GİRİŞ
Bundan önce Hz. Ali ile ilgili bazı makaleleri yayınladık. Bu makalemizde de “Hz. Muhammed (Sav.) Devrinde Hz. Ali” başlıklı bir makaleyi yayınlıyoruz. Bu yazımızda, onun Hz. Muhammed (sav.) dönemindeki hayatını kısaca anlatmaya çalışacağız.
HZ. MUHAMMED (SAV.) DEVRİNDE HZ. ALİ
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi Hz. Ali daha küçük bir çocukken Hz. Muhammed’in (sav.) himayesine verilmiş, onun aile terbiyesinde büyümüş, Kur’an ve Sünnet kültürüyle yetişmiştir. Hz. Ali’nin, Hz. Muhammed’in (sav.) vefatına kadar olan zaman diliminde yaşadığı ve şahit olduğu pek çok önemli olay vardır. Bunlardan bazılarını burada özet olarak kaydetmeye çalışacağız.
Hz. Ali daima Hz, Muhammed’in (sav.) yanında yer almış ve İslam’ı tebliğ faaliyetlerinde ona destek olmuştur.
وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
“Önce en yakın akrabalarını uyar ve sana tabi olan müminlere kol kanat ger”[1] ayetleri nazil olduğu zaman Hz. Muhammed (sav.) Hz. Ali’yi çağırarak ona, Allah’ın kendisine yakın akrabalarını Müslüman olmaya çağırmayı emrettiğini söylemiş ve yemekli bir ziyafet hazırlayıp akrabalarını bu ziyafete çağırmasını istemiştir. Bunun üzerine Hz. Ali, Hz. Muhammed’in (sav.) isteğine uyarak bir ziyafet hazırlamış ve akrabalarını bu ziyafete davet etmiştir. Hz. Muhammed’in (sav.) amcaları Ebû Talib (540-619), Hamza (ö. 4/625), Abbâs (ö. 32/653) ve Ebû Leheb’in (549-624) de aralarında bulunduğu kırk kişiden fazla bir akraba topluluğu Hz. Muhammed’in (sav.) evinde toplanmıştır. Yemekten sonra Ebû Leheb’in konuşması münasebetiyle Hz. Muhammed’in (sav.) arzusu gerçekleşememiştir. Bir süre sonra aynı gaye ile bir ziyafet daha hazırlanmış ve akrabalar tekrar yemeğe çağrılmıştır. Yemekten sonra Hz. Muhammed (sav.) bir konuşma yaparak akrabalarını İslam’a davet etmiş ve bu konuda kimlerin kendisine uyacağını sormuştur. Kimseden ses çıkmayınca Hz. Ali, “Ey Allah’ın elçisi! Ben senin vezirin olurum” demiştir. Bu durum karşısında duygulanan Hz. Muhammed (sav.) oradakilere dönerek, “Aranızdaki kardeşim, varisim ve halifem budur. Buna itaat edin!” demiş ve ondan sonra topluluk dağılmıştır.[2]
Her zaman ve her yerde Hz. Muhammed’e (sav.) destek olan Hz. Ali, ikinci Akabe biati esnasında şi’b denilen dağlık bir bölgede onun için gözcülük yapmıştır.[3]
Mekkeli müşrikler Müslümanlara karşı eza ve cefayı artırınca Hz. Muhammed (sav.), Müslümanlara Medine’ye hicret etmeleri için izin vermiş, Müslümanların çoğu Medine’ye hicret etmiş ve bunun neticesinde Mekke’de az sayıda Müslüman kalmıştı. Öyle bir noktaya gelinmişti ki, müşrikler Ebû Cehl’in tavsiyesi üzerine her kabileden birer kişiyi seçerek oluşturdukları grupla bir gece Hz. Muhammed’in (sav.) evine saldırarak onu öldürmeye karar vermişlerdi. Hz. Muhammed (sav.) müşriklerin bu saldırıyı gerçekleştireceği gecede Hz. Ali’yi çağırarak o gece kendi yatağında yatmasını istemiş ve aynı gece Hz. Ebû Bekir’le beraber Medine’ye hicret etmek üzere yola çıkmıştı. Tehlikeli bir durum olmasına rağmen o gece Hz. Ali, kendini Hz. Muhammed’e (sav.) feda etmeyi göze alarak onun yatağında yatmıştı. Evin etrafını kuşatan müşrikler, sabahleyin Hz. Muhammed’in (sav.) yerine karşılarında Hz. Ali’yi bulmuşlar ve bir nevi bozguna uğramışlardı. Hz. Ali ertesi gün, Hz. Muhammed’in (sav.) kendisine verdiği emanetleri sahiplerine vermiş ve ondan sonra Medine’ye hicret etmek üzere yola çıkmıştı. O, gündüzleri dinlenerek ve geceleri yürüyerek Medine’ye doğru yola devam etmişti. Nihayet Hz. Ali, uzun bir yolculuktan sonra Medine’ye varmıştı.[4] Hz. Ali, Hz. Muhammed’in (sav.) kendisine verdiği emanetleri sahiplerine verdikten sonra, onun kendisine verdiği emir uyarınca, Hz. Muhammed’in (sav.) kızı Hz. Fatıma, kendi annesi Fatıma ve yanındakilerle beraber Mekke’den ayrılarak Kuba’da Hz. Muhammed’e (sav.) yetişmiştir.[5]
