Geçen gün hastanede anestezi uzmanı bir bayan meslektaşımla ayak üstü sohbet ederken kendisi gibi hekim olan kızının kadın doğum ihtisasını bitirdiğini ve mecburi hizmete gideceğini söyledi. Kendisini tebrik ettiğim gibi kızına da tebrik ve teşekkürlerimi iletmesini rica ettim. Tebrik tamam da teşekkür de neyi nesi diyenlere cevap yazının içinde mevcuttur.
Meslektaşıma laf arasında bu ülkede bir zamanlar değil kadın doğum uzmanı, cerrahi branşların çoğunda hatta hepsinde kadın doktor bulabilmenin çok ama çok zor olduğunu söyledim. Hatta İmparatorluğun son ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında bile hekimlerin hepsi erkekti. Kadınlara açılan ve uygun görülen alan ise ebelik, hemşirelik ve hasta bakıcılığı idi. İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e Türkiye’nin ilk Türk kadın doktoru Safiye Ali olup “Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ve 1867’de eğitime başlayan sivil tıp okulu Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye kız öğrencileri kabul etmemiş ve bu sebepten dolayı oluşan boşluğu da yabancılar doldurmuştur. Doktorluk kadınların ulaşamadığı bir meslektir ve tıp eğitimi almak isteyen kadınlar için Avrupa’da eğitim görmekten başka yol kalmamıştır. Safiye Ali de böyle bir dönemde yurt dışında tıp eğitimi almak için Almanya’ya gitmeyi tercih etmiştir”. (1) 1927’de yedi kız öğrenci fakülteyi bitirerek doktor olmuşlardır. İlk resmi görev ise 1930’da verilmiştir. (1) Cumhuriyet döneminde bu olumlu gelişmelere rağmen uzun yıllar hekimlik ve özellikle cerrahlık çoğunlukla erkeklere mahsus bir alan olarak kaldı. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu yalnız bize has bir durum olmayıp ABD’de de bile farklı değildi. Geçen yıl klinikteki asistanlara “Göğüs Cerrahisi ve Gelecek” konulu bir seminer hazırlarken okuduğum makalelerin birinde yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde bile cerrah yerine erkek kelimesinin kullanıldığını gördüm. (2)
Tamamen erkeklerden müteşekkil bir tıp dünyasından her ne kadar Osmanlı’nın son dönemlerinde ve özellikle Türkiye’de kadınlar lehine birçok olumlu değişim ve gelişmeler kaydedilse bile, ne yazık ki ilk kadın doktorumuz Safiye Ayla “mesleğini yaparken çeşitli suçlamalar ve engellemeler ile karşılaşmış, ülkesi için yapabileceği daha fazla çalışma varken cinsiyetçi baskılardan dolayı istifa etmek zorunda kalmıştır”. (1) Devlet anlayışında ve yasalarda kadınlar lehine eşitsizlikler giderilmeye ve fırsat eşitliği oluşturulmaya çalışılsa da siyasi, toplumsal, akademik, kültürel ve geleneksel karşılığı maalesef aynı hız ve oranda gerçekleşmemektedir.
Tıp eğitimimi Cumhuriyetin ilk tıp fakültesi olan Ankara Üniversitesi’nde 1982-1988 yılları arasında tamamladım. O dönemdeki konu ile ilgili bazı anılarımı ve tespitlerimi de paylaşmak isterim. Cerrahi branşların atası sayılan Genel Cerrahi’de onlarca erkek öğretim üyesi olmasına rağmen ilaç olsun kabilinden bir tane bayan öğretim üyesi yoktu. Hatta Genel Cerrahi hocalarımızdan biri amfide bir ders sırasında stajyer kız arkadaşlarımıza dönüp onlardan cerrah değil olsa olsa iyi bir cildiyeci olabileceğini söylemişti (laf aramızda cildiye yıllar sonra TUS tercihinde ilk sıraya yerleşti). Aynı şekilde Ankara Tıp’ta Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı’nda ve birçok cerrahi branşta bırakın öğretim üyesini bayan asistan bile yoktu. O günden bugüne değişimi fark edebilmek için güncel bir veri paylaşayım. Tıp eğitimini bitirdiğim 1988 yılını esas alırsak aradan geçen 36 yıl sonra diğer cerrahi branşlar bir yana bugün Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı’nda dokuz kişilik öğretim üyesi kadrosunda bir profesör, on kişilik uzmanlık eğitimi öğrencisi kadrosunda da altı kişi olmak üzere toplam yedi bayan hekim mevcuttur. Öğretim üyesi kadrosunda artık ilaç olsun için bir bayan öğretim üyesi varken, asistan sayısında bayan hekimler çoğunluğu elde etmiş gözüküyor. Bu da ilerisi için umutlu olabilmemizi mümkün kılıyor. (3) Allah’tan mezun olmamıza doğru (1987) merkezi bir sınav olan Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) uygulanmaya başlandı da bırakın bayan doktorları biz erkekler bile bir uzmanlık dalında ihtisas yapabilme olanağına kavuştuk. Böylece zaman içinde cerrahi branşlardaki erkek egemen yapı yavaş yavaş değişmeye hatta bazı branşlarda kadınlar lehine bile dönmeye başladı.
Yine böyle erkeklerin egemen olduğu cerrahi branşlardan biri olan Üroloji stajında idik. Hocalarımızdan biri ile vizit gezerken koridorda hocanın bir hastası ile karşılaştık. Hasta hocanın muayenehanesine uğramış, varikoselli (testis venlerinin varisi) bir hoca (imam hatip) imiş. Ameliyat hazırlıkları için gelen hastaya, hoca fizik muayene yapmamızı istedi. Fakat hasta utandığı ve çekindiği için kabul etmedi, hoca da “sen çağdaş bir imam olmalısın, eğitim için stajyerlere bu izni vermelisin” dedi ama hasta direndi. Hoca da “kabul etmezsen ameliyatını yapmam” dedi. Hasta da utana sıkıla mecburen kabul etti, bir kısım arkadaşımız hastayı muayene etti, ama bu manzaradan sonra hasta daha fazla incinmesin diye yaklaşmadım. Ortalık yerde böyle bir şeyin konuşulması, hastanın oldukça kalabalık kızlı erkekli bir stajyer grubunun karşısında olması, o kadar kişinin testisi (erbezi torbası) palpe etmesi (ellemesi) ve de bir anda böyle emrivaki bir talebin dillendirilmesinin hasta hakkına ve mahremiyetine aykırı olduğunu düşünüyorum. O günlerde Üroloji (Bevliye) uzmanlık dalında bayan asistan ve uzman olmadığı gibi bugün dahi bir elin parmakları dışında bayan uzman yoktur. Erkeklerin özellikle genital (cinsel) uzuvları ile ilgili sorun ve sıkıntılarını karşı cinsle rahatça konuş-a-madığı bilinen bir gerçektir. Ki dünden bugüne bu böyledir.
