Huzur sadece maddi ihtiyaçların karşılanması değildir.
Belki sadece manevi ihtiyaçların da karşılanması da değildir.
Oturup aile efradı ile güzel bir yemek, gülmek eğlenmek de değildir.
Geceleri sıcacık yataklarında tatlı rüyalar eşliğinde nefes alıp vermek değildir.
Bireysel anlamda maddi ve manevi değerlerin paralel giden iki grafik gibi dengeli bir seyirde seyretmesidir.
Ama burada biz dünyanın huzurunu irdelemek istiyoruz.
Bu manada huzur olmadığı takdirde diğer bireysel huzur ve mutluluklar bir gün yok olmaya mahkûm olacaktır.
Şuan dünya büyük bir huzursuzluk içinde,
Küresel olarak fiziki, iklim, doğa şartları vb. her alanda huzursuzluk içinde,
Bakmayın her gün güneşin doğduğuna,
Ayın yamaçları aydınlattığına,
Dünyanın güneş etrafında yörüngesinde dönüp durduğuna,
Mars’a araçların gönderildiğine,
İnsanlık olarak,
Fiziksel olarak,
İnsanlık ölüyor, bitmeyen katliamlar, işgaller, zulümler, soykırımlar, nesillerin yok edilişi,
Çığlıklar dinmiyor, gökleri parçalarcasına,
Kurak toprakları mazlumların kanı suluyor artık, yağmur yağmasa da,
Çığlıklar çınlatıyor kulaklarımızı şimşekler çakmasa da,
Evet, dünya huzuru arıyor.
Fiziksel olarak, afetler, seller, fırtınalar, iklim değişiklikleri, kuraklıklar,
Metafizik olarak, yaratana isyan, kabullenmeme, inkarcılık….
Sadece kısa bir istatiksel bilgi verip düşünmeye davet edeyim sizi;
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana 194 savaş yaşandı ve 45 milyon insan öldü.
Savaş en çok çocukları vuruyor.
Son 10 yılda 2 milyon çocuk savaşlarda öldü, 6 milyon çocuk sakat,
12 milyon çocuk da evsiz kaldı.
Son 25 yılda öldürülen Müslüman sayısı 12.5 milyon,
İnsan evladı olmanın sadece basit bir örneği,
Birinci Dünya Savaşı’nda yaklaşık 13 ila 15 milyon,
1918-1922 yılları arasındaki Rus iç savaşında 12,5 milyon,
1909-1916 yılları arasında Meksika iç savaşında 1 milyon,
1936-1939 yılları arasındaki İspanya iç savaşında 600 bin,
1914 öncesi çeşitli sömürge müdahalelerinde yaklaşık 1,5 milyon,
İkinci Dünya Savaşı’nda yaklaşık 65-75 milyon,
1945’ten 2000 yılına kadar olan çatışma ve savaşlarda yaklaşık 41 milyon, kişinin öldüğü tahmin ediliyor.
Leitenberg (2006) bütün sonuçların toplandığında 20 yüzyıldaki savaş ve çatışmalarda yaklaşık 136,5 milyon ila 148 milyon arasında insanın öldüğünü belirtiyor.
Korkunç rakamlar değil mi. Niye? Niçin? Kim için?
Paylaşılamayan nedir ki?
Ya sonrasında kurulan sözde Birleşmiş Milletler…
Niçin? Kan ve katliamı önlemek için…
Sözde barışı sağlamak için…
Mazlumları korumak için!…
Fakat buna rağmen BM’nin kurulmasından sonra, tek bir yıl savaşsız geçmemiş ve 20. Yüzyılda ölen insan sayısının yaklaşık 3’te biri bu dönemde ölmüştür.
Sadece kan dökülecek bölgeleri kendi aralarında bölüştüler…
Zaten üyelerine baktığımızda, dünyanın huzurunu bozan, kan akıtan, işgalleri yapan ülkelerden oluşmuyor mu?
Özellikle 1945’ten sonraki tabloda Batılı güçlerin kendi aralarında savaşmayı bırakıp savaşı mustazaf (zaafa uğratılmış, ezilmiş, ekonomik bakımdan fakir hale getirilmiş, güçlü devletlerce sömürülmüş, zayıf topluluklar) dünyanın kendi içine kaydırdıkları görülüyor.
Çünkü kanla beslenen mutlu bir azınlığın çarklarının dönmesi için buna ihtiyaçları var!
Silah fabrikalarından dumanların çıkması için buna ihtiyaçları var.
Velhasıl kendi huzurları için mazlum coğrafyalarda kanların akmasına ihtiyaç var.
Aslında burada Müslüman ve ötekiler diye ayırım yapıldığı anlaşılmasın.
İnsan insandır, mazlumun dini yoktur mazlumdur.
Kim zulme uğrarsa uğrasın karşısında olmalıyız, hangi inanç adına zülüm yapılırsa yapılsın lanetlemeliyiz…
Peki, bu huzur nasıl sağlanacak.
Dünya nasıl huzur bulacak.
Doymayanlar doyunca mı hayır.
Küpler dolunca mı hayır.
Ancak insanoğlu fabrika ayarlarına dönünce,
Kullanma veya var olma kılavuzundaki tüm maddelere uyunca,
Anlaşılan bu arayış devam edecek.
Sancılar bitmeyecek.
Ancak Hakkın üstün olduğu bir dünya bu gezegenimize huzur getirebilir.
Çocukların gülmediği veya sadece mutlu bir azınlığın çocuklarının güldüğü bir dünya huzur bulamaz.
Birilerinin açlıktan yerde sürünürken birilerinin de göbeğinin yerlerde süründüğü bir dünya huzur bulamaz.
Haklının, hakkın değil güçlünün ve haksızlığın hâkim olduğu bir dünya huzur bulamaz.
Belirli bir zümre veya gizli yapının dünya insanını âdete kanını emerek sömürdüğü bir dünya huzuru bulamaz.
Ve Kur ‘ani Kerimin bu dünyanın, bilimin de bir gün ifade edeceği kıyamet sahnesi ile sonlanacak yaşamın korkunç sonucu… Ama biz daha bu mutlak sondan önce zaten insanlığa kıyameti yaşatıyoruz.
Korkunç son gelmeden gezegenimize huzurun getirilmesi tek amacımız olmalı değil mi?
Yoksa o korkunç son mutlak olacaktır.
Nasıl mı? Kısaca buyurun okumaya;
‘Güneş, dürüldüğü (ışığı giderildiği) zaman!
Ve yıldızlar, (karartılarak) döküldüğü zaman!
Ve dağlar, yürütüldüğü zaman!
Denizler, tutuşturulduğu zaman!
Gök, yarıldığı zaman!
Yıldızlar, (dökülüp) saçıldığı zaman!
Denizler, (birbirine) açıldığı (ve yeryüzü düzlenerek hepsi bir deniz olduğu) zaman!
Kabirler, alt üst edildiği (ölüler diriltilip çıkarıldığı) zaman!
(O gün) her nefis, neyi (yapıp) öne sürdüğünü ve (neyi yapmayıp) geri bıraktığını bilir’…
Huzurun olduğu ve güçlünün değil haklının ve hakkın hâkim olduğu, gözyaşlarının son bulduğu, kanların artık akmadığı bir dünyada yaşama dileğiyle…