İlmi kaynaklarda yer alan rivayetlere göre Hz. Ali, Medine’ye hicret ettikten sonra Hz. Muhammed’den (sav.) ayrılmamış ve onun katıldığı tüm savaşlara onunla birlikte katılmış, yalnız Tebuk seferinde Hz. Muhammed’in (sav.) emri üzerine ailesine bakmak üzere Medine’de kalmıştı.[6] Hz. Ali, vahiy kâtipliğini ve Hz. Muhammed’e (sav.) danışmanlık da yapmıştır. Ayrıca Hz. Ali, Hz. Muhammed’in (sav.) elçiliği görevlerinde de bulunmuştur.[7]
Hayatı boyunca Hz. Muhammed’den (sav.) ayrılmamaya, daima onunla beraber olmaya özen gösteren Hz. Ali, Hz. Muhammed’in (sav.) vefatında da ona olan bu yakınlığını sürdürmüştür. Konu ile ilgili kaynakların bildirdiğine göre Hz. Ali, Hz. Abbas (ö. 32/653), Fadl b. Abbas (ö. 13/634) ve diğer bazı yakınları Hz. Muhammed’in (sav.) cenazesini yıkama, kefenleme ve defnetme görevlerini beraber yerine getirmişlerdir. Rivayet edildiğine göre Hz. Muhammed (sav.) hastalığı sırasında Hz. Aliye, “Öldüğüm zaman, beni sen yıka!” demiştir. Bunun üzerine Hz. Ali, “Ya Rasulallah! Ben hiç ölü yıkamadım ki!” deyince, Hz. Muhammed (sav.) ona, “Yıkama işi sana hazırlanacak, kolaylaştırılacak” diye buyurmuştur. Hz. Muhammed (sav.) 11/632 yılında Rabiulevvel ayının on ikisi Pazartesi günü vefat edince, Hz. Ali eline bir bez bağladığı halde gömlek üzerinden Hz. Muhammed’in (sav.) vücudunu ovarak üç kere yıkamış, ondan sonra kurulayıp üç parçadan oluşan kefene sarmıştır. Hz. Ali, Hz. Muhammed’in (sav.) cenaze namazını kılmış, ondan sonra diğer Müslümanlar peyderpey onun cenaze namazını kılmaya devam etmişlerdir. Çarşamba gecesi yarılandığı sırada yine yakınlarının yardımı ile Hz. Ali, Hz. Muhammed’in (sav.) cenazesini kabre indirip defnetmiştir.[8]
SONUÇ
Hz. Ali, İslam tarihinde önemli bir yeri olan bir şahsiyettir. O, Hz. Muhammed’in (sav.) amcasının oğlu, damadı ve en yakın sır arkadaşıdır. Hz. Ali, Hz. Muhammed’e (sav.) ilk ilk inananlardandır ve onuna ile terbiyesinde büyümüştür. Ayrıca Hz. Ali, bugüne kadar bir yiğitlik, kahramanlık, dürüstlük ve zulme karşı meydan okuyan bir sembol olarak destanlaşmış bir şahsiyettir. Onun hayatından alacağımız çok ders ve ibretler vardır.
Herkese selam, saygı ve hürmetler.
Anahtar Kelimeler: Hz. Ali, Hz. Muhammed (sav.), İslam tarihi, dürüstlük.
[1] eş-Şuara 26/214, 215.
[2] İbn Ishâk, Siretu İbn İshâk, md. 189; et-Taberi, Târihu’t-Taberî, II, 62 vd.
[3] Takiyyüddin Ahmed b.Ali b. Abdülkadir el-Makrizî, İmtâu’l-Esmâ’, Katar tsz., s. 34.
[4] İbn Ishâk, Siretu İbn İshâk, md. 220; İbn Hişâm, es-Siretu’n-Nebeviyye, I, 482 vd.; İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübra, III, 21 vd.; el-Ya’kûbî, Tarihu’l-Ya’kûbî, II, 40 vd.
[5] el-Belâzûrî, Ensâbü’l-Eşraf, II, 346.
[6] Müslim, Fedâilu Ali, 1870, 1871; İbn Mâce, Fedâilu Ali, 42, 43; Belâzûrî, Ensâbü’l-Eşrâf, II, 93 vd.; et-Tâberî, Tarîhu’t-Tâberî, III, 103 vd.; İbn Hâcer, Tehzîbu’t-Tehzîb, Beyrut 1968, VII, 337.
[7] Ethem Ruhi Fığlalı, “Ali”, DİA, İstanbul 1989, II, 371-374.
[8] İbn Hanbel, I, 260; İbn İshâk, Sîretu İbn İshâk, IV, 312 vd.; İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübra, II, 278 vd.; Belâzûrî, Ensâbü’l-Eşrâf, I, 571 vd.; Mustafa Asım Köksal, İslâm Tarihi, İrfan Yayınevi, İstanbul 1978, XI, 98 vd.