Ürolojide hal böyleyken bir açıdan bunun tam karşı yöndeki Kadın Hastalıkları ve Doğum branşında ise durum tam böyle değildir. O zaman da staj yaptığımız dönemde çoğunluğu erkek olan hocalarımız yanında az da olsa bayan hocalarımız da vardı. Kadın Doğum stajında bir gün poliklinikte çalışırken bir bayan hasta, kendisini bir bayan doktorun muayene etmesini istedi. İstedi istemesine de edilmedik hakaret kalmadı. Tabi o zamanlar “hasta hakları” ve özellikle “hekim seçme hakkı” diye bir şey bilinmiyordu, kimsenin umurunda da değildi. Düşünsenize bir kadın olarak kadın doğum muayene masasına sırtüstü ve bacaklarınız ayrık, kalkık ve dizden kırılmış vaziyette yatıyorsunuz (litotomi pozisyonu), bütün dış genital organlarınız açıkta, karşınızda ise bir hekim de olsa bir erkek duruyor, iki parmağını vajinanıza (dölyolunuza) duhül ediyor (şimdilerde ultrasonik prob kullanılıyor) ve sonra da spekulum denilen metal aleti yerleştirip bakıyor. Hadi erkek hekimlerin bunu tıbben ve ilmen normal ve zorunlu görmesini anlarım da bayan hekimlerin hasta açısından bunun nasıl bir tedirginliğe, utanmaya, rahatsızlığa yol açtığını sarf-ı nazar etmelerini anlamamışımdır. Belki de hekim ve cerrah olmaları hasebiyle, erkek egemen bir dünyada var olmaya, kendilerini kabul ettirmeye çalıştıkları, bu süreçte belki de ezildikleri içindir ya da zaman geçtikçe onlar da erkek meslektaşlarına benzemiş, erkeksi bir bakışa sahip olmuşlardır bilmiyorum. Nasıl erkek hastaların bayan üroloji uzmanına cinsel sorunlarını iletmelerinde sıkıntı ve zorluk varsa aynı şekilde bayan hastaların erkek kadın hastalıkları ve doğum uzmanına cinsel sorunlarını iletmede sıkıntı ve zorluk vardır. Olur mu öyle şey, bu sağlık problemidir, sağlıkta ayıp olmaz diyenler, insanın utanma ve mahremiyet duygusunu ve toplumun inanç ve gelenekten kaynaklanan değerlerini es geçiyor, dikkate almıyor demektir.
Yine bir başka seferde doğum hadisesini pratik açıdan daha iyi öğrenebilmek için halk arasında Büyük Doğumevi olarak da bilinen ve benim de dünyaya gözlerimi açtığım Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları ve Doğum hastanesinde idik. Bir doğum eyleminde hasta canı yandığı için çok feryat edince doğuma yardımcı olan erkek nöbetçi uzman (belki de asistandı) hastanın genital bölgesini sildiği kanlı cerrahi kompresi (havluyu) kızgınlıktan hastanın yüzüne fırlattı, etrafındaki ebe-hemşireler onu zorlukla sakinleştirdi. Bu etik olmayan (ki o zamanlar tıp etiği de bilinmiyordu), çirkin ve yakışıksız olayların beni etkilediğini söylemeliyim. İhtisas sınavına girdiğimde cerrahi branşlar tercih listemde ağırlıklı idi, içlerinde üroloji de vardı ama kadın doğum hiç olmadı. Zira nasıl erkek olarak (ki erkeklerin çoğu da öyledir) cinsel yönden bir hemcinsin(m)in muayene etmesinden rahat eder ve tercih ederse(m), kadınların çoğunluğunun da hemcinsi olan kadın doğum hekimlerini tercih edeceğini, ettiğini düşünüyorum, görüyorum. Genital (cinsel) hastalıklar ve doğum olduğu zaman doğal olanın bu olduğunu düşünüyorum. Nitekim yüzyıllarca doğum eylemini ebe denilen tecrübeli kadınlar üstlenmiştir. Fakat özellikle cumhuriyetin kuruluşunda hâkim pozitivist düşünceler ve laikliğin jakoben (dayatmacı, baskıcı, hatta yer yer ateizme kayan) uygulamaları ile bu konu çağdaşlıkla ilişkilendirilip tartışma konusu yapıldı, farklı düşünenler dışlanmaya çalışılıp laiklik onları dövmeye yarayan bir sopa olarak kullanıldı. Kadın Doğum açısından o yıllardaki hekim ve uzman yetersizliği anlaşılabilir bir şey iken bu inat ve bağnazlık yüzünden zaman içinde bu alanda gerekli hazırlık ve çalışmaların yapılmasında isteksiz, yetersiz ve geç kalındı.
Burada bir parantez açıp 28 Şubat Darbe Süreci’nde kılık kıyafeti (baş örtüsü) nedeniyle eğitim ve çalışma hayatını bırakmak ya da baş örtüsünden vaz geçmek zorunda bırakılan bayanları, onların yaşadıkları mağduriyet ve mahrumiyetleri konu ile ilişkili olduğu için kısaca da olsa zikretmek istiyorum. Zira o süreçte en büyük sorun ve sıkıntıyı biz erkeklerden ziyade onlar yaşadı. Halbuki cumhuriyet döneminde kadınlarla ilgili siyasi, sosyal, hukuki, eğitim ve daha birçok alanda olumlu şeyler yaşanırken böyle bir yasak ve sorun asla yaşanmamalıydı. Cumhuriyet kendini yenileyip geliştirip hızla bir sonraki aşama olan demokrasiye evrilebilmeliydi. Hem halka kızlarınızı, kadınlarınızı okula gönderin, eğitimlerini ihmal etmeyin diyeceksiniz, onlar ‘tamam gönderelim’ dedikten sonra da kalkıp yasaklar koyup engelleyeceksiniz. Hadi erkeklerin kadın üzerinden, kadının kılık kıyafeti üzerinden iktidar devşirmesini anlarım da bu süreçte bu ülkenin kadınlarının büyük kısmının iyi bir sınav ver-e-mediğini düşünüyorum. 28 Şubat Süreci’nde inancından dolayı baş örtülü olarak hayatın her alanında olmaya çalışan kızlara, kadınlara erkeklerin reva gördüğü baskı ve zulümlerden ziyade hemcinslerinin yanında olup destek olacakları, birlikte mücadele verecekleri yerde bu zulme iştirak etmeleri hep bir utanç tablosu olarak hatırlanacaktır. Bir Kemal YÖK eliyle Üniversitelerde “pürüz” yaratırken, bir diğer Kemal, o üniversitelerin en eski ve köklüsünde onlara kampüsü dar ediyor, bir dar ağacında sallandırmadığı kalıyordu. Nasıl bu ülkenin erkekleri bir zamanlar şapka (chapeau-şapo) takmak istememelerinden dolayı çok çekmişlerse, bu sefer de kadınları baş örtüsü takmayı istemelerinden dolayı başlarına gelmedik kalmamıştır. Bu Kemaller’in “Sert er” olan karşı cinsi de adını aldığı “Nur” suresindeki “emir-öğüt”e uymak isteyenleri vazgeçmeleri noktasında odalarda iknaya çalışıyordu. İşin acı ve hüzünlü tarafı da bu ülkedeki kadınların siyasal, sosyal, ekonomik ve hukuki onca sorunları varken bunlarla uğraşmak varken, akıl tutulması kabilinden üstüne üstlük kadınlar bir de inançları ve kılık kıyafetleri nedeniyle baskı ve zulme uğradılar. Kadınların önemli bir bölümü de buna ‘çağdaş yaşamı destekleme’, laikliği koruma, Atatürkçülük adına destek verdi. Eğer onlar bilmiş ve fark etmiş olsalardı bu yaptıkları, Cumhuriyetin ilanından vefatına kadar kadınlara her türlü alanda destek veren, toplumun yarısını oluşturan kadınları olmaları gereken seviyeye getirmeye çalışan Mustafa Kemal Atatürk’ün adına, anısına yapılmış saygısızlıktır, kötülüktür, gaflet, dalalet ve hatta hıyanettir. Van Tıp’ta öğretim üyesi iken, tıp eğitimi gören kız öğrencilerimizin, mesai arkadaşımız olan bayan doktor öğretim üyesi, hemşire ve personelin baş örtüsü taktıkları için kendilerinden istenen savunmaya Atatürk’ün annesinin, kız kardeşinin ve eşinin de baş örtülü olduklarını yazmaları, onları örnek göstermeleri Atatürk’ten daha Atatürkçü, daha Kemalist olan bu bozkurtların ve asenaların (ya da kendi deyimleriyle cumhuriyet kadınlarının) umurunda bile olmadı, zira onlar bu kuzuları yemeye çoktan karar vermişlerdi, sonuç değişmedi, hepsi fakülte ve hastaneden uzaklaştırıldı, kapının önüne konuldu. Aynı Safiye Ali gibi kadın olduğu için tıp fakültesine kabul edilmeme değil, bu sefer de baş örtülü kadın oldukları için yüzlerce kadın tıp eğitimi yapabilmek ve sürdürebilmek için yurtlarını terk etmek zorunda kaldılar. Bu konuda meramımı ifade ettiğimi düşünüyorum ve parantezi kapatıyorum.
