Yüce Allah, kâinatı son derece hassas ayarlarla yaratmış, oraya bir düzen/denge/ölçü koymuş ve insanları imtihan edeceğini de bildirmiştir. Bu imtihan devam ederken insanların kişisel tercihlerine, yaptıklarına, söylediklerine, büyük konuşmalarına, dualarına, aldıkları beddualara, gidişatlarına, tövbe ve istiğfarlarına, ibadetlerine vs. bakarak kaderlerini an be an şekillendireceğini de haber vermiştir. Ayetleri birlikte okuyalım.
“Biz her insanın kaderini boynuna dolamışızdır (kendi çabasına bağlamışızdır); öyle ki, kıyamet günü onun önüne her şeyi açık açık kaydedilmiş bulacağı bir sicil (amel defteri) çıkaracağız. [Ve o Gün ona:] “(Şimdi) oku sicilini! (seyret yaptıklarını!)” [denecek,] “(çünkü) bugün kendi hesabını kendin çıkaracak durumdasın! Her kim ki doğru yolu izlemeyi seçerse, bunu kendi iyiliği için yapmış olacaktır. Ve her kim ki yoldan saparsa, bu kendi kötülüğüne olacaktır; kimse kimsenin yükünü taşıyacak değildir. Ayrıca, Biz, [kendilerine] bir elçi (uyarıcı) göndermeden [yaptığı haksızlıklardan ötürü hiçbir topluma] azap etmeyiz.” (İsrâ 13-15).
Görüldüğü üzere âyetler bu kadar açık ve seçik olmasına rağmen hâlâ bu gerçeği anlamamakta ısrar eden kimseler vardır ve bunlar yalan yanlış şeyleri insanlara hâlâ “kader” diye anlatmaya devam etmektedir. Oysa bu insanların âyetleri bırakıp kendi kafalarına göre bir kader anlatmaları ve “kaderciliği” zihinlere yerleştirmeleri büyük bir hatadır/vebaldir.
Nitekim bunlardan birisi yazdığı mealde mezkûr âyeti “Biz her insanın kuşunu kendi boynuna doladık…” şeklinde yanlış tercüme etmiş ve alna yazılmış bitmiş bir kader anlayışını savunmuştur. Bu ve benzeri sorumsuz tipler hesap günü bu yaptıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir. Onlar sevap umarken günahlarla/kifillerle karşılaştıklarında çok ama çok şaşıracaklardır. Çünkü melekler onların meallerinde/tefsirlerinde yazdıklarını, söylediklerini, savunduklarını çok güzel bir şekilde kaydetmişlerdir. Kaldı ki bu zavallılar da kıyamet günü kendi hesaplarını kendileri çıkaracak durumda olacaklardır.
Her insanın kaderinin “her an, her saniye, her salise” yapıp ettiklerine, söylediklerine ve savunduklarına göre değiştiğini, yeniden yeniden yazılmaya devam ettiğini, Yüce Allah’ın ihmal etmeyip mühlet (imhâl) verdiğini, kimsenin yaptığının yanına kalmayacağını anlamak için gayret göstermeyenlerin, bu gerçeği açık seçik ifade etmeyenlerin ve “yanlış bir kader anlayışını” ısrarla savunanların işleri hesap gününde çok zor olacaktır.
Örneğin “Yüce Allah’ın Arş’a istiva etmesinin” anlamı üzerinde derin derin düşünmeyenlerin, O’nun her an yeni bir tasarrufta bulunduğunu idrak etmeyenlerin, “Allah Teâlâ’nın evreni yaratıp emekliye ayrıldığını ve dinlenmeye çekildiğini iddia edenlere” güvenilir ve ikna edici cevap vermeyenlerin veballeri çok ağır/büyük olacaktır.
Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Göklerde ve yerde bulunanlar (her şeyi sadece) O’ndan isterler. O, (bütün bunları hayata geçirmek için) her an yeni bir ilâhî tasarruftadır (her an her şeyi yeniden yaratmaktadır).” (Rahman 55/29).
