Devlet hastaneleri ve eğitim hastanelerinde uzun süredir uygulanan performans sistemi bu aydan itibaren üniversite hastanelerinde de uygulanmaya başlıyor. Bu sistemin ana felsefesi “Ne kadar çok performans gösterirsen (aslında ne kadar çok hasta bakarsan) o kadar çok kazanırsın” mantığı üzerine kuruludur. YÖK’ün iki hafta önce yayımladığı konuyla ilgili yönetmeliğe göre üniversite hastanelerinde çalışan hekimler için eğitim-öğretim çalışmaları ve bilimsel çalışmalar biraz performans puanı getirecek olsa da, sağlık hizmeti sunumundan kazanılacak puanların yanında bunların getirisi oldukça düşük kalmaktadır.
Peki, hekimlerimiz performans sistemiyle hak ettikleri kazancı elde edebiliyorlar mı? İlk bakışta uzman hekimlerin eline, branşlarına göre değişmekle birlikte, 6.000-8.000 TL gibi bir para geçiyor. Bazı hastanelerde ve bazı branşlarda bu rakam 10.000 TL’yi geçebiliyor ve dışarıdan bakınca oldukça iyi bir kazanç gibi görünüyor. Ancak, bu kazancı elde etmek için verilen emeğe bakıldığında hekim emeğinin ne kadar ucuzlamış olduğu ortaya çıkıyor. Devlet hastanelerinin çoğunda uzman hekimler polikliniklerinde ortalama günde 100 civarında hasta muayene ediyor ve tedavisini planlıyorlar. Bazı hastanelerde bu sayı 150’yi buluyor. Bundan 5-6 ay kadar önce ilimizdeki bir devlet hastanesinde çalışan bir göz hastalıkları uzmanının poliklinik muayenesi için kayıtlı 150 hasta varken 151. hastayı almak istememesi nedeniyle şikâyet edildiğini ve hakkında soruşturma açıldığını biliyorum. Günlük 150 hasta bakan bu hekimin aylık 10.000 TL kazandığını düşünelim. Basit bir matematik hesabıyla bu hekimin ayda ortalama 20-22 gün poliklinikte çalıştığı ve 20 günden hesaplarsak ayda 3.000 hasta baktığı ortaya çıkmaktadır. Aylık kazancını (10.000 TL) baktığı hasta sayısına böldüğünüzde hasta başına 3.33 TL kazandığı görülmektedir. Günlük baktığı hasta sayısını 100 olarak hesaplarsanız hasta başına geliri 5 TL olmaktadır (kendisinden vergi ve emeklilik için kesilenleri de ekleyin hasta başına 6-7 TL olsun). Bu 5-6 TL aslında sadece o 4-5 dakikalık muayene, tetkik değerlendirme ve reçete yazmak için verilen emeğin karşılığı değil; ilköğretim ve lise eğitiminden sonra ancak çok çalışılıp, yüksek puanlar alınarak girilen tıp fakültesindeki 6 yıllık tıp eğitimi ve bunun üzerine tıpta uzmanlık sınavıyla girilebilen 4-6 yıllık uzmanlık eğitimiyle (yan dal uzmanları için üç yıl daha ekleyin) elde edilen ve hastanın muayenesi, tetkiki ve tedavisi sırasında kullanılan bilginin de karşılığıdır.