Aynı Üroloji uzmanlık alanındaki bayan hekimlerde olduğu gibi Kadın Doğum alanındaki erkek hekim sayısı da bir elin parmakları mesabesinde olmalı idi. Fakat gerek ideolojik sebepler, gerek cerrahi branşların ve dolayısı ile kadın doğum branşının da erkek egemen ağırlıklı olması ve gerekse de ülkenin yarısının bayan olması ile hasta potansiyelinin çok olup çok kazandıran bir branş olması gibi çok çeşitli nedenlerle bu gerçekleş(tirile)memiştir. İlginçtir bu konu, Kadın Doğum uzmanlık alanının TUS tercihlerinde bir zamanlar ilk sıralarda olmasına rağmen bugün (Plastik Cerrahi hariç) diğer cerrahi branşlar gibi alt sıralara inmesi; eskisi gibi çok kazandırmaması (Kadın Doğumda muayenehanecilik çok revaçta ve çok kazançlı idi, halkın arasında kürtaj için söylenen ‘kazı kazan’ ifadesi meşhurdu, muayenehanecilik büyük ölçüde bitti, özel sektör öne çıktı), uzman hekim sayısının artması, bayan hekimlerin özellikle tercih edilmesi ve malpraktis, hekime yönelik şiddet gibi nedenlerle zaman içinde gerçekleşmiştir. Geçenlerde emekli bir kadın doğum hekimi ile konuştuğumda özel sektörde kendilerinden ziyade bayan meslektaşlarının daha çok rağbet gördüğünü biraz da yakınarak belirtmişti. Bu düşünce ve yaklaşımıma elbette özellikle bazı kadın doğum uzmanlarından ve farklı bakış açısına sahip olanlardan itiraz sadedinde farklı görüşler ve eleştiriler gelebilir. Elbette bu fikir ifade hürriyeti açısından normaldir, katılmasam da saygı duyarım. Ben böyle düşünsem de elbette bayan hastalar erkek kadın doğumcu ya da erkek hastalar bayan ürolog tercih etme hakkına sahiptirler. Otuz beş yıllık bir hekim olarak, hekimin erkek kadın, Türk Kürt, Müslim, gayrimüslim olmasından ziyade iyi, bilgili, tecrübeli, ahlaklı ve vicdanlı olması gerektiğini elbette ben de biliyorum, katılıyorum ve ben de bu kanaatteyim.
1989 yılının son ayında Ankara Atatürk Sanatoryumu Göğüs Cerrahisi Kliniği’nde uzmanlık eğitimime başladığımda bütün kadro hocasıyla asistanıyla erkek hekimlerden müteşekkildi. İlk bayan asistan olarak rahmetli Şerife Tuba Liman geldi (1992). Onun gelişi ile cerrahiye ‘kadın eli’ değdi, ortam nezaket ve nezahat yönünden olgunlaştı. Kliniğin ilk bayan asistanı olmanın avantaj ve dezavantajlarını yaşadı. Hatta uzun ve zorlu bir yolu yürüyüp profesörlüğe kadar erişti. (4) Demin de bahsettiğim gibi TUS’un 1987’de uygulanmasıyla birlikte ilk defa biri İstanbul Heybeliada Sanatoryumu’nda Dr. Canan Şenol ve diğeri İstanbul Yedikule Sanatoryumu’nda Dr. Aysun Ölçmen Doğan olmak üzere iki bayan hekim Göğüs Cerrahisi uzmanlık dalında eğitime başladılar, uzman oldular, hatta şef muavini oldular. Ülkemizde Göğüs Cerrahisi uzmanlık alanında ilk bayan Göğüs Cerrahisi (o yıllarda Göğüs Cerrahisi ve Kalp Damar Cerrahisi birlikte idi) Asistanı (Genel Cerrahi asistanı-1973, Uzmanı-1978, Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü-1978, 1982-1984 arası İngiltere Londra Guy’s Hospital Toracic and Cardiovascular Department’de registarar, 1984 üst ihtisas), Doçenti (1985), Profesörü (1994), Anabilim Dalı Başkanı (1999-2002) İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Ayla Gürel Sayın’dır. (5)
Hangi yıldı hatırlamıyorum bir kongrede klinik şefliği de yapmış bir profesör göğüs cerrahisi uzmanı erkek meslektaşımız bayan asistan, uzman ve akademisyen meslektaşlarımızın da bulunduğu bir ortamda onlara hitaben dedi ki; “Ben bayanlardan iyi göğüs cerrahisi uzmanı olabileceğine inanmıyorum”. Bu düşünceye ciddi ve sert bir karşılık vermek varken muhtemelen hocaya saygısızlık yapmayalım ya da polemiğe girip de başımızı ağrıtmayalım kabilinden düşüncelerle sadece cılız bir iki itiraz geldi. Ne mutlu ki bayanların cerrah olmasına itirazdan, iyi cerrah olamazlar seviyesine gelmek de bu erkek cinsiyetçi bakış açısından yine de olumlu bir gelişme ve aşama sayılırdı. Aradan epey zaman geçtiği için bu bilimsel ve etik olmayan, buram buram cinsiyet ayrımcılığı kokan iddiaya ne cevap verdim hatırlamıyorum. Fakat cerrah olmanın ya da iyi cerrah olmanın bilgi, yetenek, istek, çalışma ve daha birçok şeyle ilgisi vardır ama cinsiyetle hiçbir ilgisi yoktur. Erkeğin yapabildiği ama kadının yapamayacağı hiçbir şey