Yeryüzünde tek bir canlı vardır, doğduğu andan itibaren öleceğinin farkında olan, “İnsanoğlu”. Varoluşun en büyük kaygılarından biridir, ölüm kaygısı. Bir yok oluş, hiçlik veya inançlar ve felsefeler doğrultusunda bir şekilde yeniden varoluş. Ölüm, yüzleşilmesi zor bir kaygıdır. İnsanoğlunun binlerce yıldır katlanmak zorunda olduğu büyük bir acı. Bazılarımız mezarlıklardan ıslık çalar geçeriz, içimizdeki korkuyu bastırmak adına…Bazılarımızınsa asla böyle bir lüksü yoktur! Her gün birilerinin ölümüne tanık olur dururuz.
Yoğun bakımlar, ölüm meleğinin daima köşede beklediği yerler gibidir. Hastanızın üstüne titrersiniz; baş edemediğiniz bir enfeksiyon, bir emboli veya ani bir hipotansiyonla onu ölümün soğuk kollarına teslim edersiniz. Yoğun bakım personeli için zordur bu tabloya göğüs germek. Herkes kendi savunma mekanizmasını işletir. Kimine göre nasılsa ölüm bizden uzaktır; bir diğerine göre ölen sadece hastadır; kimilerine göre ise bu katlanılması zor bir acıdır veya aklıma gelmeyen bambaşka mekanizmalar işler. Ama herkes için zordur ölüm olayı. Hasta sahibine haberi vermek belki de işin en zor yanlarından biridir. Ne diyeceksiniz, nasıl söyleyeceksiniz? Zaman zaman hasta-hekim iletişimi modülleri adı altında hekim adayları ve hekimler bu konuda eğitilmekte. Eski yazılarımdan birinde yazmıştım, bu eğitimlerin yeterliliği sorgulanmalı kanısındayım. İnsanların yas psikolojilerini anlamak, onlara buna uygun bir tavır içinde olmak, bazılarımızın uzunca yıllar boyunca elde ettikleri bir başarıdır sanki. Ama her durumda zordur! İnsanlarla empati kurmak, sevdiğini bir daha görmemecesine toprağa sunmak can acıtıcıdır.
Bazen çevreden “Nasılsa siz ölüme alışmışsınızdır” gibi tepkiler bile alırız biz hekimler. Doğru, yaşam ve ölüm daima kol koladır; ölüm yaşamın yadsınamaz bir gerçeğidir. Bir kaygı kaynağı olduğu da bir gerçektir. Hekimlerin ve sağlık personelinin yüksek stres kaynaklarına maruz kaldıkları hiç birimiz için bir giz değil. Anksiyete, depresyon veya başarısız savunma mekanizmaları biz sağlık personelinin yüz yüze kaldığı sorunlardır. Bu tablolarla başa çıkmak için bir eğitim almadık. Her birimiz ne kadar sağlıklı olduğu sorgulanacak kendi yöntemimizi geliştirdik. Ölüm haberini alan ailelerin tepkisi de başka bir sorundur. Çoğu kez onlar da bilmemekte nasıl başa çıkacaklarını ölüm haberiyle. Bir anda gürültü, tepkisel davranışlar, suçlamalar ve saldırganlık maruz kalınan tepkilerden bazıları sadece. Nasıl başa çıkılacağının önceden kestirilemediği bir kriz ortamı oluşmakta. Bu ortamla baş etmek de bir başka beceri gerektiriyor. Sevgisiz ve tepkisel bir toplum modeline doğru giden ülkemizde her geçen gün artan şiddet ve saldırganlık sağlık personelinin yüz yüze olduğu sorunlardan biri.
Yoğun bakımda çalışan personelin çok yüksek bir gerilim altında çalıştığını düşünüyorum. Sürekli çalışan monitörlerin verdiği alarmlar, personel yetersizliğinden kaynaklanan sorunlar burada çalışan personel üzerinde acaba ne gibi etkiler yapıyor? Bu kadar zor şartlarda çalışmanın bu insanlara getirisi nedir? Her sabah takdir duygusu ile dolaşak izliyorum ekibimi, her akşam da… Hastaya dokunuşları, onları temizleyişleri belki de çoğu insanın en yakınına bile yapmakta zorlandığı eylemler. Buralarda çalışan personelin mutlaka ödüllendirilmesi gerektiğine dair inancım var. Bu belki fazladan bir ücretlendirme olabilir veya daha fazla tatil. Ama bir yol bulunması gerek… Ayrıca buralarda çalışan ekibin zaman zaman kurumsal bir program içinde psikolojik destek almaları ve stresle başa çıkma stratejileri konusunda bilinçlendirilmeleri gerektiğini düşünüyorum.
Çalışma barışının sürdürülmesi, insanın çalışırken mutlu olması, mutlu ve huzurlu insanların daha çok üretecekleri benim inancımdır. Tüm yoğun bakımlarda çalışan hekimler, hemşireler, diğer personel ellerinize sağlık. Bu kadar sevgi ve özveri ile çalıştığınız için hepinize teşekkürler…