Bu âyette geçen “yevm” kelimesi çok anlamlı kelimelerden biri olup burada “an” manasında kullanılmaktadır. Çünkü Arapçada (يوم) “yevm” kelimesinin “gün, an, zaman, devir, dönem, aşama, evre, merhale vs.” anlamları mevcuttur. Dolayısıyla farklı âyetlerde farklı manalara gelen bu kelimeye “sürekli aynı anlamı vererek” Kur’ân’ın anlaşılmasını zorlaştırmak doğru değildir. İnatla böyle davranmaya devam eden ve insanları yanlış bilgilendirenler büyük bir vebal altında kalacaklarını artık idrak etmelidir.
Görüldüğü üzere Yüce Allah, kullarını her an imtihan edeceğini ve kaderlerini “tercihlerine, niyetlerine, samimiyetlerine, yaptıklarına, söylediklerine ve savunduklarına göre an be an şekillendireceğini” açıkça ifade etmektedir.
Bazı misaller vererek ne demek istediğimizi anlatmaya/açıklamaya çalışalım.
Örneğin insanların hak etmeden “ehliyet almalarını” normal gören, böyle bir düşünceyi savunan, bunu yapanlara sesini çıkartmayan, tepkisini göstermeyen, susarak onaylayan, bu yanlış düşünceyi kişiliğinin bir parçası haline getiren birisinin günün birinde “bilgisiz, dikkatsiz ve sorumsuz bir şoförün” sürdüğü aracın altında kalarak feci şekilde ölmesi bir tesadüf müdür yoksa kendi şekillendirdiği kaderin bir sonucu mudur, bunu herkesin iyi düşünmesi gerekir.
İnsanların gelişi güzel şekilde silah edinmelerini normal gören, silah tüccarlarının güdümündeki medya organlarının yanlış yönlendirmelerine kanarak bireysel silahlanmayı savunan, bu yanlışa tepki göstermeyen, susarak onaylayan, bunu kişiliğinin bir parçası haline getiren birinin oğlunun/kızının “silahlarını kuşanarak okula gelen bir cani/katil tarafından onlarca öğrenciyle birlikte öldürülmesi” bir rastlantı mıdır yoksa kendi şekillendirdiği kaderin bir sonucu mudur, bunu herkesin düşünmesi gerekir.
İnsanların düğünde havaya ateş etmelerini normal gören, böyle bir zihniyeti savunan, bunu yapanlara ses çıkartmayan, tepkisini dile getirmeyen, susarak onaylayan, bunu kişiliğinin bir parçası haline getiren ve “silahın çıkardığı o sesten sevinç ve neşe duyan birisinin” böyle bir magandanın silahından çıkan kurşunlar sonucu eşini veya çocuğunu kaybetmesi bir tesadüf müdür yoksa kendi şekillendirdiği kaderin bir sonucu mudur, bunu herkesin düşünmesi gerekir.
“Psikolojik sorunları olan bir gencin pilot olmasını” normal gören, böyle bir düşünceyi savunan, bunu pilot yapanlara ve ona uçak teslim edenlere sesini çıkartmayan, tepkisini dile getirmeyen, böyle büyük bir yanlışı susarak onaylayan ve bunu kişiliğinin bir parçası haline getiren birisinin söz konusu sorunlu/hasta pilotun kullandığı ve dağa çarptırdığı uçakta feci şekilde ölmesi bir tesadüf müdür yoksa kendi şekillendirdiği kaderin bir sonucu mudur, bunu herkesin düşünmesi gerekir.
Gençlerin çalışmadan ve hak etmeden “doktor olmasını” normal gören, böyle bir düşünceyi savunan, torpil yapanlara sesini çıkartmayan, tepkisini göstermeyen, susarak onaylayan, bunu kişiliğinin bir parçası haline getiren birisinin böyle yarım bir doktorun yaptığı ameliyatta çok sevdiği yakınını kaybetmesi bir tesadüf müdür yoksa kendi şekillendirdiği kaderin bir sonucu mudur, bunu herkesin düşünmesi gerekir.
