Hekimlik tarih boyu hemen tüm toplumlarda saygın bir meslek olagelmiştir. Toplum hekimlere, adeta yarı tanrısal bir misyon yüklemiş ve bunun karşılığında ona dokunulmazlık bağışlamıştır. Asırlar boyu, hekimlerin yapıp ettikleri, pek de sorgulanmamıştır. Hekim; ihtiyacı olan herkesin yardımına koşan, dürüst, güvenilir, yanlış yapmayan, yardımsever, özverili, diğer gam, idealist bir kişi olarak algılanmıştır. Hekimler de, kendilerine biçilen bu toplumsal role uygun davranmışlardır. Bunun sonucunda, hekimlere, hemen her toplumda, herkes tarafında saygı gösterilmiştir.
Bugün ise, hekimler olarak kamuoyu karşısında itibar kaybına uğradığımızın farkındayız. Bu gidişten duyduğumuz tedirginlikten olsa gerek, son günlerde hekim dayanışmasına dönük siteler, e-mail grupları ve platformlar oluşmaya başladı. Acaba bu olumsuz gidişin sebebi ne?
Sağlık hizmetleri, geçmişte bir hayır hizmeti olarak sunula gelmiştir. Varlıklı ve hayırsever kişiler, hastalara ve ihtiyacı olanlara, her türlü tıbbi bakımın, insani bir yardım şeklinde verilmesine aracılık etmişlerdir. Anadolu’da, bir kısmı bugün bile ayakta olan şifahanelerde, hastalar hiçbir ücret ödemeden yatırılarak tedavi edilmiştir. Bundan da öte, taburcu edilirken, bu hastalara yeni kılık kıyafet, yol harçlığı ve binek hayvanı tahsis edildiğine dair rivayetler vardır.
Elbette, tamamen karşılıksız olarak sunulan böyle bir hizmetin ve hizmeti sunan kişilerin, hizmeti alanlar tarafından sorgulanması mümkün değildir. Bu konumdaki hastaların kendilerine sunulan hizmeti yetersiz bulmaları, “bu az oldu, bu fazla oldu, böyle olmamalıydı, neden böyle oldu, benim istediğim bu değildi” şeklinde itiraz etmeleri beklenmezdi. Onlara düşen, ne verilirse onunla yetinmeleri ve her halükarda kendilerine hizmet sunanlara karşı minnet ve şükran duyguları beslemeleriydi.
Oysa günümüzde, sağlık hizmeti parayla alınır satılır bir meta haline gelmiştir. Hastalar, aldıkları hizmetin bedelini ya doğrudan ya da sigorta primi ödeyerek finanse etmektedirler. Sağlık çalışanları da, ücret karşılığı hizmet üreten birer profesyonel konumuna indirgenmiştir. Bu durum, hasta-sağlık çalışanı ilişkisinde, tarafların tarihsel rollerini değiştirmiştir. Artık, ne bizim geçmişte olduğu gibi hastalarımızdan koşulsuz bir saygı bekleme hakkımızdan; ne de hastaların verilenle yetinme yükümlülüğünden söz edilemeyecek bir konumda bulunuyoruz. Hekimliğin bir kazanç kapısı haline dönüştürüldüğü, sağlığın para karşılığı satın alındığı bir süreçte, bu tür beklentiler pek de rasyonel olamaz. Bizler, geçmişten gelen mesleki saygınlığımızı korumak istiyorsak, öncelikle meslek etiğimizin ilke ve kurallarına sahip çıkmalıyız. Eğer hekimliği, toplumsal rol paylaşımında üzerimize düşen bir iş, sıradan bir mesleki uğraşı alanı olarak görüyorsak; hekimlik mesleğinin tarihsel arka planı olan, insanın insana acıma ve yardımına koşma dürtüsünü göz ardı ediyorsak; para ve ün kazanmak, bilimsel deney yapmak gibi kendimize ait motivasyonlarla hastalarımıza muamelede bulunuyorsak, hastalarımızdan ve toplumdan alacağımız karşılık, sadece para, ün veya akademik kariyerden ibaret kalacaktır.
Anadolu’nun ücra köşelerinde çeşitli mahrumiyetler altında, elinde çanta, yıllarca köy köy dolaşıp hizmet veren kıdemli meslektaşlarımız ve hocalarımızın toplumsal saygınlığına sahip olmak için ise, kuşkusuz bundan çok daha farklı bir anlayışı yaygınlaştırmamız ve tıbbın, para kazanmaya dönük bir sektör olmaya itilmesi sürecine direnmemiz gerekecektir.
Kuşkusuz, her hekimin meslek onuruna yakışır bir şekilde kazancının olması hakkıdır. Ama, para veya ün kazanmak için hekim olunamaz. Sağlık çalışanları, hasta karşısında kendilerine ait motivasyonlarla hareket edemezler. Sadece, hastasının yararına ve onun gereksinimini karşılamak üzere çalışırlar. Bu bakımdan, hastalarla sağlık çalışanları arasında sıradan bir satıcı-müşteri ilişkisi kurulamaz. Bu anlayış yitirildiğinde, hekimin hizmet sektöründeki herhangi bir satıcıdan, örneğin otel resepsiyon görevlisinden farkı kalmaz. Nitekim, bu gidişle kalmayacak gibi…