Sanırım bu başlık itici oldu. “Bak sen, yine hekimleri eleştiren bir yazı yazmış.” diyenleri duyar gibiyim. Ancak, Ülkemizde yılda 10 milyondan fazla manyetik rezonans (MR) filmi çekildiğini öğrenince bunu yazmaktan kendimi alamadım. 2011 yılı rakamlarına göre OECD ülkelerinde binde 46 olan MR’a girme sayısı, Türkiye’de yaklaşık binde 67 olmuş. Yani OECD ülkelerinin neredeyse yüzde 50 fazlası. Gerçekten bu kadar film çekilmesi gerekli mi? Çoğu MR isteğinin gereksiz olduğunu kabul etmek zorundayız.
Çok film çekilmesinin sonuçları neler?
Önce bu kadar çok film çekilmesinin sonuçlarını konuşmak isterim. Daha sonra nedenleri ve önlenmesinden söz edebiliriz:
a) Bu kadar çok film çekilmesi ciddi bir ekonomik kayıp yaratmaktadır. Buna sadece çekilen filme ödenen parayla bakmayalım. Film çekimi için hastanın beklemesi, film çekilen laboratuvara gitmesi, iş gücü kaybı da hesaplanmalıdır. Bu ekonomik kayıp, vergi ödeyenlerin cebinden çıkmaktadır. Onların da bunu sorgulaması gerekir. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)’nun bütçe açığının ne kadar olduğunu bilmiyorum, ancak gittikçe büyüdüğünü tahmin etmek zor olmasa gerektir.
b) Bu kadar çok film çekilmesi rastlantısal (incidental) patolojilerin bulunmasına yol açmaktadır. Bu patolojiler hastalık korkusuna ve yeni tetkikler, bazen gereksiz tedaviler, hatta ameliyatlar uygulanmasına yol açmaktadır.
c) Artık hastalarımızda bir “film isteme” geleneği yerleşmiştir. “Doktor Bey/Hanım, benim başım ağrıyor, beyin MR filmimi çeker misiniz?” diyen hastaların sayısı çoğalmıştır. Bir hekime gittiğinde mutlaka bir reçete ile çıkmak isteyen hastalar, şimdi mutlaka bir film isteğiyle de çıkmak istemektedir.
d) Hastaların hekimlere sözlü güveninin yerini film raporlarına güven almaya başlamıştır.
e) Oysa hastalıkların en sık rastlanan semptomu olan “ağrı” nın bir görüntülemesi veya yardımcı incelemesi yoktur. Ağrı subjektif bir duyudur. Çevresel, kişisel, psikolojik faktörlerle etkilenir. Ağrı ancak hastanın anlatımı ve muayenesi ile anlaşılır. Yardımcı incelemeler ancak ondan sonra istenmelidir.
Çok film çekilmesinin nedenleri nelerdir ve nasıl azaltılabilir?
Eminim, sağlık sigortaları ve SGK film sayısının azaltılmasından -masrafları azalacağı için- memnun olacaktır. Fazla film çekilmesinin nedenlerini sıralayacak olursak:
a) Bilinçli olmayan ve popülist sağlık politikaları halkımızda “her ağrıyan yerlerinin görüntülenmesi” isteğini kabartmış, hatta kolaylaştırmıştır.
b) Sanırım bir başka neden de meraktır. Vücudumuzun içini tüm ayrıntılarıyla gösteren, beynimizin tüm kıvrımlarını izleten filmleri merak ettiğimiz için de isteriz. Geçmiş yıllarda “ayna tutmak” diye adlandırılan “floroskopi” görüntülerinin yerini yeni nesil MR filmleri almıştır.
c) Kanımca fazla film istenmesinin bir diğer nedeni, günde 80-100 hasta gören, hastalarıyla konuşacak, muayene edecek yeterli zaman bulamayan hekimlerin “bir film isteyerek” veya “bir reçete yazarak” hastanın işini kısa sürede bitirme gayretleridir. Mevcut sağlık sisteminin getirdiği mutsuzluklar ile motivasyonları bozulan hekimler, üstüne üstlük şiddet gördükleri hastalarına “Size böyle bir film gerekli değil. Nedenleri de bunlar, bunlar…” demek yerine filmi isteyip kurtulmak arzusu içinde olmaktadırlar.
d) Genel Sağlık Sigortası’nın film çekildiğinde hastadan bir ücret almaması çok film çekilmesine önemli katkıda bulunan nedenlerden biridir. Üç-altı ay önce lomber MR çekilmiş bir bel ve bacak ağrılı hastanın filmlerini getirmemesi ile sıklıkla karşılaşıyorum. Hastalar “Nasıl olsa yeni bir film istersiniz.” diyorlar. Sanırım üç-altı ay önceki filmlerin bayatlamış olduğu yargısına varıyorlar.
e) Başka nedenler de sıralanabilir: Tıp eğitimindeki eksiklikler, kendine güven eksikliği, hekimlerin malpraktis korkuları bunlar arasında sayılabilir. Ancak, “Hastalarımızı üzmeyelim, her dediklerini yapalım.” dürtüsünün çok film çekilmesine yol açtığını vurgulamak isterim. Sonuçta tamamen tetkike dayalı bir tıp pratiği yapılmakta, sağlık harcamaları yükselmekte, rastlantısal tanılarla gereksiz tedaviler ve ameliyatlar önerilebilmektedir.
Sonuç
Evet, herkes vücuduna bir ayna tutmak isteyebilir. Ancak buna karşı çıkılmalı, rasyonel ve ekonomik çözümler üretilmelidir. Bunun en önemli aşamalarından biri, basamaklı tedavi politikasının uygulanmasıdır. Basit bir bel veya baş ağrısı hastası önce birinci basamak hekimlere (aile hekimine, pratisyen hekime) gitmeli, onun tanısı ve tedavisi başarısız olduğunda ve birinci basamak hekimi gerekli gördüğünde ikinci veya üçüncü basamaklara gidebilmelidir. Popülist politikalarla sağlığı yönetmek hem vergi ödeyenlerin paralarını gereksiz harcamak, bazen de gereksiz tanı ve tedavilerle oyalanmak anlamına gelmiyor mu?