İnsanların hak etmeden “öğretmen olmalarını” normal gören, siyasi amaçlarla böyle bir düşünceyi savunan, bunu yapanlara sesini çıkartmayan, tepkisini göstermeyen, susarak onaylayan, bunu kişiliğinin bir parçası haline getiren birisinin “böyle yarım bir öğretmenin kalbinde Allah korkusu olmadan yetiştirdiği teröristlerden/hırsızlardan/hortumculardan/ sahtekârlardan zarar görmesi” bir tesadüf müdür yoksa kendi şekillendirdiği kaderin bir sonucu mudur, bunu herkesin düşünmesi gerekir.
İnsanların hak etmeden “din görevlisi olmalarını” normal gören, böyle bir düşünceyi savunan, bunu yapanlara ses çıkartmayan, tepkisini göstermeyen, “yazık bari bir mesleği olsun!” diye bunu onaylayan ve böyle bir düşünceyi/zihniyeti kişiliğinin parçası haline getiren birisinin “yarım hocanın” anlattığı İsrailiyat, Mesihiyat, Mecusiyat, mitolojik muhtevalı rivâyetlerden etkilenerek fanatizmi seçen gösterişçi dindarlardan/meczuplardan/sahte mehdilerden veya canlı bombalardan şikâyet etmesi bir rastlantı mıdır yoksa kendi şekillendirdiği kaderin bir sonucu mudur, bunu herkesin düşünmesi gerekir.
İnsanların hak etmeden “mimar/mühendis/müteahhit olmalarını” normal gören, böyle bir düşünceyi savunan, bunu yapanlara sesini çıkartmayan, tepkisini göstermeyen, “nasıl olsa bizden!” diyerek onaylayan, bunu kişiliğinin bir parçası haline getiren birisinin böyle yarım bir mimarın/mühendisin/müteahhidin yaptığı çürük binanın altında kalarak can vermesi bir tesadüf müdür yoksa kendi şekillendirdiği kaderin bir sonucu mudur, bunu herkesin düşünmesi gerekir.
Teröristlerin araç yakmalarını, bombalar patlatmalarını, iş makinaları kullanılamaz hale getirmelerini normal gören, buna sevinen, böyle bir zihniyeti savunan, bunu yapanlara hiçbir tepki göstermeyen, susarak onaylayan, bunu kişiliğinin parçası haline getiren birisinin günün birinde bu teröristler tarafından kendi arabasının/otobüsünün/kamyonunun yakılması bir tesadüf müdür yoksa kendi şekillendirdiği kaderin bir sonucu mudur, bunu herkesin düşünmesi gerekir.
Şer odaklarının her türlü kitle iletişim araçlarını kullanarak eşcinsellerin/lezbiyenlerin reklamını yapmasını normal gören, böyle fıtrattan sapmayı özgürlük diye savunan, bunu yapanlara sesini çıkartmayan, tepkisini göstermeyen, susarak onaylayan, bunu kişiliğinin bir parçası haline getiren birisinin günün birinde kendi oğlu veya kızının da bunlardan biri olduğunu öğrendiğinde şaşırması bir tesadüf müdür yoksa kendi şekillendirdiği kaderin bir sonucu mudur, bunu herkesin düşünmesi gerekir.
Sokak ortasında veya çok işlek caddelerde motosikletiyle aşırı gürültü yapan bir gencin bu davranışını normal karşılayan, bunu savunan, bu gence ses çıkartmayan, tepki göstermeyen, susarak onaylayan, bunu kişiliğinin bir parçası haline getiren birisinin günün birinde “insanların bedduasını alan bu gencin sürdüğü motosikletin altında kalarak can vermesi veya bu sürücünün başka bir araçla çarpışarak feci şekilde ölmesi” tesadüf müdür yoksa kendi şekillendirdikleri kaderin bir sonucu mudur, bunu herkesin düşünmesi gerekir.
