Hekimlik, uğraş alanı ve hedefi doğrudan insan olan bir meslektir. İnsanı bir birey olarak anlamayı ve onu onun sağlığını geliştirmek için yönlendirmeyi gerektirmesi nedeniyle en zor mesleklerden birisidir. Her insanın ayrı bir dünya olması ve herkese yönelik standart bir davranış kalıbının geliştirilemiyor olması hekimlik mesleğini zorlaştıran bir etmendir. Hekimliği sanat yapan özelliklerden birisi hekimin edindiği tüm bilgi ve deneyimi ustaca kullanması ise diğeri de her insana ona uygun bir ilişki ve iletişim kurmasıdır. Bir hekimin hastaları ile başarılı bir iletişim ve ilişki kurmasının olmazsa olmaz koşullarından birisi de insanların (kendisini de) kişilik yapılarını değerlendirebilmesi ve elde ettiği bilgileri günlük uygulamasına aktarabilmesidir. Hangi olay karşısında nasıl davranacağı konusunda bilgi veriyor olması nedeniyle hastaların kişilik yapısı o hastanın uygun biçimde yönlendirilebilmesinde hekim için önemli bir kaynaktır.
Günümüzde bilim çevrelerinde kişilik kavramının nasıl tanımlanacağı konusunda belli bir görüş birliği bulunmamaktadır. Ancak genel olarak günlük dilde kullanıldığı şekliyle tanımlanabileceği düşünülmektedir. Kişilik denildiğinde ilk akla gelen o kişinin davranış biçimi ve davranış kalıplarıdır. Kişilikle ilgili olarak zaman zaman kişilik özellikler, kişilik yapısı ve kişilik bozukluğu gibi kavramların kullanıldığı görülmektedir. Aslında her kişilik yapısının belli bir süreklilik ya da yelpaze içinde düşünülmesi gerekmektedir. Bu yelpazenin bir ucunda gerektiğinde toplum içinde uyum sağlamaya yönelik esneklik gösterebilen kişilik özellikleri, diğer ucunda ise katı, hiçbir koşulda esneklik gösteremeyen kişilik bozukluğu bulunmaktadır. Esneklik gösteremeyen kişilik özellikleri, kişilik bozukluğunu düşündürmelidir. Örneğin; alıngan bir kişinin gerekli açıklamalar yapıldıktan sonra alınmaktan vazgeçmesi esneklik gösterebilen, ne yapılırsa yapılsın alınganlığından tam vazgeçmemesi esneklik göstermeyen bir kişilik yapısına (kişilik bozukluğu) sahip olduğunu göstermektedir. Kişilik bozukluğu düşünülen hastalarla ilişkilerinde hekimlerin özellikle daha dikkatli olması gerekmektedir. Fakat hastalar bazı kitaplarda tanımlanan dar sınırlar (tanı ölçütleri) içinde değerlendirilmemeli, her hastanın kendisine özgü bir rengi olacağı unutulmamalıdır.
İnsanların kişilik özellikleri belirlenmeye çalışılırken kişilik yapısının temel bileşenlerine bakılmalı; “duygusal yapısı, yaşadığı duygular, duygularından ne kadar etkilendiği” “içinden gelen istek, gereksinim ve dürtüleri ile nasıl bir ilişki içinde olduğu”; “yaşadıklarını değerlendiriş biçimi ve aklına gelen düşünceler”, “diğer insanlarla ilişki ve iletişim kurma tarzı” ve “davranış kalıpları” göz önüne alınmalıdır. Hasta-hekim ilişkisinde her kişilik yapısının kendisine özgü, davranış tarzı, kendini ve diğer insanları algılama biçimi, ilişkilerini ve yaşadıklarını yorumlama biçimi, çevresini ve dünyayı değerlendirme biçimi, çatışma çözme ve baş etme yöntemi, iş yaşamında çalışma biçimi, ilişki kurma biçimi, arkadaşlık kurma biçimi, duygularını, düşüncelerini ve isteklerini ifade etme biçimi olacağı unutulmamalıdır. Örneğin “insanlara kolay kolay güvenmeyen bir hastanın hekimlere de kolay kolay güvenmeyeceği”, “hayatının her alanını kontrol altında tutmak isteyen bir hastanın yaşamının bir hekim tarafından belirlenmesini kabullenmede zorlanacağı”, “çekingen bir hastanın hekimle ilişkisinde de çekingen kalacağı”, “özgüveni düşük bir hastanın hastalığının tedavisi ile ilgili her türlü kararı hekimin almasını bekleyeceği”, “narsistik bir hastanın hasta olmayı ya da hastalanmayı bir zayıflık ya da kendi yüceliğini sarsan bir tehlike gibi algılayacağı ve kendisine ayrıcalıklı davranılması beklentisi içinde olacağı” dikkate alınmalıdır.
Diğer yandan benzer durumların hekimler için de geçerli olduğu “ayrıntıcı, obsesif bir hekimin daha çok tetkik isteyeceği”, “çekingen bir hekimin hastası ile cinsel konuları konuşmakta zorlanacağı”, “narsistik bir hekimin kendisine aşırı güvenmesi nedeniyle en zor ameliyatları bile kolayca üstlenebileceği” ve “özgüveni düşük bir hekimin hastasına verdiği tedavinin doğru bir tedavi olduğunu bilmesine karşın sürekli verdiği tedavinin doğru olup olmadığı konusunda şüphe duyacağı”da bilinen bir durumdur.
Görüldüğü gibi hasta-hekim ilişkisinde hem hastasının, hem kendisinin tutum ve davranışlarını anlamak ve öngörebilmek isteyen hekimin kişilik yapıları konusunda bilgi sahibi olması gerekmektedir.