yokken, kadının yapıp da erkeğin yapamayacağı şeyler (örneğin doğurmak ve emzirmek gibi) olduğunu söyleyebilirim. Gel de ‘Anadolu İrfanı’nın temsilcilerinden sanatçı Neşet Ertaş’ın şu sözünü zikretme. “Analar insandır, biz insan oğlu”. (6) Her insana her şeyden önce ve öncelikle insan gözüyle bakmadıktan, bakamadıktan sonra dünden bugüne devam edegelen ideolojik, dini, geleneksel ve türlü saiklerden hareketle cinsiyetçi (sexist) bir açıdan bakmanın iler tutar, haklı, anlaşılabilir, açıklanabilir hiçbir gerekçesi olmaz, olamaz. Ana rahmine düştüğümüz anda cinsiyetimiz belirlenmiştir. Kaldı ki fiziksel ve psişik yönden farklılık gösteren kadın ve erkek birbirinin alternatifi, rakibi, üstünü filan değil birbirinin eşitidir, eşidir, arkadaşıdır, tamamlayıcısıdır, edebi tabirle biri diğerinin öteki yarısıdır. Kadın ya da erkek olmak bizatihi bir avantaj ve dezavantaj değildir, olmamalıdır da. Tarihte ve günümüzde toplumdan topluma değişmekle birlikte erkeklerin tekelinde, egemenliğinde, kontrolünde olduğu için avantajlı oldukları her alanda kadınların da olmaması ve de başarılı olmamaları için hiçbir ideolojik, dini, bilimsel, akademik haklı ve geçerli bir gerekçe yoktur. Kadınların toplumumuzda fırsat eşitliği olmaması ve türlü gerekçelerle bazı alanlarda istenilen sayıda ve seviyede olmamaları, kendileri kadar (yeterli bilinç, çaba ve örgütlü mücadele etmedikleri için), daha ziyade kendileri dışındaki kişi ve kurumlardan kaynaklanmaktadır. Kas (kol) gücünün ön planda olduğu çağlarda ve mesleklerde (mesela askerlik gibi) bu durum belki anlaşılabilir ama günümüzde artık bırakın normal aklı yapay zekanın her alana yavaş yavaş girdiği ve endüstri 4.0’ın (robotik cerrahi, dijitalleşme gibi) hayatımızı kolaylaştırdığı bir zamanda hala kadınlar şunu şunu yapamaz, şu şu alanda iyi ve başarılı olamaz demek çağ dışılıktır, tabirimi maruz görün sap yiyip saman etmektir.
Dedim ya tıp fakültesinde (seksenli yıllarda) hekim adayı olma yönünden erkek kadın gibi bir ayrım akla gelmezken, herkes alışmışken, normalleşmişken, cerrahi branşlarda da bugün büyük ölçüde böyledir, böyle olmalıdır, normali de budur. Cerrahi asistanı olduğum doksanlı yıllarda bu süreç başlamış ve bugün artık tam bitmese de bitme noktasına gelmiştir. Örneğin Süreyyapaşa Göğüs Cerrahisi Kliniği’nde halihazırda altı öğretim üyesinin üçü bayan, başasistan ve uzman altı kişiden ikisi bayan, on iki asistandan da yarısı bayan hekimdir. Kliniğimizde hekimlikte cinsiyet noktasında sayısal açıdan normal ve dengeli bir dağılım söz konusudur. Asistanlık yıllarımızda bayanlara mahsus olarak bilinen ve öteden beri öyle gelmiş olan hemşirelik mesleğine bile erkeklerin de dahil olmasına tanıklık ettik, belki başlarda yadırgadık ama zamanla alıştık. Hala sayıları eskiye nazaran az da olsa cinsiyet ayrımcı erkek hekimler ve cerrahlar bulunabilir. Erkek hekimlerin birbirleriyle dayanışmasını ve öteden beri gelen konumlarını savunup korumaya çalışmalarını bir yere kadar anlıyorum fakat bayan hekimlerin (hatta başhekimlik dahil idareci konumundakilerin bile) bir bayan hekime bayan olmasından ötürü ayrımcılık (ve mobbing) yapıldığında sessiz kalmalarını, hatta daha da acısı erkeklerin safında yer almalarını anlayamıyorum. Bunun ister hemcins rekabeti, kıskançlığı ister güçlünün yanında yer alıp mağdur olmamak, korunma sağlamak, göze girmek ve isterse daha başka sebeplerle olsun kabul edilir ve savunulur tarafı yoktur. Ki otuz beş yılı aşan meslek hayatımda az da olsa nahoş örnekler gördüm. Tekraren yine söylüyorum. Bir alanda, bir konuda bir sorun ve sıkıntı varsa öncelikle o sorun ve sıkıntıyı yaşayanlar bunun mücadelesini vermek, çözmeye çalışmak durumunda ve zorundadırlar. Hakkınızı almak ve uğranılan haksızlığı gidermeye çalışmak öncelikle ve özellikle sizin meselenizdir. Eğer cinsiyet ayrımcılığı ve mobbing olaylarında bayan hekimler birbirleriyle dayanışma gösterip mücadele etmeyeceklerse bu sorunun derdi, tasası, çözümü biz erkeklere mi düşecektir? Daha kendi sorunlarına bile sahip çık-a-mayan birilerine o sorunu yaşamayan, hissetmeyen birileri neden sahip çıksın, sıkıntıyı göze alsın, umurunda olup katkı versin, omuz versin.
