Bu yazının başlığı aslında, toplum açısından çok fazla meşhur ve malum olmasa da, atalarımız tarafından, yakınları ve akrabaları vasıtası ile maruz kaldıkları önemli ihanet, kadirbilmezlik, nankörlük ve düşmanlık tecrübeleri sonucu serd edilmiş “Akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğin. ”özdeyişinden mülhem, meslektaşlarımızın hal-i pür melâlini bir kez daha gözler önüne sermek gayesi ile mütenasip, “Hekimlerin hekimlere akrep etmez ettiğin!” olarak belirlenmiştir.
Nitekim mümkün olduğu nispette, yazılı, boyalı ve görsel basın yanında, Medimagazin Gazetemiz’de yayımlanan gerek haber gerekse köşe yazısı niteliğindeki makaleleri ve bunlara yapılan okuyucu yorumlarını da takip etmekteyim.
Hekim olmayanların yorumlarını, bazı yazılı ve görsel basında hemen her gün karşılaştığımız, meslektaşlarımıza karşı kontrol edilemez ve rekabet kabul etmez dermansız bir kin ve düşmanlık besleyenlerin kıskançlık krizlerinin ifadesi olan haber, program ve makalelerini, bir dereceye kadar anlayışla karşıladığım gibi, nispeten mazur görmekteyim.
Ancak, bazı meslektaşlarımız tarafından bazı haber ve makalelere öyle yorumların yapıldığına şahit oluyorum ki, bu yazımızın başlığı ile uyumlu “Doktorun doktordan başka düşmanı yoktur.” galat-ı meşhurunun ne kadar yerinde ve doğru bir ifade olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum.
”Aile hekimi neden uzmandan çok para kazanıyor? Uzman varken pratisyen doktor başhekim veya amir pozisyonunda olabilir mi? Devlet hastanelerinde doçent ve profesör varken neden bir uzman idareci oluyor? Hoca! Senin de cemaziyel evvelini bilmez miyiz? Ameliyat yapmayan hekim, ameliyat yapana oranla neden daha çok kazanıyor?..” gibi uzayıp giden bir liste, meslektaşlarımızı inciten, töhmet altında bırakan ve hekim düşmanlarının ekmeklerine yağ süren, ellerine koz veren, etik ve deontoloji karşıtı hasmame yorumlar… Tabii ki problemler mutlaka halledilmeli, meslektaşlarımızın onur, haysiyet, şeref ve itibarları iade edilmelidir. Ancak “Neden bir aile hekimi bir uzmandan fazla alıyor?” sorusu yerine, “Neden bir uzmanın hakkı verilmiyor, daha az maaşa çalıştırılıyor?” sorusu üzerinde durulması gerekmez mi? Diğer taraftan, aile hekimlerinin de hak ettikleri kazancı elde edemediklerini ifade etmek isterim. Bu sadece bir örnek.
Bütün meslektaşlarımız; pratisyen hekiminden profesörüne kadar, kendi unvanları oranında, aynı aşamalardan hemen hemen aynı sıkıntı, engelleme, yokuşa sürme ve diğer sayısız problemlerle boğuşarak geçmiş ve bugünlere gelmişlerdir.
Bir müddet önce, Medimagazin Köşe Yazarlarından, Aziz Dostum Prof. Dr. Haldun Güner’in “Doktor Çocuğu Olmak” isimli makalesinde, yıllar önce kendisinin tıp fakültesine kayıt yaptırma aşamasında yaşadıklarını veya kendisine şu ya da bu amaçla yaşattırılanları okurken, kendimin fakülteye kayıt yaptırma hatırasını tekrar yaşıyor gibi oldum. Bir farkla… İlk listede yer almama rağmen, yaşım küçük olduğu için, yani reşit, yani fârik ve mümeyyiz olmadığım sebebi ile(!) kaydımın tamamlanabilmesi için babamın gelerek muvafakatini beyan etmesini istemişlerdi. O gün cumartesi idi ve öğleye kadar mesai vardı. Babamın Trabzon’dan gelmesi ve mesai saati içerisinde yetişmesi fizik olarak mümkün değildi. Üstüne üstlük, o gün kayıt olmazsam, hakkımı kaybediyordum. Zira ikinci liste aynı gün ilan edilecekti. Tam dünyam başıma yıkılacakken, yıldırım telefonla istediğim “Baba muvafakatini ihtiva eden yıldırım telgraf” elimize ulaştı da, tıbbiyeye (Bu kelimeyi çok severim) kaydımı yaptırabilmiş oldum.
Eminin bütün meslektaşlarımın, en basitinden bu ve buna benzer hatıraları vardır. Fakülte yılları, anatomi laboratuvarında kadavralarla, kafatasları ve kemiklerle haşır neşir geçen zamanlar, zor dersler, amansız stajlar, hekim düşmanlarının patolojik davranışlarına maruz kalmalar… Asistanlık yıllarını söz konusu etmeye gerek yok. Liste uzar da uzar. Velhasıl, hepimiz aynı “çile”nin çocuklarıyız. Başkalarının kin, kıskançlık, haset, garaz ve düşmanlıkları yetmezmiş gibi, nedir bizlerin birbirimize bu çekememezliği, bu düşmanlığı?..
Fukara beyinlerin ukalâ fikirlerine lütfen meydan vermeyelim.
”Hicr-i Aşkındır beni Şair-i Hicran eyleyen” mısrası ile hayat bulan beşinci şiir kitabımız “HİCRAN”dan bir rubâiyi birlikte okuyalım. (HİCRAN, Rubâiler, İsmai Hakkı, Öteki Adam Yayınları, Barış Matbaası, Sayfa;102, İstanbul, 2013.)
PÜSKÜLLÜ BELÂ
Ansızın bir dilbere, gönül mübtela olur,
Kalbi cennet bahçesi, gözleri ela olur,
Gece gündüz hayali, süsler rüyalarını,
Aşk denilen bu meçhul, püsküllü bela olur.