Öncelikle vurgulamak gerekir ki, sağlıkta her topluma uyar ideal bir sistem yoktur. Her toplum, ihtiyaçlarına, kaynaklarına, kültürel, ekonomik ve politik yapısına göre kendisi için doğru olanı geliştirmek durumundadır. Bugün, çeşitli ülkelerde uygulanmakta olan farklı modellerin her birinin, kendi içinde bir mantığı vardır. Doğru uygulandığında ve yerinde kullanıldığında istenen sonuçları doğuran bir model; farklı bir toplumda sağlığı tümüyle çıkmaza sokabilir.
Çok iyi niyetlerle kurgulanan ağırlıklı olarak sağlık ocakları üzerinden birinci basamak hizmeti sunulması modeli, maalesef istenilen sonucu vermemiştir. Bugün birinci basamak neredeyse, tamamen devre dışı kalmış olup; bütün sağlık hizmeti, ikinci ve üçüncü basamağın üzerine yüklenmiş durumdadır. Bunun sonucu ise: Sağlığa ulaşımın güçleşmesi, hastanelerde kuyruklar, poliklinik hekimlerinin artmış iş yükü, tedavi edici ve esenlendirici sağlık hizmetlerinin öne geçip, geliştirici ve önleyici sağlık hizmetlerinin ihmal edilmesi, sağlık giderlerinin artması olmuştur. Gelinen noktada halk birinci basamağa güven duymayıp, sunulan hizmetten yeterince yararlanamadığı gibi, birinci basamakta çalışan hekim de bulunduğu konumdan memnun değildir. Kuşkusuz bunun nedenleri tartışılabilir ama vardığımız nokta budur. Yıllardır her düşünceden ve her politik görüşten farklı iktidarları (AP, CHP, ANAP, REFAH, DO⁄RUYOL, DSP, MHP, AKP) değişimli olarak yaşamış olmamıza karşın, bu olgu değişmemiştir. Bu durum, uygulayıcıların niyet ve hatalarından bağımsız olarak, sistemle ilgili bir sorun olduğunu düşündürmektedir. Yarım asra yakındır işletilemeyen bu sistemin, bugünden sonra çalışacağına ve başarılı olacağına inanmak için siz reel bir işaret görebiliyor musunuz?
Türkiye, bir süredir birinci basamağı etkinleştirecek başka bir model (aile hekimliği) arayışı içerisindedir. Kuşkusuz, aile hekimliği sistemi de iyi uygulanmazsa, sorunları çözemez ve hatta kendisi de sorunlara yol açabilir. Ancak, mevcut sistemin işlemediği ve artık bir çözüm geliştirmek zorunda olduğumuz da inkar edilemez.
Aile hekimliği hakkında çok tartışmalar yapıla gelmektedir. Geçiş sürecinde, konunun her yönüyle tartışılması şüphesiz çok yararlı olacaktır. Bu kapsamda, tartışmalara katkıda bulunmak niyetiyle, konuyla ilgili düşüncelerimi açıklamak istiyorum.
Daha önce de ifade ettiğim gibi, günümüz tıbbındaki aşırı uzmanlaşma, maalesef hekimlerin hastayı bir bütün olarak görmesini engellemektedir. Her uzman, sadece hastanın kendi uzmanlık alanıyla ilgili kısmıyla ilgilenmekte, diğer soru veya sorunlarının çözümünü konunun uzmanlarına havale etmektedir. Bu durumda disiplinler arası koordinasyon sağlanamamakta; tedavi ve takipte boşluklar, çatışmalar yaşanabilmektedir. Ayrıca, hasta disiplinler arasında gidip gelirken çok zaman kaybetmekte ve moral olarak da yıpranmaktadır.
Bir diğer önemli husus ise, sağlık ocaklarında, polikliniklerde muayene ve kontrollerin devamlı farklı hekimlerce yapılması ve bunlardan hiçbirinin, hastanın sağlığından bütüncül olarak kendini sorumlu görmemesi nedeniyle, hastanın sağlık sorunlarının yönetilememesidir. Aynı zamanda, hasta, güven duyup bel bağlayacağı bir hekimin moral desteğinden mahrum kalmaktadır. İdeal olan, kişinin tercih ettiği, güven duyduğu bir hekimin kontrolü altına girmesi; gecede gündüzde, ihtiyaç hissettiğinde sağlığıyla ilgili her türlü soru ve sorunlarını ona açabilmesi; farklı branşlardan hekim desteğine ihtiyaç duyulduğunda ise konsültasyon istenmesidir. Her hastanın, sağlığından bütünüyle sorumlu olan bir hekimin kontrolünde olması gerektiğini düşünüyorum.