Şimdi düşünelim, hangi meslekte bilginin ve emeğin karşılığı bu kadar ucuzdur? Bir hekim kadar eğitim almış meslek mensuplarından vazgeçtik (zaten sayıları çok az), çoğu yeterli eğitim almamış meslek mensuplarıyla kıyaslayın. Hangi televizyon ya da buzdolabı tamircisi 5-6 TL’ye televizyonunuzu veya buzdolabınızı tamir eder? Sadece arızayı bulmak için cihazı açma-kapama parası bile bunun 5-10 katıdır. Bu kıyaslama sadece hekimlerin bilgi ve emeğine verilen değeri değil, aynı zamanda insan sağlığına verilen değeri de ortaya çıkarmaktadır. Açıkça görüldüğü gibi, insanlarımızın hastalığının bilinmesi ve tedavi edilmesi için uygun görülen ücret bir televizyon veya buzdolabının tamir ücretinden bile daha düşüktür. Büyük çoğunluğu en fazla liseye kadar okumuş olan televizyon tamircilerinin bir de hekimlerin günlük baktığı hasta sayısı kadar televizyonu tamir ettiklerini düşünün ve mevcut tarifeleriyle hekimlerden ne kadar fazla kazanacaklarını hesaplayın. Bu karşılaştırmaları oto tamircilerinden emlakçılara; avukatlardan muhasebecilere, mimarlara kadar her çeşit meslek grubuyla da yapabilirsiniz.
Burada hekimin bilgi ve emeğinin ucuzlaştırılması yanında, verilen hizmetin niteliği de sorgulanmalıdır. Yukarıda örneğini verdiğimiz 151. hastaya bakmadığı için sorgulanan göz hastalıkları hekiminden nasıl nitelikli bir sağlık hizmeti bekleyebilirsiniz? Günde 8 saat (480 dakika) çalışan bir hekim bu süre içinde hiç çay-kahve molası vermese, hiç tuvalete gitmese (çay içmesin; tuvaletini de tutsun, mesaiden sonra yapsın diyebilirsiniz) bile hasta başına her şey dâhil (anamnez alma, muayene etme, tetkik isteme ve sonucunu değerlendirme, reçete yazma) 3.2 dakika düşmektedir. Hasta sayısını 100’e indirdiğinizde bile hasta başına 4.8 dakika düşmektedir. Bu kadar kısa zamanda ciddi sorunları olan hastaların teşhisi ve tedavisi mümkün müdür? Hasta sayısının fazlalığı ve zaman sıkıntısı hekimleri hastaların çoğundan tetkik istememeye itmektedir. Hastane idareleri için hastalardan tetkik istenmemesi veya daha az istenmesi giderin azaltılması ve hasta başına kazancın artırılması anlamına gelse de, çok sayıda hasta için zamanında teşhis konulamaması, defalarca aynı ya da başka hastanelere gitmek zorunda kalınması, hatta sağlığın veya hayatın kaybedilmesi anlamına gelmektedir. Getirisi az ve riski yüksek ameliyatları (Whipple ameliyatı gibi) olması gereken çok sayıda hastanın, hekimlerin bu paraya bu riski almak istememesi nedeniyle hastane hastane gezdiklerini maalesef çoğumuz biliyoruz. Zaten polikliniklerde hasta yığılmasının bir sebebi de sistemin yanlış işlemesi sonucu tedavi olamayan ya da tatmin olamayan çok sayıda hastanın tekrar tekrar hastanelere gelmesi değil midir?
Bazı yöneticilerimiz, vatandaşların sağlık hizmetine erişim konusunda ne kadar iyi durumda olduğumuzu söyleyip, övünüyorlar. Bu hizmet hekimlerin bilgisi ve emeği ucuzlatılarak sunulan bir hizmetse ve gittikçe niteliksiz bir hizmete dönüşüyorsa, bu durum övünülecek bir durum olmaktan çıkmaktadır.
Sonuç olarak, hekimlerimiz insanca yaşayabilecekleri bir gelire ulaşmak için insanlık dışı bir çalışma ortamına sokulmamalı, niteliksiz ama çok hizmet sunarak sürümden kazanmaya zorlanmamalı; eğitimlerinin, bilgilerinin ve emeklerinin karşılığı olan kazanca nitelikli ve insan onuruna yakışır bir şekilde sağlık hizmeti sunarak ulaşabilmelidirler. Bunun için hekim sayısı eksikse tıp fakültelerine girmek için yarışan çok sayıda gencimiz, uzman hekim sayısı eksikse TUS’ta ter döken çok sayıda pratisyen hekimimiz bu yola girmeye taliptirler.