Mesleki ölçütlerden biri de otonomidir. Otonomi diğer bir deyişle özyönetim; beraberinde özdenetim ve özeleştiriyi de getirir. Konu hemşirelik olduğunda, hemşirelerin hangi konumda olurlarsa olsunlar, topluma vermekle yükümlü oldukları hemşirelik bakımını, hemşirelik eğitimi sırasında edindikleri bilgiler ışığında sürekli değerlendirmeleri, objektif olarak eleştirmeleri ve gereken düzenlemeleri yapmaları beklenir. Böylesi bir yaklaşımın mesleklerin sürekli geliştirilmesinde önemli bir rolü vardır.
Hemşirelik hizmetlerinin değerlendirilmesinde; sağlık kurumlarında verilen hemşirelik bakımının hemşirelik eğitini ile örtüşüp örtüşmediğine ve hasta memnuniyetine bakılır. Ancak, bu uğraşta güvenilir ve geçerli verilere ulaşılması pek de kolay değildir. Yine de konuya objektif, dürüst, samimi ve sorunları yadsımadan yaklaşıldığında amaca ulaşma olasılığı oldukça yüksektir. Ancak hemşirelik bakımı insani bir hak olduğundan, değerlendirmelerin ülke genelinde tüm sağlık kurumlarını kapsaması gerekliliği göz ardı edilemeyecek bir koşuldur. Bu konuya daha sonra dönmek üzere, önce hemşirelik eğitimi üzerinde durulmasının daha doğru olacağı düşünülmektedir.
Mesleklerin toplum gereksinimlerinden kaynaklanması, mesleki eğitim müfredat ders programlarının aynı doğrultuda hazırlanmasını ve yürütülmesini zorunlu kılar. Bu yüzden, eğitim sürecinde öğrencinin “bilmesi zorunlu” konulara öncelik verilir. Daha sonra eğitim süresinin elverdiği ölçüde “bilmesi iyi olur” grubundaki bilgilere de yer verilebilir. Söylenilenlere uyulmadığı durumlarda, öğrencilerin mezun olduktan sonra hiç kullanmayacakları bilgilere çok fazla zaman harcandığından, kesinlikle verilmesi gereken bilgilere zaman kalmaz. Bunun sonucunda öğrenciler eksik bilgilerle mezun edilmiş olurlar. Bugün mezunlardan ve onların çalıştığı kurumların yöneticilerinden sürekli olarak gelen yakınmalar da söylenilenleri doğrulamaktadır. Böylece eğitim ile uygulamalar örtüşmediği gibi, gereksinimlerle mesleki davranışlar da örtüşmemektedir. Tüm bu olgular ise toplumun hemşirelik mesleği ile ilgili düşüncelerini ve hemşirelikle ilgili karar vericilerin kararlarını doğal olarak olumsuz etkilemektedir,
Eğitimde duyuşsal davranışların önemi büyüktür. Konusu doğrudan insan olan hemşirelik mesleğinin öğretilmesinde, bu davranışlar daha da ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Çünkü bu tür davranışların göz ardı edilmesi, öğrencilerin hemşirelik mesleğinin değerinin algılanması ve özümsenmesinde, mezunların ise gerçek hemşirelik hizmetlerinin topluma sunulması ve mesleğin temsil edilmesinde bazı sorunlar ve eksiklikler yaratmaktadır. Bu husus da, yine hemşirelik mesleği ile ilgili günümüz sorunlarının başında gelmektedir.
Eğitim sırasında, hemşirelik mesleğine temel olacak teorik bilgiler dersliklerde verilir. Bilindiği gibi öğrenim aktif bir süreçtir. Diğer bir deyişle öğrenme; öğrencinin derse aktif katılımı ile gerçekleşir. Aksi halde öğretmen ne kadar bilgili ve yetenekli olursa olsun öğrenimin tam olarak yer alması beklenemez.
Hemşirelik eğitiminde, öğrencilerin derslerde etkin olduğu ve derslere etkin katıldığı söylenemez. Çünkü bu tür davranışlar, ancak uygun bir eğitim ortamı ve koşullarının hazırlanması ve öğrencilerin derse etkin katılması yönünde güdülenmesi ile kazandırılabilir. Böyle bir ortamın sağlanması, okulun yönetim ve öğretim kadrosunun sorumluluklarının başında gelir. Ne var ki, okul kontenjanlarının sürekli artırılmasına karşın, zorunlu düzenlemelerin yapılmaması ve eksikliklerin giderilmemesi, okulların fiziki, yönetimsel, eğitimsel yapısını yetersiz duruma getirdiği gibi, sonuçta öğrenmeyi de olumsuz etkilemiştir. YÖK ile sürekli iletişim durumunda olan hemşirelik yüksek okulu müdürlerinin kararlara tepkisiz kalmaları ya da bu tür yaptırımların sakıncaları ve maliyeti konularında yetkilileri uyarmamaları yine hemşireliğe pek çok açıdan eksi puan olarak kaydedilmiştir.
Okullarda öğrenmeyi önemli ölçüde etkileyen sorunlardan biri de, öğrenci grubunun homojen bir özelliğe sahip olmamasıdır. Konu edilen heterojen yapı, düz lise çıkışlı öğrencilerle hemşirelik okulu mezunlarının bir tutulması sonucunda ortaya çıkmış ve bu durum her iki grubun da aleyhine olmuştur. Bazı yıllar sınıfın üçte ikisi gibi bir orana ulaşan hemşire çıkışlı öğrencilerin, ders sırasında kendilerine aktarılan bilgilerle, kendi görgü ve deneyimlerinin çelişmesi durumunda dersi bölerek olumsuz deneyimlerini sınıfla paylaşmak istemeleri, öğretmen dâhil tüm sınıfın dikkatinin dağılmasına, aynı zamanda lise çıkışlı öğrencilerin duyduklarından olumsuz etkilenmelerine neden olmaktadır.
Bu söylem, hemşire okulu çıkışlı öğrencilerin eğitim haklarına saldırı olarak algılanmamalıdır. Kaldı ki, her bireyin kendi mesleğinde ilerlemesi Anayasal bir haktır. Ancak aslolan, doğru plan ve program yapılması ve bunun uygulanmasıdır. Yapılacak planda grup özellikleri dikkate alınmalı ve müfredat programları bu doğrultuda yapılmalıdır. Konuya bu pencereden bakıldığında, eğitimcilerin her iki grubun hemşirelik eğitiminin üzerine temellendirileceği birikimlerinin tanımlanması ve bu ayrıcalıklara uygun bir program hazırlayarak yetkililere kabul ettirme gücü göstermeleri beklenir
Hemşire okullarından mezun öğrencilerin, hocalarının ve çalıştıkları yerlerde başhemşire ve diğer yöneticilerin kendilerine karşı tutum ve davranışlarının derslerde duydukları ile çeliştiği durumlarda öfkeli itirazları bir gerçeğin altını çizmektedir. Aslında öğrenciler, tanık oldukları ve karşılaştıkları olayları örnek vererek hemşirelik eğitimi ile hemşirelik uygulamaları arasındaki ilişkisizliği ortaya koymaktadır. Bu da yine, hemşirelik eğitiminde kaydedilen gelişmelerin uygulamalara aynı ölçüde yansımadığını göstermektedir.
Söylenilenlere itiraz edenler ve bunları kabul etmek istemeyenler olabilir. Ayrıca, itirazlarında haklı olanlar da olabilir. Bunların paylaşılması, tartışılması hemşireliğe çok kazanç sağlayacaktır.
Yazının devamında aynı konuya biraz daha değinilecek, diğer sorunlar ele alınacaktır.