Benim görebildiğim kadarıyla, insanlar taleplerine uygun kabul edilebilir gerekçeler uydurma telaşındalar. Bu nedenle kendi tanık olduklarından ve salt kendi kişisel varlıklarından ibaret dünyevi deneyimleri esas almakla yetiniyorlar. Böylece söylemlerde iki önemli özellik görünür oluyor. Birincisi, kendi tanık olduklarıyla oynayarak gerçeği eğip bükme girişimidir. İkincisi, kendi tanık olmadıklarını, dolayısıyla değiştirme olanağı dışında olanları öykü veya anlatımdan kovarak dünyayı kendisinden ibaret temsil etme girişimidir. Anlayabildiğim kadarıyla, gerçekliğin üzerine örtme ve yalanı doğru olarak sunma deneyiminin –post-truth- böyle bir içeriği bulunmaktadır.
Tarih boyunca dünyanın dört bir yanında etkili olmuş düşünürlerin ortak özelliği, gerçeklikle oynamamaya ve onu bütün kronolojisi ve deneyimsel içeriğiyle doğru kavramaya özen göstermeleridir. Yani olguyu yeterince kapsamlı ve gerçek yaşamda meydana geldiği gibi anlarken aynı zamanda onu başlatan ve sayan doğru zamansal başlangıç ve ölçütü de belirginleştirmeye dikkat ederler. Örneğin kendi zamanında Aristoteles böyle bir filozoftu. Ortaçağda İbn Sînâ ve Gazâlî bunun başka örnekleriydi. Çağdaş zamanlarda Michel Foucault, John Rawls ve yaşayan orta yaştan bir örnek olarak Corine Pelluchon da bu düşünürler grubuna dâhildir. Foucault, kendi felsefesini ve çözüm önerisini gerekçelendirirken başka tarihler, zamanlar ve sorunlarla ilgili gelen sorulara cevaben bugünü konuşmak istediğini özellikle belirtmiştir. Söylemin düzenine ilişkin kitabında ona Antik Yunan mucizesini ve Yunanlıları anlamanın önemini hatırlattıklarında, çözümlerin yer ve zaman değiştirdiği felsefelerle ilgilenmediğini ve hele de çözümlerin tarihini yazmak ve konuşmak gibi bir derdi hiç olmadığını ifade etmiştir. Onu ve diğer düşünürleri bence önemli kılan, 20. yüzyılın ilk yarısında önce ekonomik bir kavram olarak gelişmiş lokasyon (ikamet) kavramına son derece hâkim olmalarıdır. Benim hatırlayabildiğim kadarıyla, Alfred Weber tarafından geliştirilmiş bu kavram, sözün ekonomik kullanımını ve doğrudan olguyu imleyen bir saptamayı da içermektedir. Doğru bir lokasyon için hikâyelerin gerçek, kronolojiye uygun ve menfaatlerin yer değiştirdiği odak noktaları içeren doğru bir zaman ve yer anlatımına dayanması gerekmektedir.
