İnsanın dünya hayatındaki eylemlerinden sorumlu tutulması, en önemli üç kuvvesinin işlevsel olmasına bağlanmıştır (İsra, 17/36). Bunlar işitme, görme ve akletme kuvveleridir. İşitme ya da görme kuvvelerinden birinin eksikliği durumunda insanın sorumluluğu azalırken, akletme kuvvesinin yokluğu durumunda sorumluluğu tamamen ortadan kalkmaktadır. Yukarıdaki âyet bu gerçeği dile getirdiği gibi Hz. Muhammed’den nakledilen “Aklı olmayanın sorumluluğu yoktur!” ve “Kalem üç kişiden kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, büyüyünceye kadar çocuktan, akıllanıncaya kadar mecnundan!” sözleri bu durumu teyit etmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de insana bahşedilmiş olan akıl nimetine değişik vesilelerle temas edilmiş ve insanı pek çok canlıdan değerli hale getiren, olağanüstü bir özellik olduğu vurgulanmıştır:
“ O Allah ki sizi annelerinizin karnından çıkardığında hiçbir şey bilmez haldeydiniz. Ama O size işitecek bir kulak, görecek bir göz ve idrak edecek bir akıl bahşetti. Buna karşılık sizden iman etmenizi ve imanınıza yaraşır güzellikte amellerle teşekkürünüzü göstermenizi beklemektedir. Ne kadar da az teşekküre ediyorsunuz!” (Nahl, 16/78; Secde, 32/9)
“Andolsun ki Biz insanoğlunu (akıl ve bilgiyle) donatarak şanlı şerefli kıldık. … Ve ona yarattıklarımızın pek çoğunda olmayan (konuşma, düşünme, öğrenme, bilgi üretme, eşyayı isimlendirme gibi) özellikler kazandırdık.” (İsrâ, 17/70)
“Ey Peygamber! Sana bu Kur’an’ı … inzal eden Allah’tır. Daha önce … İsrailoğulları peygamberlerine Tevrat’ı, İsa’ya İncil’i inzal eden de O’dur. Ayrıca insanoğluna doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilme potansiyelini (aklı/furkânı) lutfeteden de O’dur.” (Âl-i İmrân, 3/3-4)
İnsanoğlu, doğru ile yanlışı ayırt edebilmek için sahip olduğu akıl kuvvesini etkin bir biçimde kullanmak durumundadır. Nitekim dünyadaki hayatını bu kabiliyeti ile şekillendirecek ve ölümünden sonra da Yaratıcı’nın huzuruna çıktığında bu kabiliyeti ile hesap verecektir. Ancak insanların hepsi akıllarını kullanma noktasında aynı seviyede değildir. Bunda ırsiyet faktörü etkili olduğu gibi aklın işlevsel kılınmasındaki irade de etkilidir. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim’de aklını etkin biçimde kullananlar/kullanabilenler ile kullan-a-mayanlar birbirinden ayırt edilmiş ve pekçok meseleyi sadece ilim sahiplerinin doğru kavrayabileceği dile getirilerek (Rûm, 30/22-24) akletme melekesi ile ilim sahibi olma arasında sıkı bir irtibat kurulmuştur (Ankebût, 29/43).
Bu durumda avâm-ı nâsın (toplumun), kendileri için doğru olanı seçebilme adına izleyeceği en güzel yolun alanında uzmanlaşmış kişilere kulak vermek olduğu görülmektedir:
“Müjdeler olsun putlara ibadetten kaçınanlara ve sadece Allah’a yönelenlere. Ey Rasulüm! Böylelerini müjdele. Onlar bütün görüşleri dinlerler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir ve onlar irfan, akıl ve sağduyu sahibi bireylerdir.” (Zumer, 39/18-19)
Bu ve benzeri âyetlerde Yüce Allah dünyadaki hayatımızda nasıl bir din algısına sahip olmamız gerektiğine dair bizlere rehberlik etmektedir. Bu rehberlik, hayat rotamızı çizerken sadece belli bir âlimin / grubun / cemaatin / tarikatın görüşünü benimsemeyi değil bütün görüşleri dinlemeyi ve Allah’ın lutfetmiş olduğu akıl nimetini kullanarak en güzeline tabi olmayı salık vermektedir. Binaenaleyh, mü’minlerin takınması gereken tavır da bundan başkası olmasa gerektir! Dini param parça edip çeşitli gruplara ayrılanlar, peygamberlerin yaşadığı dönemde de mevcuttur ve Yüce Allah onların hesabını sadece kendisinin göreceğini dile getirmektedir (En’âm, 6/159).
Böyle bir durumda “Efendim ben okuyamadım, cahil kaldım, bilgili olanın peşinden gidiyorum.” türünden bir mazerete sığınmanın, mahşer günü kişiyi sorumluluktan kurtaramayacağını ve insanın bir defa sunulan hayat fırsatını doğru değerlendirmesi gerektiğini Yüce Allah ifade etmektedir. Dahası atalarından gördüğü dini sorgulamasını (Bakara, 2/176; Lokman, 31/21), birilerinin “gel bize tabi ol, biz senin hatalarını üstleniriz!” türünden telkinlerin kandırmacadan başka bir şey olmayacağını (Ankebût, 29/12) ve Allah ile aldatanlara karşı da uyanık olunması gerektiğini hatırlatmaktadır (Fâtır, 35/5).
Dünya hayatında insana yüklenen sorumluluğun çok ağır olduğu ortadadır İnsan bu sorumluluğu, Allah’ın kendisine öğretmiş olduğu rehberliğe uygun biçimde yerine getirirse ya da getirme çabası içerisinde olursa hak yoldan sapma ihtimali o kadar azalacaktır. Aksi takdirde nasıl bir sonla karşılaşacağını kestirmesi mümkün olmayabilir. Zira Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de bir sonraki hayata dair öyle sahneler sunmaktadır ki bu tablolar insanı dehşete düşürmek için yeter de artar niteliktedir. Başkasına tabi olduğu için kendisini cehennemde bulan ve “Allahım beni bu saptırdı buna iki kat ceza ver!” diyenden, “Keşke bir defa daha dünyaya dönme şansım olsa da şimdi benden kaçanlardan ben de orada kaçsam!” diyene kadar pekçok pişmanlık sahnesine yer vermektedir. Bu sahneler, aklını kullan-a-mayıp başkalarına kiralayanların karşılaşması muhtemel tablolar olarak karşımızdadır.
Bu tablolar bize göstermektedir ki her insanın kendisini geliştirmek ve Rabbine doğru seyreden yolculuğunda (İnşikâk, 84/6) aydınlatmaktan başka alternatifi bulunmamaktadır. Şayet insan bundan kaçınır ve aklını kiraya vermeyi tercih ederse geriye dönüşü olmayan dünya-ahiret serüveninde pişmanlığın fayda vermeyeceği süreçlerle karşı karşıya kalabilecek ve -Allah korusun- bir sonraki hayatında nedamet çıkmazının kurbanı olabilecektir.
3 yorum
Hocam sayenizde bilğileniyorum
Zeynel beyin akıl ile ilgili bu makalesi çok faideli oldu. Bu makalede nimet olmakla birlikte nimetin getirdiği külfet de vurgulanmıştır.
Külfet deyince aklın kelime anlamlarından birisi de körlestirme bağlama bağnazlık olduğunu duymuştum. Akıl nasıl olur da akıl kişiyi bu hale sokabilir?
Makalede bu konu da ele alınabilir miydi?
Müellifin belki de başka bir derdi var. Başarılar dilerim…
Teşekkürler hocam.