Çocuğu liseye giden ve üniversite sınavına hazırlanma zamanı gelen bir anne olarak hayretler içindeyim.
Düşünceler, düşünceler…
Bu biyoloji dersleri neden bu kadar ayrıntılı? Aksiyon potansiyelindeki her evre, motor son plakta oluşan reaksiyonlar, kalsiyum/sodyum/potasyum pompaları, sinir sisteminin tüm hücreleri, görevleri, hormonlar……
Sınav sorularının bir kısmını oluşturan 11 ve 12. sınıf derslerini çalışan birini Tıp Fakültesi 1. sınıf hiç zorlamaz dedirten konular.
Anlama çabaları…
Yoksa hedef herkesi sağlık alanında bir meslek sahibi mi yapmak? Eskiden hekim sayısı zaten azdı, sağlık alanında akrabası olan aile sayısı da azdı. Şimdi hekim sayısı çok arttı, sağlık alanında çalışan akrabası olmayan da yok. E fena mı işte? Herkesin danışabileceği birisi/birileri var.
Anlama çabaları….
Birden aklıma geliyor. Acaba doğayı mahvetmiş olmamız ve sağlığımızın da kıymetini bilmiyor olmamız nedeniyle bir politika üretilmiş de herkese doğanın, canlıların, vücudumuzun nasıl işlediğini ve fonksiyonlarının ne kadar önemli olduğunu anlatacak bilgiler mi öğretmek amaçlanıyor? Devletin üzerindeki sağlığa harcanan mali yükün azalması hedeflenirken daha da artması, yeni açılan hastanelerle daha kolay randevu alınabilir olması gerekirken hala acil bölümünde muayene kuyruklarının ve sıraların bitmemesi, istenilen branşa randevu almak için ciddi uğraşlar sarf edilmek zorunda olunması gibi birçok problem. Bir sonraki jenerasyonun daha bilinçli hale gelmesi, sağlık harcamalarının azalması için doğaya ve kendi sağlığına nasıl bakacağının farkında olması gerçekten de önemli. Acaba bu ders içeriği hazırlanırken bu konuların dahil edilmesindeki hedeflerden biri de bu olabilir mi?
Otuz yıl önce yapılan ÖSYM sınavı ile üniversiteyi kazandım. O zamanlar iki basamaklı sınav sistemi vardı, sınavlar arasında da birkaç ay olurdu. İlk sınava pek de çalışmazdık. İkinci sınav çok önemliydi. Sayısaldan girenler de Türkçe-Edebiyat sorularını yanıtlardı ve bu alandaki sorular sayısal puanına etki ederdi. Şimdi ikinci sınavda sayısal bölüm seçecekseniz Türkçe sorusu çözseniz de etkisiz. Gerçi Türkçe sorusuna gerek yok, tüm sayısal sorular Türkçeyi iyi anlama üzerine kurulu. Birinci sınavdaki Türkçe sorularının bir kısmı da Türkçe değil de sanki felsefe sorusu, anlamak için bir kaç kez okumanız gereken sorular. Hani KPDS sınavına girip uzun uzun Shakespeare paragraflarına maruz kalmanız gibi. KPDS benim için o kadar zor bir sınavdı ki yıllar geçse de üzerimde yarattığı etkiyi unutamamışım. Sınavda süreyi yetiştirmek için üretilen taktikler olmasa zaten geçilemez. O zaman da sınavı geçme kaygısıyla dil anlayışınızı geliştirmeye değil, taktiklere yoğunlaşıyorsunuz tabi.
Zamanımda (ki 30 yıl önceden bahis) acaba biyoloji çalışmadığımdan mı biyolojinin bu kadar zor olduğunun farkında değildim acaba? Biyolojim kötüydü; yanlış hatırlamıyorsam üç soru işaretleyip iki yanlışı olan bir öğrenci olarak tıp fakültesini kazanmıştım. Türkçem, matematiğim, kimyam ve fiziğim (tabi ki dış görünüşten değil kastım) iyiydi. Neden diğer derslerin ağır oluşuna değil de biyolojiye isyanım?
Neden matematik, fizik ve kimyadaki ileri seviye derslerden şikayet etmiyorum da biyolojiye kızıyorum?
Sanırım sayısal bölüm seçen bir öğrencinin ezber gerektiren bir dersi çalışmasının ne kadar zor olduğunu bilmem bu isyanın arkasındaki neden.
Ne de olsa çoğumuz tıp fakültesi ilk senesinde “Madem bu kadar ezber yapacaktık, neden fakülteye sözel puanı ile öğrenci alınmıyor ki?” düşüncesine gark olmuşuzdur.
Buraya kadar hep kendi açımdan baktım. Sadece biyolojiyi zor buldum. Muhtemelen matematiğin, kimyanın, fiziğin zor olduğunu düşünen ve bu dersleri çalışmak istemeyenler de benim biyoloji hakkında düşündüğümle aynı şeyi düşünmüşlerdir.