Saygıdeğer iki akademisyen dostumla yaptığımız bir müzakerede Avrupa ve gelişmiş başka coğrafyalardaki yabancı düşmanlığını anlamayı denedik. Dünyadaki her coğrafyaya birbiriyle eşzamanlı kılınabilecek doğru bir kronoloji ve bilinç lokasyonuyla yaklaştığınızda evrensel bir adaletten veya adil analizden söz edebiliyorsunuz. Acaba dedik, sözgelimi Almanya’daki olumsuz Türk imajıyla Türkiye’deki olumsuz Afgan imajı arasında bir yakınlık veya benzerlik var mıdır? Bu arada Norveç, Yeni Zelanda ve Almanya’daki yakın olumsuz deneyimler Türkiye’de yaşanmıyorlar. Bununla birlikte aynı seviyede olmamakla birlikte Türkiye’de de kimi zaman futbol maçlarında tanık olunan, kimi zaman da mahalleler arası iletişimlerde tanık olunan hemşehricilik duyarlılıklarına rastlanabilmektedir. Acaba hemşehri duyarlılığıyla meydana gelmiş haksızlıklarla gelişmiş ülkelerde göçmenlerden duyulan rahatsızlıklar arasında herhangi bir deneyimsel ve psikolojik yakınlık yok mudur? Benim analizime göre arada elbette bir benzerlik ve yakınlık mevcuttur ve bu da ekonomik ayrıcalıklar ve konforun paylaşılmak istenmemesiyle ilgilidir. Yani sözgelimi Avrupa’ya İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra üstelik Avrupalıların da kabulüyle başlayan göçler onların alt seviyeden emek ve işçi gereksinimlerinin karşılanması içindi. Zamanla küreselleşmenin avantajlarından yararlanmak isteyen yeni kuşakların kazandıkları yeni ekonomik statü ve konfor olanakları Avrupalı yerlileri geride bırakmaya başlayınca ve üstelik ucuz işgücü nedeniyle yerliler işsiz kalmaya başlayınca geçmişte Avrupa’nın kalkınmasına yardımcı olmuş kültürler bir anda nefret nesnesi haline gelmeye başladılar. Temel saikleri biraz farklı olmakla birlikte –Türkler Avrupa’ya giderlerken onlar savaştan çıkmışlardı, ama Türkiye’ye göçte göçmenler savaştan kaçıyorlar- 2011 sonrasında Suriyelilerin gelişinin ardından ekonomik ve sosyal maliyetler yaşamış Türkiye Afganistanlıların göç hareketlerine oldukça ihtiyatlı yaklaşmaktadır. Elimizdeki sonuç, dünyanın belirli bir coğrafyasının kendine benzemeyenlere karşı çıkarken ekonomik ve toplumsal geleceğini gözettiği gerçeğidir. Bu gerçeği insan hakları ve başka hak çerçeveleriyle ilişkilendirerek kabul edilebilir kılmaya çalışmak ise ya fazla iyi niyetli davranmanın ya da kısa vadeli düşünmenin ürünü olarak gelişebiliyor. Bunun yanı sıra bu gerçeği göçmenlerin aleyhine işletirken kendi ekonomik ve toplumsal gereksinimlerinin Avrupa’daki tezahürlerini olumsuz kavramlarla ilişkilendirerek kendini makul göstermeye çalışan yaklaşım da ya sadece kendi benzerlerine iyi niyetli ya da kısa vadeli düşünen durumunda kalmaktadır.
Küreselleşme ve bireyselleşme döneminde yaygınlaşan yabancılardan rahatsızlık veya kimi zaman onlara düşmanlıkla ilgili bir analiz Antik Yunan, İslâm tarihi veya yüksek ideallerle ilişkilendirildiğinde Foucault’nun işaret ettiği yanlışlığa düşülmektedir. Benim bilmediğim başka bileşenler ve etkenler de bulunabilir, ama herhangi bir olguya söylemle epistemolojik hakkaniyet arasındaki örtüşme açısından bakıldığında lokasyon ve kronoloji önemli olmakta ve ortaya böyle bir netice çıkmaktadır. Bu durumda da insanlar arası bütün ilişkilerde ekonominin diline endeksli, ama ekonomistlerin istatistikleri kadar mekanik olmayan ve biraz insana dokunan bir etik duyarlılıkla söylem ve argüman geliştirmek gerektiğini saptayabilirim. Elbette burada son zamanlarda popülerleşen bir tema olarak göçmenliği ve ona karşı sergilenen rahatsızlıkları bir örnek olarak aldım. Birinci mesajım şudur: Hikâyelere gerçek katılımcıların bulunduğu doğru zaman ve yerden başlayarak anlatımda bulunmalıdır. Yoksa yaşadığımız çağda seviyesi ve niteliği her ne kadar olursa olsun post-truth önce yaratıcılarına zarar vermeye başlar. İkinci mesajım da şudur: Ekonomik ve toplumsal nitelikli planlamalar ölçütüyle bakıldığında, Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılmasının (brexit) kapsamlı bir göçmen hesabının ürünü olduğunu görebiliriz.