Siz sevgili okuyucularımın bildiği gibi, Medimagazin Gazetemizdeki bu Nörofilozofi köşemde, 2008 yılından beri 15 günde bir düzenli olarak tıbbi, mesleki, edebi, sanatsal ve eğitim politikaları mihraklı makaleler yazmaktayım. Genellikle, her köşe yazımın sonunda ya daha önce yayımlanan (paramedikal meşguliyetlerimden) “Suz-i Dilara”, “Aşk”, “Vuslat” ve “Nefes” isimli şiir kitaplarımdan ya da henüz yayımlanmamış ve kitap haline getirilmemiş rubailerimden birini muhterem karilerimle paylaşıyordum.
İran şairlerinden Rudeki ile başlayıp Ömer Hayyâm’la devam eden, Mevlâna ile zirveye ulaşan Aziz Dostum, Devlet Adamı, Şair, Yazar ve Bestekâr Dr. Yılmaz Karakoyunlu’nun ifadesi ile “söz incilerinin saklandığı mücevher kutusu niteliğinde olan” rubai geleneği; Klasik Edebiyatımızda, Osmanlı İmparatorluğu döneminde de, başta Kara Fazlı, Azmizâde Hâletî, Fuzulî, Rûhi, Nef’i, Nev’i, Nâbî, İbrâhim Hakkı, Esrâr Dede, Şeyh Gâlip ve Nedim olmak üzere birçok Divan şairimiz tarafından sürdürülmüştür.
Benim rubailerim, geleneksel Divan Edebiyatımızdaki klasik rubai formuna tam manası ile uymasa da, bu tarzımı, Türk Edebiyatı sahasında söz sahibi Sayın Prof. Dr. Şerif Aktaş, takrizinde rubaiden bahisle, “Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın, sözü edilen zihniyeti en iyi ifade edecek formu Türk kültür hayatından hareketle belirleyip geliştiren ve böylece rubai tarzını zamanımızın imkânlarıyla zenginleştiren bir söz ve ses ustası olarak dikkati çekmektedir.” şeklinde belirtmektedir.
Daha çok “tefekkür şiiri” olarak bilinen rubai formundaki bu dörtlüklerim ile ilgili olarak okuyucularımdan, gerek açık yorum gerekse elektronik posta veya telefon vasıtası ile müspet-menfi, teşvik edici eleştiriler alıyor ve mutlu oluyordum. Bütün bunlar, bu sahada hissiyatımı ifadede daha güzellerini yazma azmini, heyecanını, gayret ve arzusunu ateşledi. Nihayet, daha önce yayımlanmış dört kitabımdan sonra, bu rubaileri de bir araya toplayarak, mündericatına münasip ismi ile “Hicran” adı altında kitaplaştırmak nasip oldu.
“Hicran” adını taşıyan bu beşinci kitabımız, sahalarında temayüz etmiş ve kendilerine müteşekkir olduğum, “kelimeler üzerindeki saltanatımdan” söz eden Prof. Dr. Faruk Karaca’nın, bende “şiir kumaşı” bulan Hocam Prof. Dr. M. Orhan Okay’ın, beni “modern rubai”ci olarak vasıflandıran Prof. Dr. Şerif Aktaş’ın ve “çağlar üstü güzellikleri çağımızda yaşatan rubaici” yorumu ile beni onurlandıran Prof. Dr. Ali Süreyya Beyzadeoğlu’nun takrizlerini de ihtiva ederek, 11 Şubat 2013 tarihi itibariyle Öteki Adam Yayınları’ndan, edebiyatseverlerin beğeni, hoşgörü ve engin tefekkürlerine sunulmuştur.
Her şeye rağmen, yine de bütün açık yürekliliğimle ifade etmek istiyorum ki, bu rubailerim, muhterem karilerimin namütenahi tefekkürlerine sunulurken, asla büyük bir iddia taşımamaktayım. Zira rubailerde kristalleşen mana, okuyucuların sosyokültürel düzeylerine ve muhayyilelerine bağlı olarak farklılıklar arz edebilir, hatta etmelidir de.
Nitekim “Bir şiiri tam manası ile anlamaya çalışmak, eti için bülbülü öldürmeye benzer.” ifadesi kullanılmıştır.
“Hicran”dan bir rubai ile bitirelim.
MÜNZEVÎ RUBÂÎLER
Hayyam’a nisbetimdir, mısralar, hercailer.
“Kayıp Yazma” peşinde, Sabbahī Fedâīler.
Bir Beyin Cerrahının kaleminden dökülen,
Hislerine tercüman, münzevī rubâīler.