Uzun bir zamandan beri hekimlik haklarından ziyade hasta hakları konuşuldu. Elbette konuşulmalıydı, elbette insan hakları genel çerçevesinde hasta hakları konusu, tüm uygar ülkelerde olduğu gibi layığıyla işlenmeli ve yasalarla teminat altına alınmalıydı. Elbette hasta hakları ile ilgili etik değerler kapsamı genişletilerek daha çok işlenmelidir. Tıp fakülteleri ve hemşirelik yüksekokullarında etik, deontoloji derslerine hak ettikleri önem verilmelidir. Hatta bu dersler örneklerle, inter-aktif yöntemlerle anlatılarak derslerin unutulması güç, belleklerde derin izler bırakan bilgiler olması sağlanmalıdır. Elbette hasta-hekim iletişimi ders ya da modülleri tıp fakültesi eğitiminin birinci yılından itibaren verilecek genel iletişim bilgilerinin üzerine oturtulmalı, tıp fakültesi son sınıf öğrencilerine drama ve uygulamalarla zenginleştirilmiş hasta iletişimi dersleri ve “empati” kavramı tüm ayrıntılar düşünülerek işlenmelidir. Dahası, yaşam boyu eğitim ya da sürekli mesleki gelişim etkinliklerinin en önemli konusu etik ve hasta haklarının yasal temelleri olmalıdır. Ben bunlara hiç karşı değilim. Karşı olmak bir yana, bu konuların en ateşli savunucusuyum. Eğitimci ve yönetici olarak da, konuya gereken özeni gösterdiğime ve arkadaşlarımla birlikte fakültemizde çalışmalar yaparak pek çok tıp fakültesine örnek olan bir müfredat planı oluşturduğumuza inanıyorum.
Ancak her zaman atlanılan, her zaman göz ardı edilen, hep yok sayılan bir konu var ki, ben bugün bundan bahsetmek istiyorum:
“Hekimlerin Mesleklerini Can Güvenliği İçinde Yapma Hakları”.
Gaziantep’te öldürülen Dr. Ersin Arslan’dan sonra “Yaşatmak İçin Yaşamalıyız”’ sloganı ile konu geç ve zayıf bir şekilde işlenmiş, hekimin yaşamı boyunca bu konuda her zaman risk altında olduğunun ne yazık ki altı çizilememiştir. Benim gibi uzun seneler bu mesleğe emek verenler beni, tıp doktorunun meslek yaşamı boyunca risk aldığı konusunda destekleyeceklerdir. Gerçekten bizler meslek yaşamımıza adım attığımız andan itibaren risk alırız. Övgü ve teşekkürü de aynı zamanlarda aldığımızdan kötüyü unutur, şükran dualarının aurasında, aferin delisi gibi yaşarız. Genelde insan olduğumuzu unutur, az uyku, az besin, az dinlenme, az tatil zemininde çalışır, bunları sızlanmadan yapmayı öğreniriz. Pratisyen hekimliğimizin ilk gününden itibaren uzak bir diyarda, genelde bir köyde veya kasabada iş yaşamına atılır, sırası geldiğinde, bence çok deneyimli olunması gereken bir alan olan, adli tabipliği de üstleniriz. Üstelik küçük bir yerleşim bölgesinde en az iki yıl çalışma zorunluluğundan ve tecrübemizin sınırlı olmasından ötürü hasta ve hasta sahipleri ile gereksiz polemiklere ve ilişkilere girmekten kendimizi alıkoyamaz, bunun verdiği sıkıntı ve acıları yaşamaktan kendimizi esirgeyemeyiz. Dr. Ersin Arslan’ın Gaziantep’te öldürülmesinin ardından medyaya yansıyan hekime yönelik şiddet olayları kamuoyunun ilgisini çekmiştir. Ancak basına yansımayan daha onlarca şiddet olayı vardır ve olacaktır. Sözle, hakaretle, itip kakarak, küfrederek, darbe ile hekimlere saldırı zaman içinde artmıştır, artmaya devam etmektedir.
İlkokul ve orta öğretim hayatı boyunca arkadaşlarına göre daha çok çalışarak üniversite sınavlarında en yüksek puanları alan ve tıp fakültelerini kazanan, zorlu bir altı yıllık fakülte eğitimi ile doktor unvanı alabilen, ancak ortalama iki yıllık bir zorunlu devlet hizmetinin ardından diplomasını alma hakkına sahip olabilen, sonrasında üniversite giriş sınavlarından da ağır bir Tıpta Uzmanlık Sınavı’nda yeterli puanı alarak uzmanlık eğitimi yapmaya hak kazanan, yine en az 4-5 yıllık sıkıntılı zor bir ihtisas eğitimi yapan, ancak uzmanlık belgesini, yapacağı iki yıllık bir zorunlu devlet hizmeti sonrasında almaya hak kazanan, bu süre içinde evinden, yuvasından, eşinden ve çocuklarından ayrı kalan, hayata atıldığında hiç zaman kaybetmese bile yaşı 33-35’i bulan tıp doktoruna yöneltilmiş şiddeti anlamak mümkün değil. Anlayamadığım ve anlamlandıramadığım bir şey de hekimi kötüleyen, aşağılayan, bir meslektaşımızın yanlış davranışını ya da tutumunu genele mal ederek konuşan yetkili veya etkili insanların söylemleridir. Bugün tüm dünyada Türk hekimleri diğer ülkelerdeki meslektaşları ile boy ölçüşme konusunda oldukça cesurdur. Bilgi ve beceri donanımları yeterlidir. Bu nedenle Türk doktorları sağlık turizminin gelişmesine direkt etki etmektedir. Ancak, hekimin yaşadığı tüm zorluklara karşın hekime düşman bir toplum yaratmak ya da hekime yönelik şiddetin önünü kesecek önlemlerin alınması konusunda yeterli duyarlılığı göstermemek bu mesleğin seçilmesi isteğini azaltacaktır. Bu da geleceğin hekim profili ve sağlık indeksleri açısından kaygı vericidir. Saygılarımla.