İnsanlık tarihine dikkatle bakıldığında, Tanrı-insan ilişkisinin mahiyetinin insanın dünyadaki serüveni ve kendisini konumlandırışında merkezi bir rolü olduğu söylenebilir. Bu ilişkiden birkaç türlü formun oluştuğunu söylemek mümkündür. Bir yanıyla Tanrı’nın insan üzerinde mahiyet farkının da getirdiği egemenlik durumu. İkincisi, Tanrı ile insanın eşitlendiği ve aradaki farkların kaldırıldığı durum. Üçüncüsü de, insanın Tanrı üzerindeki egemenliğidir.
Bu üç form, olumsallık çerçevesinde tartışmalara dahil edilmesi bağlamında anlamlıdır. Esasen hem bir dil hem de içerik meselesi olarak düşünüldüğünde, Tanrı’nın insan üzerindeki egemenliğinin dışında bir şıkkın pek imkanı kalmamaktadır. Fakat biz sorunu daha sosyolojik bir zaviyeden yürütmek istediğimiz için bu formların olumsallığına atıfta bulunmaktayız.
Bu makaledeki sorunsalımız ise başlıkta geçen ve “insan insanın tanrısıdır” şeklinde Batı’da Latince dile getirilen ifadenin bugünkü koşullarda nasıl bir Tanrı-insan ilişkisine denk geldiğini tartışmaktır.
Belki sorunu daha külli bir soruyla başlatabiliriz? Tanrı-insan ilişkisinin Tanrı ve insan zaviyesinden bir doğasından bahsedebilir miyiz? Bir başka deyişle, başından itibaren Tanrı-insan ilişkisindeki formlar nasıl bir mentalite ile tezahür etmektedir? Kutsal kitaplara bakıldığında, insanın mevcut konumunun üzerinde bir statü talep etmesiyle karşılaşmaktayız. Buna göre fani (ölümlü) bir varlık olarak insan ebediliği arzulamaktadır. İkincisi, aynı zamanda insanda bir tanrılaşma temayülünün olduğunu görmekteyiz.
Nitekim İblis’in Âdem ve Havva’yı iğvasında temel argüman insanın ebediliği söylemine dayanmaktadır. Hatta bugün özellikle transhümanizm üzerinden insanın ebediliğinin tekrar gündem olduğunu görmekteyiz. Nitekim insanın ölümü yenmeye başladığı farklı tıbbi gelişmeler eşliğinde dile getirilmektedir.
Yine Kutsal kitapta anlatıldığına göre, Firavn, Nemrut gibi isimlerin Tanrılık rolüne büründükleri anlaşılmaktadır ki, insanın tanrılaşma eğiliminin doruk noktasını oluşturmaktadır. Bunun dışında “istiğna” gibi terimler, insanın kendi kendisine yeterlilik duygusu kazandıklarından bahseder ki, bu da tanrılaşma iddiasını dile getirir bir anlamda. “İslam” kavramı içerik itibarıyla insanın kendi konum ve sınırlarının farkındalığıyla Tanrı olamayacağının dolayısıyla Tanrı’ya teslimiyetinin ismidir.
Fakat modern dönemle birlikte artık Tanrı-insan ilişkisi bir başka doğaya bürünmüş; bir anlamda insan Tanrı ile hesaplaşmaya girişmiştir. Genel perspektif olarak Tanrı’nın yerine ikame olunan insan, bir anlamda Tanrı’yı işlevsiz şekilde boşluğa itmeyi denemiştir. Bunun en temel göstergesi, modernliğin bizzat Tanrı’ya inancı bir irrasyonellikle eşitlemesidir. Neticede Tanrı en fazla iyi bir teskin edici olarak işlevselliğinden ötürü dokunulmaması gereken bir yanılsama şeklinde görülmüştür. İnsanın Tanrı yerine ikame olunca, ne derece acımasızlaştığını geçen yüzyıldan bu yana daha yoğun olarak yaşamaktayız.
Fakat bugün kritik bir döneme ulaşmış bulunmaktayız. Postmodernlik Tanrı ile insan ilişkisinde modern mentaliteyi dönüştürerek her bir insanın “mikro Tanrı” olarak konumlandırıldığı bir durumu karşımıza çıkarmıştır. Şimdi her insan kendisinden hareket ederek kendisini meşrulaştırmakta, bizzat kendi yargı ve normlarına teolojik bir işlev yüklemektedir.
Bunun sonucu olarak yeniden tanrılar panteonu ile karşı karşıyayız. Şimdi tanrılaşmış insanların rekabetini yaşamaya devam ediyoruz. İlginç olan; tüm bu süreçler insanı özgürleştirmek üzere işletilmişken, yine aradan bir “Zeus” sıyrılarak diğer mikro tanrılar üzerinde güç uygulamaktadır. Şimdi “insan” olarak değil, mikro tanrılar olarak insan(lık) elini yükselttiğini düşünmektedir.