Yani “Sanki sınava giren herkes mühendis olacak gibi ileri matematik anlatılması doğru mu?” sorusu da sorulabilir. Aklıma geliyor sonra; bu soru önceki yıllarda dillendirildiği için bazı matematik konuları daha önce sadeleştirilmiş, müfredattaki yerleri azaltılmıştı. Şimdi nasıl acaba? Yıllar içindeki “devamlı” değişimi kendi oğlum sınava girecek yaşa gelene kadar takip etme ihtiyacı hissetmediğimden bunun cevabını bilemiyorum; zira yardımcı olayım diyerek matematik sorularına bakmaya yeltenecek yeterli matematik bilgim artık yok.
Tamam, millet olarak zekiyiz de bir yerde durmak lazım. Çocukların arasında nasıl seçim yapılacak diye kara kara düşünürken “X ders çok ağır, konuları hafifletelim, ama elemeyi nasıl yapacağız, madem y dersini ağırlaştıralım.” mantığı var sanki. Evet ama bu kadar yüklenince sigortalar atmaz mı? Atıyor haliyle.
Yığınla bilgi yüklenince çalışmaya hevesini küntleştirip tamamen sınava odaklanmış ve sınavda istediği puanı alınca “Artık rahatlama zamanı, çalışma ihtiyacım kalmadı.” diyecek bir nesil oluşturmamak için neler yapılabilir?
Tabii ki diğer yanda üniversite sıralarında “Sınava bu kadar çok çalışsaydım çok daha iyi bir bölümü kazanırdım.” düşüncesinde olan, asıl çalışmanın üniversiteye girdikten sonra başladığının farkına varan çocuklarımız var.
Üniversiteye başladığım ilk sene, sanırım fizyoloji hocamız ”Aranızda safra kesesi ve dalağın yerini bilmeyen öğrenciler var.” dediğinde “Evet, ben..” diyerek içimden parmak kaldırmıştım. Şimdi bu eğitim sisteminde tıp fakültesi öğrencilerinin biyolojiyi iyice öğrenerek ve soruları yaparak geldiğini düşündüğümden öğrencilere sordum. “Herhalde Tıp Fakültesi okurken ilk iki yılda hiç zorlanmadınız, bu kadar iyi biyoloji öğrendiğinize göre!”. Şaşırdılar; neden öyle düşünüyordum ki? Bir duraksadım ve kaç kişinin biyolojiden iyi yaptığını sordum, kendimin ne kadar kötü yaptığımdan bahsederek. Sınıfın yaklaşık yüzde 10-15’i diyebileceğim kadar kişi benim kadar yaptıklarını söyleyince daha da şaşırdım. Belki daha da fazlaydı, sadece bunu dile getirmeye cesareti olan kişi sayısı bu kadardı. Kapalı bir zarfta sormuş olsaydım oran artabilirdi. İşte akademisyen kafası “kör olsun” diyor…
Neticede sayısalcı bir öğrenci için mantıkla açıklanamayan bilgileri anlamak, sadece ezberle bilgi edinmek zor. Bazı şeyleri ezberle değil de pratik yaparak yerleştirmek şart.
Meslekte 25 yılın sonunda diyorum ki tıp fakültesi kesinlikle sayısal bir bölümmüş. Ezberin yetmediği, analiz ve sentezin gerektiği, ezber kadar hesaplamaların da işin içinde olduğu bir bölüm.
Eğitimde yıllar içinde yapılan çalışmalar ezberden ziyade kavramaya, analiz, sentez ve değerlendirmeye odaklanan bir model yerleştirilmesinin kaliteli öğrenmenin temelini oluşturacağını bildiriyor. Tamamen ezbere dayalı sorular yerine vaka örnekleri ile problem çözümüne odaklanılması kalıcı öğrenmede önemli. Ama tabi bilgi olmazsa neyi analiz edeceğiz? Olmayan bilgi ile analiz ve sentez basamakları nasıl işleyecek? Tabi kastedilen senaryo içinde merakı uyandırarak bilginin öğrenilmesini sağlamak.
Neticede yine bilgi yüklenmekten kaçış olmuyor. Ama yüklenilen bilgi isteyerek ve kalıcı olarak öğrenilebiliyor. Bilginin sınav öncesi kısa hafızaya alınıp sınav sonrasında unutulmasının önüne geçilmesi hedefleniyor.
Zaman zaman yorucu olduğunu düşünsem de mesleğimin en güzel yönlerinden biri devamlı yenilenmek.
Öğrencilik yıllarını özlemeyen var mı?
Okumak hiç bitmesin.
1 yorum
Saliha Hocam, yine bir nefeste okuduğum harika bir yazı, olmuş. Kaleminize sağlık.Bazı noktalara somut ornekler vererek gençlerimizin yaşadığı sorunların altını çizmişsiniz. Teşekkürler 🍀🥰🍀