Sorun sadece teşhis ve tedaviyle de sınırlı değil. Hastalarımıza, sağlık eğitimi ve bireysel koruyucu sağlık hizmetleri de optimum olarak sunulamıyor. Diyabetli, hipertansiyonlu, astımlı hastalarımız, hastalıklarıyla nasıl başa çıkacaklarını bilemiyorlar. Tanı koyma ve tedavi etmeye odaklanan uzman hekimler, bağışıklama, aile planlaması, kilo kontrolü, sigarayı bıraktırma gibi bireysel koruyucu hizmetleri veremiyor. Bireysel sağlık danışmanlığı ise, hemen hiç alışmadığımız bir olgu.
Bir diğer önemli nokta ise, ülkemizde hiç kimsenin doğru dürüst bir sağlık kaydının tutulmamasıdır. Hekim olarak öykü alırken, çoğu hastanın “ne ameliyatı geçirdiği, çıkarılan tümörün patolojik tanısının ne olduğu, kullandığı ilaçların adı, hangi aşıları yaptırdığı” gibi kendisiyle ilgili temel bilgilere sahip olmadığını görüyoruz.
Bu bakımdan aile hekimliği bana, doğru bir tercih olarak görünüyor. Bu uygulama ile, kişiler birer sağlık danışmanı ve takipçisine kavuşacak; birey ihtiyaçları doğrultusunda koruyucu sağlık hizmetleri verilecek; kişisel sağlık kayıtları tutulabilecek, sağlık hizmetlerine eşit ve ücretsiz erişim sağlanacak, her birey, 24 saat kesintisiz, kendisini tanıyan, sağlık sorunlarını, risklerini, özgeçmişini, kullandığı tedavileri bilen bir hekime ulaşabilecektir. Bugüne kadar doğru dürüst başarılamayan ikinci/üçüncü basamakta başlanan tedavinin ayaktan takibi, post-operatif hasta izlemi, tıbbi tedavi ve müdahalelere bağlı sorunların erken fark edilip yönetilebilmesi, disiplinler arası koordinasyonun sağlanması, doğrudan gözlem altında tüberküloz tedavisi gibi stratejik uygulamaların yürütülmesi aile hekimliği modelinde mümkün olabilecektir.
Ayrıca, toplumun birinci basamak hekimine güveni ve birinci basamağı kullanma alışkanlığı gelişecek, hastanedeki yığılmalar, kuyruklar azalacaktır. Aile hekiminin sevkiyle/rehberliğinde başvuran hastaların, ikinci/üçüncü basamağı daha optimum kullanmaları mümkün olacak ve ilgili hekime/branşa/merkeze doğru ulaşma olasılıkları artacak ve ulaşma zamanları kısalacaktır. Bunların yanında aile hekimliği, birinci basamakta hizmet veren hekimin toplumsal statüsünü, mesleki doyumunu, gelir düzeyini de yükseltecektir.
Bunlar, aile hekimliği sisteminden elde edilebilecek kazanımlar. Ama başta söylediğimiz gibi, en iyi sistem bile, eğer yanlış uygulanırsa; sorunları çözmek yerine, kendisi sorun haline gelebilir. Bu bakımdan, söz konusu sistemle ilgili olarak, aile hekiminin iş güvencesi, geçiş döneminde yeterli eğitim alamayan pratisyen hekimlerin aile hekimi olarak görev yapmasının doğurabileceği sakıncalar, rekabet ve ödeme prosedürlerinin yol açabileceği suistimaller gibi öne sürülen hususların dikkate alınıp, konunun tarafları (hekim örgütleri, Sağlık Bakanlığı, Maliye Bakanlığı) arasında tartışılarak uzlaşıyla çözülmesi gerektiğine inanıyorum.