Özellikle çalışan kadınların mesai saatlerine ilaveten bir de ev işlerini ve anne iseler annelik görevlerini de 7/24 yaptıkları bilinen bir şeydir. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi toplumumuzda bu durum yani kadının geleneksel rolü yadırganmaz, normal ve olağan görülür. Emekli olsalar bile kadınlar ölünceye kadar evde çalışmaya devam ederler. Öteden beri kız çocukları, erkek çocuklara nispetle eğitim dahil her alanda ikincil ve geri planda tutuldukları, öyle yetiştirildikleri ve davranıldığı için birçok alanda, meslekte erkeklerle eşit imkân olmadı, adaletli davranılmadı ve bunun sonucu da olmaları gereken konumda olamadılar. Zamanlarının ve enerjilerinin büyük kısmını kız evlat, eş ve anne olduklarından dolayı harcadıkları için erkeklerin iştigal ettiği alanlarda fırsat eşitliği ve rekabet etme şansları ol-a-madı. Halbuki toplumun yarısını kadınlar oluşturuyor ve her alanda ve meslekte en az yarı yarıya var olma hakları vardır. “Her başarılı erkeğin başarısının arkasında bir kadın vardır” sözü bilinen ve meşhur bir sözdür. Bu doğru ve güzel olmakla birlikte, tersi de olmalıydı. “Her başarılı kadının arkasında bir erkek vardır” da denilebilmeliydi. Sonuçta kadınlar babası, eşi, oğlu dahil birçok erkeğin başarısında pay ve katkıları olduğu halde bizatihi kendileri de fırsat eşitliğinin olduğu fakat cinsiyet ayrımcılığının olmadığı bir vasatta başarılı olabilme, olanak ve olasılığına en azından erkekler kadar sahip olabilmeleri gerekirdi, olmalı idiler. Profesörlüğe atandıktan sonra hastanedeki cübbe giyme törenine o dönemin bayan başhekiminin jesti ve sürprizi ile eşim katılmış, cübbe giydirme şansını ve onurunu bana bahşetmişti. Zira evlenmeden önce annemin (ev hanımı), evlendikten sonra da eşimin (hemşire) teşvik, destek, sabır ve katkıları olmasa idi belki de bugünkü konumuma gelemezdim (Allah’ın yardımını elbette unutmuyorum). Mesleki ve akademik anlamda bir yerlere gelmişsem, bir başarı göstermişsen benim olduğu kadar onların da payını inkâr edemem. O yüzden otuz beş yıllık mesleki hayatımın anılarını ve düşüncelerini kaleme aldığım kitabımı ikisine yani “iki büyük nimetim”e de ithaf ettim. Kitapta da yazdığım gibi merhum sanatçı Neşet Ertaş’ın ifadesiyle “birisi var etti, biri yar etti beni”. (7,8)
Cinsiyet ayrımcılığı ile ve onunla ilişkili bir başka konu da ‘mobbing’dir. Erkeklerin başına gelebileceği gibi onlardan daha fazla ne yazık ki kadınların maruz kaldığı ve son yıllarda farkındalık oluşan bir konudur. Kelime anlamı olarak; psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermektir. Türk Dil Kurumu, kavramın karşılığı olarak “Bezdiri” kelimesini belirlemiş ve “İş yerlerinde, okullarda vb. topluluklar içinde belirli bir kişiyi hedef alıp, çalışmalarını sistemli bir biçimde engelleyip huzursuz olmasına yol açarak yıldırma, dışlama, gözden düşürme” olarak tanımlamıştır. (9) Doğrusunu söylemek gerekirse bu kelimeyi de ilk defa yıllar önce bir kongreye katılmak için Antalya Havalimanı’nda otel transfer aracı beklerken ayak üstü sohbet ettiğim göğüs cerrahisi uzmanı bir bayan meslektaşımdan duymuştum. İstanbul’da görev yaptığı bir hastanede özellikle erkek meslektaşlarının kendisine karşı yaptıklarını yana yakıla anlatmıştı, bilahare baskılara dayanamadı, bezdi usandı ve istifa edip ayrılmak zorunda kaldı. Mobbing kelimesini ilk defa duysam da kelimenin içerdiği fiillerin hepsini bütün hayatımız boyunca her ortamda az buçuk yaşamışızdır, hatta yeri gelmiş canımızdan bezmiş, bezdirilmişizdir. Mobbing konusunda bugüne kadar hassasiyet göstermiş ve yapmamaya çalışmışsam da son yıllarda şahsen kendim bile kurtulamamışımdır, yanımda yöremde meslektaşlarımı ve özellikle bayan meslektaşlarımı korumakta yetersiz kalabilmişimdir. Bu konuda çok şey yazılabilir ama kaynağını verdiğim kısa bir söyleşiyi okumanızı rica ederek yazımı uzatmak istemiyorum. (9) Cinsiyet ayrımcılığı konusunda yazdıklarım mobbing konusunda da bayan hekimler ve cerrahlar söz konusu olduğunda aynen geçerlidir.
Altı yıldır çalıştığım hastaneden çıkarken sağ taraftaki duvarda “Hekim Seçme Hakkı – Aralık 2006)” yazısını görünce aklıma nedense tuhaf biçimde karpuz seçme gibi bir şey geliyor. Biliyorum hiçbir alakası yok ama bahsetmeden de duramadım. Evet biz hekimlerin hakları arasında “Hasta Seçme Hakkı” diye bir şey yok, hasta olduğunu beyan eden ve branşımızla ilgili her hastaya bakmak durumundayız. Belki sadece ilgili konuda bilgi ve tecrübemiz yetersizse, o konuda bilgi ve tecrübesine güvendiğimiz bir meslektaşımıza refere edebiliriz, yönlendirebiliriz ve bir de saygısızlık, hakaret ve tehdit söz konusu olduğunda o hastaya bakmama hakkımız vardır o kadar. Rahmetli babam Sosyal Sigorta Kurumu (SSK)’na bağlı olduğu için çocukluk ve gençlik yıllarımızda hasta olduğumuzda mecburen ona bağlı hastanelere giderdik. Zira başka bir seçeneğimiz yoktu. O hastaneler de çok kalabalık idi, sıra almak ve bulmak zordu, muayeneler de üstünkörü idi. Ameliyat olmam gerektiğinde ilgili doktorun muayenehanesine gitmek zorunda kalmıştık. Geçmişte olup bitenler bir yana 2002 yılında “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile Üniversite ve Askeri Hastaneler dışında bütün hastaneler Sağlık Bakanlığı (SB) çatısı altında birleştirildi (15 Temmuz sonrası askeri hastaneler de SB’na devredildi), bütün toplum sağlık ve sosyal açıdan Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) şemsiyesi altında güvenceye kavuşturuldu, hastaneler yenilendi, nerede ise her ile Şehir Hastaneleri yapıldı. Muayenehaneler büyük oranda kapatılıp kamu hastanelerinde performans sistemi ve döner sermaye katkı payı uygulaması başladı, Merkezi Hasta Randevu Sistemi (MHRS) ile şefler ve profesörler dahil bütün uzman hekimlere erişim imkânı getirildi, özel hastanelerin sayısı arttı, hastaneler otomasyon sistemine kavuştu, E-nabız uygulaması ve daha birçok değişim ve yenilik gerçekleşti. Bazılarına katılmasam (genel sekreterlikler -ki sonradan işlevi değiştirildi-, “hizmet sözleşmesi” gibi) ve bu uygulamaların bazı olumsuz etkileri olsa da çoğunun doğru, gerekli ve olumlu olduğunu düşünüyorum. Sadece hekim değil hastane seçme hakkı da önemlidir. Aynı şey eczane serbestisi için de geçerlidir. Hasta SGK güvencesi ve mali olanakları elverdiğince kamu ve özel hastanelere başvurabilme, tercih kullanabilme hakkına sahip olmalıdır. En azından devlet ve sağlık sistemi buna uygun zemini oluşturma ve hastaların rahatlıkla ve güvenle tercih yapabilecekleri imkân ve şartları sağlamaya çalışmak durumundadır, zorundadır. Sağlık ve özellikle eğitimi konusunda bir sürü sorunumuz ve yapılacak işimiz olsa da şahsen zaman zaman yorulduğumu hissetsem ve karamsarlığa kapılsam da geçen yüzyıl içinde ve özellikle son çeyrek yüzyılda çok mesafe alındığı, olumlu bir sürecin, gidişatın yaşandığı kanaatindeyim.
Tıp eğitimi ve cerrahi branşlar dahil hekimlikte cinsiyet ayrımcılığının tümüyle kalktığı, sağlık çalışanlarının kadın olsun erkek olsun mobbinge maruz kalmadığı, hastaların hastane ve hekim tercih hakkını rahatça ve bilinçli bir şekilde kullanabildiği, hastaların ve hekimlerin inanç ve mahremiyetine saygı gösterilip dikkat edildiği sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir ülke, bir toplum olmak ideal olarak hayal, ütopya olsa da pratikte en azami seviyede gerçekleştirilebilir olduğunu düşünüyor, dilek ve temenni ediyorum.
