Geçen yazımda kısaca, yeni açılan fakültelerimiz, hızlı ve gerçek akademik becerileri sorgulanır nitelikteki bireylerin akademik yükseltilmeleri ile lisans ve lisanüstü düzeyde eğitime vurulan darbeyi ele almaya çalışmıştım. Okurlarımızın önerileri üzerine, bu konunun işleyişteki farklı yansımalarına da değinme gereği duydum.
Günümüzde, lisansüstü eğitime salt akademik ilerleme ve öğretim üyesi olarak eğitime gönülden hizmet verme kaygıları ile başvuran hemen hemen hiçbir hekim kalmamaya başlamıştır. Genç meslektaşlarımızın çoğu ne yazık ki sadece bir titr edinerek, bunu âdeta ticarete dönüştürme düşüncesi ile mesleğe geçiş yapmaya başlamıştır. Burada en büyük etken, bizim için altın değerinde olan doktora programlarımızın içlerinin boşaltılmaya başlanması ve maalesef altyapısı çok iyi düşünülerek hareket edilmemiş olan “diş hekimliğinde uzmanlık” sistemine geçiş yapılarak doktoranın bitirilmeye doğru yol aldırılmasıdır. Genç hekimlerimiz, kadro alabilme garantisi olmayan doktora programı yerine, süresi mevcut durumda iyi bir bilgi ve beceri birikimine hiç de uygun olmayan uzmanlık sistemi ile çabuk yoldan bir titr alıp kullanmaya yönelmektedir. Bu noktadan hareketle, gelecekte bu tabandan yetişen(!) uzman doktorlarımızın bazıları da akademik ilerlemeye çalışacak ve yeni açılan fakültelere geçiş yaparak önceden sözünü ettiğim üzere kendi gelişimlerini tamamlayamadan meslektaş yetiştirmeye soyunacaklardır. Kaldı ki ülkemizde ne yazık ki en çok işleyen “önerme”ler de işin içine girince sadece “iyi insan” olduğu için çok ciddi sorumluluklar gerektiren pozisyonlara, süreleri de hızla atlatılarak nakledilen bir kitle de doğmuştur. Oysa üniversitelerimiz ve fakültelerimiz, toplumun en üst bilgi ve beceri birikimi yuvalarıdır. Buralarda eğitim verecek, yönlendirici ve yönetici olacak kişilerin çok yönlü becerilere sahip olması ve çok özenle seçilmesi gerekir. Burada hiçbir siyasi ya da kişisel çıkara bağlı yönlendirme bulunmamalıdır. Seçimde esas; çağdaş, kendisini sürekli mesleki gelişime adamış ve bunu sonraki nesillere aktarabilme becerisine sahip ve kendisi de çok yönlü başarılı, dinamik, insancıl ve barışçıl kişilik yapısına sahip, demokratik anlayıştaki öğretim üyesi adaylarını kazanabilmektir. Ancak, bu noktadan sonra sadece akademik aşamalarını kazanma amacıyla bu konumları işgal eden, çalışan kitle ile aynı potada eriyerek kendini âdeta taşıtan hantal kadrolaşmadan kurtulunabilir.
Akademik unvanların kullanım koşulları ve izlenmesi gereken etik değerler konusunda özellikle hastane ortamlarında, âdeta rekabetçi bir yaklaşımla ayrıcalık yaratılmaya çalışılmaktadır. Elbette ki lisansüstü eğitim alarak mesleki gelişimine artı değer katma yolunu seçen meslektaşlarımız bu emeklerinin ürüne dönüşmesinde motivasyonu hak etmektedirler, ancak bu asla bir ayrım unsuru şekline dönüşmemelidir. Asıl olan, alınan lisansüstü eğitimlerinin gereği olarak hekimlerin, bağlı bulundukları kuruluşlara başvuran hastaların ileri tedavi gereksinimlerine katkıda bulunmaları için meslektaşlarına yardımcı ve yönlendirici olmalarıdır.
Akademik yaşamın gereklerini gerçek anlamda yaşayan ve yaşatan nesiller görme umuduyla..