Asistanlık ve dolayısıyla mesleğe ilk başladığımız yıllardaki değişmez unvanımız ‘çömez asistan’ idi. Yıllar geçtikçe, orta kıdemlilik derken, asistanlığın sonlarında kıdemli asistanlık döneminden sonra uzman olunurdu. Bizim asistanlık zamanımızda, ancak uzman olunduktan sonra görevine aynı eğitim kurumunda devam edenlere ‘baş asistan’ derlerdi. Ya da bizim fakültemizde ve eğitim hastanelerinde böyleydi. Daha sonra eğitim hastanelerinde şef yardımcılığı ve şeflik, fakültelerde ise eylemsiz doçentlik, eylemli doçentlik derken hepsinin sonunda profesör olunurdu.
Uzman olduktan sonra Anadolu’da göreve başladığımda en genç uzmanlardan biri ve en son gelen olmam nedeniyle adım “embriyon” olmuştu. 7 yıllık Anadolu turnesini noktaladıktan sonra üniversitede yardımcı doçentlik ile kariyere başladığımda büyüklerimize hocam diye hitap ederken bu kez adımız “Haldun ağabey” olmuştu. Ağabey aşağı, ağabey yukarı.
Nedense yardımcı doçentlik, bana hep suni ve itici gelmiştir. Bize o dönemde doçent yardımcısı mı demediler, hocaların yardımcısı mı demediler. Normal bir uzmanken bir günde ancak bu şekilde öğretim üyesi olunuyordu. Ne profesör ne de doçentsiniz ama bir öğretim üyesi olarak her türlü hakka sahipsiniz. Devekuşu gibi bir şey, ne deve ne de kuş misali. Ancak eğitimde bulunursunuz. Teorik ve pratik derslere girersiniz. Kürsü kurullarında ve rektörlük seçimlerinde diğerleri gibi sizin de bir oyunuz vardır. O günlerde her şey yeniydi. 12 Eylül yeniydi. YÖK Kanunu yeni, rotasyonlar yeni, Kanun’la ortaya çıkarılan bir paye olan yardımcı doçentlik de yeni idi. Afili kart bastıranlar, kartın üzerine “Y. doçent” yazdıranlarımız bile vardı. Sanki yüksek mühendis ya da yüksek doçent gibi bir imaj yaratanlar da yok değildi.
Aslında bu geçici dönem 3-5 yıl gibi kısa sürüyor. Doçentliği aldıktan sonra ise, profesörlük, 5 yıllık yasal süresini tamamlayanın kapı gibi hakkı oluyor. Bu süreyi ister üniversitede ister muayenehanenizde tamamlarsınız hiç fark etmiyor.
Yıllar geçtikçe siz yaşınızı ne kadar saklarsanız saklayın, ister saçınızı boyatın, ister gençler gibi frapan giyinmeye çalışın, günün birinde, öncelikle hastalarınız size yaşınızı, uygun bir lisanla hatırlatıveriyorlar.
Doğumunu yaptırdığımız çocukların eskiden, doktor amcası idik. Şimdilerde doktor dedesi oluverdik.
Eskiden biz başkalarına çoğunlukla ağabey ya da abla diye hitap ederken, şimdilerde bize hocam ya da ağabey diyenler çoğaldı. Hatta asistanlardan ‘Sizi bir baba gibi görüyoruz’ diyenler arttı. Doğrudur, onlarda bizlerin kendi öz çocukları gibi. Biz de onları kendi çocuklarımız gibi görüyoruz. En azından ben kendim öyle görüyorum. Onların coşkuları, heyecanları, bir şeyleri öğrenme ve yapma çabaları, çalışkanlıkları bir yerde hocalarını bile etkiliyor. Onları daha zinde ve diri tutuyor.
Hastanede 28, ailede, 2 olmak üzere, tam 30 çocuğum var benim. Onların başarıları benim de başarım, onların mutlulukları benim de mutluluğum. Onların huzuru, benim de huzurum. Ne mutlu bana.