İthaf, Veda ve Teşekkür: Bu yazımı İstanbul Süreyyapaşa Göğüs Cerrahisi Kliniği’nde 13 yıldır birlikte çalıştığım, bilgi ve tecrübe dahil mesleki anlamda birçok şeyi paylaştığım, Sağlık Bilimleri Üniversitesi mensubu iken İstanbul Medeniyet Üniversite’sine geçen çok kıymetli mesai arkadaşım, meslektaşım Göğüs Cerrahisi Uzmanı Sayın Prof. Dr. Cansel Atinkaya Baytemir’e ithaf ediyor, yeni görev yerinde ve tüm hayatında başarı, mutluluk ve huzur diliyorum. Dr. Safiye Ali’den Dr. Cansel Atinkaya’ya kadar bu ülkede bayan hekim ve cerrahlar açısından çok mesafe kaydedildi, pozitif anlamda çok şey değişti. Başkalarını bilmem ama cinsiyet ayrımcılığının giderilmesi ve mobbinge maruz kalmamaları noktasında bugüne kadar bayan meslektaşlarıma en ufak zarar vermediğim gibi, erkek hatta bayan meslektaşlarımın zarar verip haksızlık etmesine de elimden geldiğince gücüm yettiğince engel olmaya çalışmış, destek ve katkı verebilmişsem kendimi bahtiyar sayarım.
Kaynaklar:
- Konya D. Türkiye’nin ilk Türk kadın doktoru: Safiye Ali ve çalışmaları. Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırması Dergisi 2018;19(42):35-54, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/537416
- Meyer W. Thoughts on the future of thoracic surgery in America. Annals of Surgery 1927;86(2):161-4, https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1399419/
[Do we then need men with special training for the practice of thoracic surgery alone? / O zaman sadece göğüs cerrahisi uygulaması için özel eğitim almış adamlara ihtiyacımız var mı?] - http://goguscerrahi.medicine.ankara.edu.tr/ogretim-kadrosu/
- ‘Prof. Dr. Ş. Tuba Liman’ Anısına, Prof. Dr. İrfan Yalçınkaya, https://www.youtube.com/watch?v=WdEqBOoZGus&t=94s
- Telefonla sözlü görüşmede verdiği bilgilerden dolayı Sn. Prof. Dr. Ayla Gürel Sayın, Sn. Op. Dr. Ali Atasalihi, Sn. Prof. Dr. Akif Turna ve Sn. Op. Dr. Canan Şenol’a teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Asiye Perek, Türkiye’de Kadın Cerrahlar, Logos, 2008, Sh. 67 - Aslı Bozuk Deme, Neşet Ertaş, Hata Benim Albümü, Kalan Müzik, 2000, https://www.youtube.com/watch?v=45CwiaEsvCI
- Benim Yolum / Tababat san’atının icrası ile geçen 35 yıl, Prof. Dr. İrfan Yalçınkaya, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık, 2021, https://www.kitapyurdu.com/kitap/benim-yolum/602498.html&filter_name=benim+yolum
- İki Büyük Nimetim Var (Yorum: Dr. İrfan Yalçınkaya), https://www.youtube.com/watch?v=pf-ss2IvnOQ&t=89s
- https://vonahukuk.com/mobbing-nedir/
Arman A. Profesör Dr. Yeşim Erbil: Türkiye’de kadın cerrahların yüzde 47’si Mobbinge uğruyor, 29.11.2017, https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ayse-arman/profesor-dr-yesim-erbil-turkiyede-kadin-cerrahlarin-yuzde-47si-mobbinge-ugruyor-40661423
11 yorum
Hocam değerli yazınız için teşekkür ederim.
Keşke beyaz yakalı, aydın, okumuş insan olarak nitelendirdiğimiz hem erkek hem de kadın meslektaşlarımız sizin gibi çok yönlü değerlendirme kapasitesine sahip olabilselerdi. Ama maalesef ülkemizde öğretim görmüş ancak eğitim alamamış beyaz yakalılarımız azımsanmayacak sayıda. Bu ülkemizin geleceği adına da üzücü bir durum. Özellikle kadınların kadınlara yaptığı ayrımcılık erkeklerin yaptığı ayrımcılıkla hemen hemen aynı düzeyde. Umarım yetiştirdikleri çocukları daha anlayışlı, hoşgörülü, kendileriyle barışık yetiştirebilirler ve önce insan gözüyle bakmayı öğrenecek tarzda eğitirler. Saygılarımla.
Kıymetli İrfan Hocam, bu ayırım erkeklerin doğuştan fizik ve duygusal yönden egemen olmasından kaynaklanıyor. İslamiyetten önceki Arap toplumlarında ve geçen asırlarda Avrupa’da kadın değersiz bir varlık olarak görülüyordu. Bildiğim kadarıyla Orta Asyadaki Türk Devletlerinde kadına değer veriliyordu. İslam Dini de kadına çok değer verdi. Cennet annelerin ayakları altındadır denir. Ayrıca Erkek savaşta nasıl cihat sevabı alıyorsa doğum yapan kadın da aynı sevabı alır. Yazınızdaki görüşlerinize tamamen katılıyorum. Elinize sağlık.
Kıymetli İrfan Hocam, bu ayırım erkeklerin doğuştan fizik ve duygusal yönden egemen olmasından kaynaklanıyor. İslamiyetten önceki Arap toplumlarında ve geçen asırlarda Avrupa’da kadın değersiz bir varlık olarak görülüyordu. Bildiğim kadarıyla Orta Asyadaki Türk Devletlerinde kadına değer veriliyordu. İslam Dini de kadına çok değer verdi. Cennet annelerin ayakları altındadır denir. Ayrıca erkek savaşta nasıl cihat sevabı alıyorsa doğum yapan kadın da aynı sevabı alır. Yazınızdaki görüşlerinize tamamen katılıyorum. Elinize sağlık.
Uzm. Dr. Mehmet Bozkurt (Radyoloji)
WhatsApp mesajı
İyi akşamlar
Göndermiş bulunduğunuz makaledeki görüşlerinize katılamıyorum.