İnsanlara iftira atılmasını normal gören, böyle sakat bir düşünceyi savunan, müfterilere sesini çıkartmayan, tepkisini göstermeyen, susarak onaylayan, bunu kişiliğinin bir parçası haline getiren birisinin günün birinde kendisinin de iftiralara maruz kalması ve itibarsızlaştırılması bir tesadüf müdür yoksa kendi şekillendirdiği kaderin bir sonucu mudur, bunu herkesin düşünmesi gerekir.
Sevmediği adamın işine yarayacak diye hak ve adalet çizgisinden ayrılan, “O kazanacaksa ben kaybetmeye hazırım” diyen, haksızlıkları ve yanlış uygulamaları savunan, bunu kişiliğinin bir parçası haline getiren birisinin günün birinde aynı şeyler başına geldiğinde dövünmesi bir tesadüf müdür yoksa kendi şekillendirdiği kaderin bir sonucu mudur, bunu herkesin düşünmesi gerekir.
Üst düzey bir göreve geleceğim diye çocukluk arkadaşını satan, onu arkadan hançerleyen, amacına ulaşmak için her yolu mübah gören, bunu kişiliğinin bir parçası haline getiren, “güç, iktidar ve makam tutkunu bir müptezelin yanlışlarını destekleyen birisinin” günün birinde susarak desteklediği bu adamdan çok büyük bir darbe yemesi ve Allah’ın lanetini hak etmesi bir tesadüf müdür yoksa kendi şekillendirdiği kaderin bir sonucu mudur, bunu herkesin düşünmesi gerekir.
“Sırtımda yumurta küfesi var” diyerek ilkelerinden uzaklaşan, şantajlara boyun eğen, uluslararası güç odaklarıyla aynı yatağa giren, çevresindekilere yaptıklarının doğru, haklı ve meşru olduğuna inandıran, onlara sahte ümitler dağıtan ve tüm haklı uyarılara kulak tıkayan “güç tutkunu bir din adamının ahir ömründe rezil olması” bir tesadüf müdür yoksa kendi şekillendirdiği kaderin bir sonucu mudur, bunu herkesin düşünmesi gerekir.
Sonuç olarak, her insanın kaderi “her an, her saniye, her salise” yapıp ettiklerine, söylediklerine ve savunduklarına göre yeniden yazılmakta ve an be an şekillenmektedir. Zaten öyle olmasaydı tövbe etmenin bir anlamı kalmazdı. Zaten öyle olmasaydı dua/ibadet etmenin bir anlamı olmazdı. Zaten öyle olmasaydı başkalarına iyilik etmenin ve onlardan hayır dua beklemenin bir anlamı kalmazdı. Dolayısıyla alna yazılmış bitmiş bir kader söz konusu değildir; insanın alnına kaderi “an be an yazılmaya” devam etmektedir. Çünkü Yüce Allah katından verdiği söz gereği insanlara mühlet vermekte, “kendi halini değiştirmeyenlerin halini değiştirmeyeceğini” haber vermektedir (Ra’d 13/11; Enfâl 8/53). Bu nedenle “yanlış bir kader anlayışı” ile hareket ederek hatasını kabullenmeyip suçu Yüce Allah’a atmak ve ahiretini heba/berbat/mahv etmek doğru değildir. Şurası apaçık bir hakikattir ki, her insan dünyadayken kendi iradesiyle “cennetini veya cehennemini” kendisi kazanmakta, kaderini büyük oranda kendisi şekillendirmektedir. İşte bu yüzden de sorumlu olacağı Kur’ân’da bildirilmektedir. Zaten böyle olmasaydı insanları imtihan etmenin, onlardan gidişatlarını kontrol etmelerini istemenin ve “Kur’ân’da şartlı hüküm cümleleri kurmanın bir anlamı” olur muydu hiç?