, hekim hakları hareketinin önünü kesmeye kalkmak makul değildir.
Ne var ki, bu konudaki asıl yanılgı; hekim haklarına, hasta haklarını dengeleyen bir misyon yüklenmesidir. Bu ciddi bir algılama hatası veya yanıltma çabasıdır. Çünkü, hekim hakları vardır. Ancak hekim hakları, hastalar karşısında değil, sağlık sistemi, sağlık politikaları ve sağlık yönetimi karşısında savunulmalıdır. Çünkü hekimleri mağdur eden hastalar değil, sistemdir. Hasta hakları, çoğunlukla sağlık çalışanlarının ve sağlık kurumlarının görevlerinden oluşmaktadır. Oysa hekim hakları, hastalara doğrudan herhangi bir görev yüklemez.
Hastaların haklarına sahip olmaları, hekimlerin aleyhine olmadığı gibi; hekimlerin haklarına sahip çıkmaları da hastaların aleyhine değildir. Aslında hastaların istedikleriyle, hekimlerin istedikleri büyük oranda örtüşmektedir. Çünkü, hasta, hekiminin kendisiyle yeterince ilgilenmesini ister; hekim de hastasına yeterli süre ayırmak ister. Hasta, temiz ve çağdaş bir sağlık tesisi ister, hekim de böyle bir ortamda çalışmak ister. Hasta, sağlığına bir an önce kavuşmak ister; hekim de hastasını bir an önce iyileştirmek ister. Hasta, tıbbi gelişmelere uygun tedavi ister; hekim de bilimsel gelişmeleri takip edip uygulamak ister. Hasta, hekimine güvenmek ister; hekim de kendisine güvenilmesini ister. Hasta, saatlerce poliklinik sırası beklemek istemez; hekim de poliklinik önünde hastaların yığılmasını istemez. Hasta, malpraktise uğramaktan korkar; hekim de malpraktis yapmaktan korkar. Hasta, kendisiyle ilgili kararlara katılmak ister; hekim de hastasıyla yasal sorumluluğu paylaşmak ister. Sonuç olarak; hastalarla hekimlerin hakları birbiriyle çatışmaz. Hastalarla hekimler rakip taraflar değildir. Tam aksine, hastayı sağlığına kavuşturmak üzere çalışan bir ekibin, çok yakın işbirliği yapması gereken doğal elemanlarıdırlar. Hekim hakları, hasta haklarını dengeleyecek bir hareket olamaz. Hekimler bir taraftan hasta haklarını savunurken, diğer taraftan kendi haklarını da geliştirmek üzere çaba sarf etmelidirler.