Benim düşünceme göre Haçlı seferleri hiç bitmedi hala da devam ediyor bin yılındaki aslan yürekli Richard’ın zamanında başlayan Haçlı seferlerini hep Türkler durdurdu. Osmanoğulları Türklüğe ihanet edip devşirmeleri yeniçeri olarak ve devlet adamı olarak alıp yetiştirip Türk dilini unutturup Arap seviciliğine ve Araplara mevali olmaya heves ettiler. Rönesans yani akıl ve bilim; reform yani Türkçe ibadet devrimlerini, sanayi devrimini ıskaladılar ve devletleri iflas etti. Borç bulabilmek için kimi zaman İngilizlere kimi zaman Almanlara yanaşıp İngilizlerin diz bağını Almanların Demir haç nişanlı takan Osmanlı padişahları yine de devletlerini kurtaramadı. Almanların Demir haçını takan Osmanlı yöneticileri Arapları kandıramadı Lawrence adlı İngiliz çavuşu Arap kıyafetleri ile sözde Müslüman oldu Araplara altın ve silah verip Arap isyanını başlattı İngilizler Arabistan Ortadoğu petrollerine çökeli 108 yıl oldu. Arabistan halen İngiliz ve Amerikan işgalinde darül harp’tir. Allah Türk milletini Anadolu’da Hristiyanların yaptığı soykırımdan ve yok olmaktan kurtarmak için Halaskar Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerini göndermiştir. Halaskar Gazi Hazretlerinin biricik manevi mirası akıl ve bilimdir Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmak için 15 yıl içerisinde Avrupalıların 400 yılda yaptığı Rönesans reform ve sanayi devrimlerini Türkiye’de yapmış Türkiye’yi tam bağımsız bir Cumhuriyet haline eşit yurttaşlar haline getirmiştir. 11 Kasım 1938 tarihinden itibaren Amerikan mandacıları Türkiye’de yönetime hakim olmuş ve Atatürk’ün kurduğu akıl bilim cumhuriyetini tekrar orta çağ’a göndermek isteyen Haçlı planları başlatılmıştır öncelikle full bright komisyonları eliyle eğitim Birliği yasamız hiç edilmiş halk tapındığı sözcükleri anlamayan sihirli sözcükler sanan papağan haline geri döndürülmüştür Lozan antlaşması ile kazanılan bağımsızlık parça parça sinsice NATO denilen bir sözde ittifaka verilmiştir cumhuriyetin ilanı ile devletleştirilen bütün madenlerimiz teker teker yabancılara satılmış ülkemizin onlarca yerinde altın madeni sahalarımızı yabancılar işletip vagon vagon altınımızı alıp götürmektedirler cumhuriyetin ilanı ile devletleştirilen Fransız reji idaresi yani tütün idaresi tekel tekrar yabancılara American tobacco British tobaccoo benzeri isimlerle tekrar geri devredilmiş ülkemiz sömürgeleştirilmiştir. gençlerimiz yapay gündemlerle sol sağ dinci ateist gibi yaftalamalarla ve hatta mikro milliyetçi yaklaşımlar ile etnik bölücülük faaliyetleri ile bölünmüştür. Bu ihtilallerde bu bölünmelerde kuklayı oynatan hep Haçlı ajanlardır, haçlıların merkezi akıl idaresidir sözgelimi 12 Eylül 1980 darbesini de Haçlılar yaptırmış darbeyi yapanlara çeşitli gruplara karşı çok sert olmaları telkinlerini yaparken o gruplara da isyanlar çıkarmaları için gerekli silah ve altyapıyı sağlamışlardır 1980 öncesi sağ sol çatışmalarında da sağcıların da solcuların da arkasındaki destekçiler haçlılardır Türkiye’nin iç savaşa başlaması için uğraşmışlardır 1980 darbesi sonuçları olarak bütünüyle haçlıların kurguladığı bir senaryodur giderek bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün kalelerini zapt etmek bütün tersanelerine girmek ve memleketin her köşesini bil fil işgal etmek üzere halkı birbiriyle yabancılaşmaya ve çatışmaya iten milli şuuru kaybetmeyi özendiren çok çeşitli medyalar ile bombardıman altına almaktadırlar. Haçlılar PKK fetö pek çok çeşitli tarikatlar bunların mensupları görünüşünde Türk çocuklarını devşirmişler Türklük bilincini ve uyanıklığını kaybettirmişlerdir. Bilerek veya bilmeyerek Düşmanların hizmetine girmiş, akıldan, bilimden uzaklaşmış Türk dilini, Türk tarihini bilmeyen, hurafelere dalmış yitik kuşaklar yetişmiştir. Düşüncesi özgür, inanacağını dayatma ile değil tüm inançların ne olup ne olmadığını özgürce araştırıp özgürce seçebilen, başkalarını yargılayıp kınamadan önce kendi özeleştirisini açık yürekle özgürce yapabilen bireyler toplumda giderek azalmaktadır. 1980 darbesi mağduriyeti tek devam eden doktorluk mesleğidir. Çocuğunuzu özel tıp fakültesinde de okutsanız doktor veya uzman olmanın cezası mecburi hizmet denen belli bir süre kamu gözetiminde ikamettir. Türk Doktorlarına yapılan bu ve diğer pek fena muameleler binlerce lira ve emek harcanan bir hekimin sıfır maliyetle Haçlıların hizmetine sunulması sonucunu doğurmaktadır.
Reform devriminin hiç edilmesi tekkelerin, şeyhlerin ve bunların ayaklarını bastıkları yerleri öpen müritlerin., Arap hikayelerinin Haçlıların ve Yahudilerin paraları ve medyaları aracılığıyla Türk toplumuna yayılması, 1970 lerde Khomeyni ile İran’da. Taliban ile Afganistan’da yaptıkları gibi Türkiye’de de halkın ortaçağa geri gönderilmesi, cahilleştirilmesi, düşmanlaştırılması, mikromilliyetçilik ve mezhepçilik ile Türkiye’nin parça parça bölünmesi amaçlanmaktadır.
Üniversitelerde zamanında çıkarılan ve manşetlerden düşürülmeyen başörtüsü mağduriyetleri, imam-hatip mağduriyetleri sonuçta lise müfredatında akli bilimleri değil nakli laflar olan kadroları fanatiklik ile başa geçirmiş. Haçlı Amerikan ajanı Fetullahın mankurt devşirmeleri devleti işgal etmiş. Amerikan kara gücü PKK devşirmeleri muhalefeti esir almıştır.
Bir profesör doktorun doktorlar arasında cins ayrımı yapan bir yazı yazacak şekilde savrulabileceği bir ortamın gelişmiş olması artık sözün bittiği yer .
https://youtube.com/@vatanseverlertv
Op. Dr. Bülent Potur (Emekli Kadın Doğum Uzmanı)
WhatsApp mesajı
Öncelikle yazımı okuduğunuz ve eleştiri yapma nezaketi gösterdiğiniz için teşekkür ederim. Yazımın tümüne veya bir kısmına elbette katılmayabilirsiniz, bu sizin en doğal hakkınız. Yazdıklarınızın konu ile ne alakası var anlayamadım. Beni cins ayrımı yapmakla itham etmeniz tam bir trajikomik durum. Bunu ret ediyor ve yazımı dikkatle yeniden okumanızı öneriyorum. Selamlar
Güzel bir yazı. Ufuk açıcı. Faydalandım. Uzun olmasından dolayı biraz okurken zorlandım, konu dağılır gibi oldu. (Bu arada yorumum da uzun oldu😊) Hepimizin muzdarip olduğu konular bunlar. Bizler bazı alanlarda hemcinslerimiz olan doktorlara muayene olma ihtiyacını her daim hissediyoruz. Bunun için dindar olmaya da gerek yok. Yaşadığımız coğrafya, geleneklerimiz, ahlaki değerlerimiz ve ar duygumuz bunu hissetmemiz için yeterli diye düşünüyorum. (Bu hassasiyeti olanlar için)
Bir erkek olarak üroloji alanında mutlaka bir erkek doktora muayene olmak isterim ama farklı branşlarda kadın doktorların bu işi daha iyi yaptığını (veya o an bana öyle geldiğini) düşünerek tercih ettiğim alanlar da olmuştur. Özel bir iki alan dışında bu konuda ayrımcı bir yaklaşımı ben de benimsemiyorum.
Kadınların komuta ettiği uçağa da biniyoruz, otobüse de biniyoruz, mühendisliğini yaptıkları binalarda da oturuyoruz. Sonuç olarak ben liyakate bakıyorum. İşini iyi yapması, hastasını görünce gözlerinde dolar simgesi görünmesi yerine, ben nasıl bu hasta için faydalı olabilirim zihniyetini öncelemesi yeterli. Tıbbi alanlar da insaf ve vicdan gerektiren alanlar. Dolayısıyla insani değerleri ön planda tutması ve mesleğine saygısı olması temennimizdir. Hastaların da doktora karşı empati yapmaları gerektiğine çok şahit oluyoruz. Sonuçta insanla ve hatta derdi olan bir insanla, hatta ve hatta çok sayıda insan topluluklarıyla uğraşmak hiç te kolay değil. Yani her şey karşılıklı. İnsani değerlere sahip bakış açısını edinebilirsek, hayat daha yaşanabilir olacak.
Yazıda yer verilen kadın doktorların karşılaştığı sıkıntıları biz dışarıdan çok iyi bilemeyiz. Meslektaşları olarak siz daha çok şahit oluyorsunuzdur. Bunun artık aşılması gerekiyor. Bence bu yazı, kadın doktorlar açısından pozitif ayrımcılığı ön plana çıkarıyor, ki teraziyi dengelemek adına bu gerekli. Cinsiyet ayrımcılığı içerdiği kanaati bende asla oluşmadı. Tam tersi bir bakış açısı barındırıyor.
Bedensel güç gerektiren konularda erkeklerin bir adım önde olması gereken meslekler için söyleyecek sözüm yok. Buna ayrımcılık gözüyle bakamayız. Mesela kadın bir diş hekimi bana operasyon yaparken, erkek hekimden yardım istemişti. Keza fizyoterapist olan kızımın da alanında zorlandığı çok olmuştur. Sanki bazı meslek gruplarında seçici olmak gerekiyor.
Siyasi baskılar, konjonktürel gelişmeler sonucu yaşanan sıkıntılar konusuna gelecek olursak, bu konuda herkes inancına ve ideolojisine göre yorum yapacaktır mutlaka. Bu konuda da her ideoloji sahibine “Sadece insani açıdan bakmak yeterli” tavsiyesinde bulunarak fazla detaya girmeyeyim. Çok tartışıldı, çok nefes tüketildi. Detaya girilirse konudan çıkamayız.
Saygılar..
Değerli kardeşim, bir kitap bölümü şeklinde ve oldukça uzun olan yazınızı okudum. Yazdıklarınızın çoğuna da katılmamak elde değil. Ancak İlk kadın hekimimiz Dr Safiye Ali olmayıp ondan çok daha önce tıp fakültesini ABD de bitiren Dr Zaruhi Kavalcıyan olup, kendisi Dr Safiye Ali büyüğümüz gibi, bir Osmanlı vatandaşıdır. 1903 yılında Chicago Tıp Fakültesinden mezun olmuş, daha sonra ülkemize dönerek yıllarca hekimlik yapmıştır. ( Dr. Zaruhi Kavalcıyan II. Abdülhamid döneminde kendi adına hekimlik yapamamış, babasının yanında asistan hekimlik ve Amerikan Kolejinde biyoloji öğretmenliği yapmıştır.
Türkiye’nin ilk doktoru olarak bazı yayınlarda Dr. Safiye Ali Krekeler (1894–1952) verilse de Safiye Ali Hanım, Türkiye’de kadınların tıp fakültesine kabul edilmediği yıllarda, hekimlik öğrenimini 1921’de Würzburg’da (Almanya) tamamlayarak tabip olan ilk Türk kadınıdır. Türkiye’nin ilk kadın doktoru ise Dr. Zaruhi Kavalcıyan’dır. 1903’te ABD’de tıp doktoru diplomasını alarak Türkiye’ye dönmüş, çalışmalarıyla özellikle Safiye Ali gibi, yabancı dillerde eğitim veren kız okullarındaki öğrencilere örnek olmuştur.
Zaruhi Serope Kavalcıyan, 1877’de Adapazarı’da doğmuştur. Babası Dr. Serope Kavalcıyan, Boston Üniversitesi Tıp Fakültesinin 1875 mezunudur ve bu tarihten 1915’teki ölümüne kadar, İzmit Bahçecik ve Adapazarı’da hekimlik ve öğretmenlik yapmıştır. Adapazarı’daki Amerikan Kız Kolejinden 1898’de mezun olan Zaruhi, tıp öğrenimi için ailesi tarafından Chicago’daki (ABD) Illinois Üniversitesine gönderilmiştir. Zaruhi Kavalcıyan bu üniversitenin 1903 mezunları arasındadır: “Kavaljian, Zaroohie Serope, M.D., Adabazar, Turkey” olarak kayıtlıdır.) (ekmekvegul.net, 3.11.2018) Bu konuda İstanbul Tabip odasının Hekim Sözü Dergisi’nde de Şeref Etker’in bir makalesi vardır. temmuz-ağustos 2021. Dr. Kavalcıyan, 30 Haziran 1969 tarihinde 92 yaşında vefat etmiş ve Feriköy Protestan Kabristanında defnedilmiştir.
Saygılarımla.
Kıymetli hocam, verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim, sayenizde ögrenmiş olduk, katkınız yazıyı zenginleştirdi, saygılarımla
Harika bir değerlendirme olmuş. İnşallah konusu gereğince özellikle tıp fakülteleri birinci sınıflarında derse giriş babında okutulur.
Hayata hastanelerde başlıyoruz ya da oralarda gözlerimizi kapatıyoruz. Hele ki sağlık olunca ilgilenmeyen bir insan olamaz diye düşünürüm. Yazı biraz uzun. Dostum ve arkadaşım İrfan Yalcinkaya’ya mesleki hasasiyetinden dolayı teşekkürler. Ne de olsa bir çoğunuz gibi ben de tecrübeli bir hastayım. Çoğumuzun yaşadığı şeyleri gündem edinmiş. Okunup tartışılacak gündem edinilmesi tavsiye olunur.
Sedat Demir whatsapp mesajı
” ilk kadın doktorumuz Safiye Ayla “mesleğini yaparken çeşitli suçlamalar ve engellemeler ile karşılaşmış ”
Sayın İrfan bey
3.paragrafta yazdığınız çümle de “İlk kadın dr. olarak Safiye Ayla” demişsiniz.
Zuhulen yazıldığına inandığım “Safiye Ayla” ismini acaba editör ” Safiye Ali ” olarak değiştirebilir mi?
Hürmetler
Süreyyapaşa Göğüs Cerrahisi Kliniği’nde 13 yılı aşkın birlikte çalıştığım meslektaşlarımdan Prof. Dr. Cansel Atinkaya Baytemir, yeni görev yeri İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde başlamak üzere önümüzdeki hafta aramızdan ayrılacak. Bu süre zarfında ona ait fotoğraf ve belgelerden oluşan bir kısa video hazırlayıp ona böyle veda etmek, uğurlamak istedim. Bundan sonraki mesleki ve bütün hayatında başarı, sağlık, mutluluk ve huzur diliyorum. Prof. Dr. İrfan Yalçınkaya / 16.02.2024
https://www.youtube.com/watch?v=R0WW6uLxCYQ