Kur’an’da “salat” kelimesi birçok ayette geçmekte olup kelimenin değişik anlamları mevcuttur.
“Salât” kavramı “Allah’ı övmek, hayır dua etmek, namaz kılmak, namaz kıldırmak, destek olmak, motive etmek, kutsamak, Allah’ın bir kimseyi iyilikle kuşatması, Allah’ın rahmet ve bereketi, bereketin sarıp kuşatması, istiğfar, şeref, hayatının her anında Allah’tan yana bir bilinç ve duyarlılık içinde olmak vb.” gibi pek çok anlama gelmektedir.[1]
Kur’an-ı Kerim’de “salat” kelimesi bazı ayetlerde de “namaz, dua, istiğfar, Allah’ın rahmet ve bereketi” gibi manalarda kullanılmıştır.[2]
Kanaatimizce tüm dünyadaki İslam âlimleri “Hz. Peygamber’e salat-ü selam getirmek konusunda” şu sorulara mutlaka ikna edici cevaplar vermek zorundadır:
Acaba Hz. Peygamber’e salât-ü selamdan bahseden Ahzâb Suresi 56. âyette Yüce Allah ne demek istemiştir?
Yüce Allah’ın bu âyetteki gerçek muradı/maksadı/amacı/gayesi/hedefi nedir?
Bu ayetteki “salât” kelimesi nasıl anlaşılmalıdır?
Bu kelimeye bu zamana kadar “doğru anlam” verilmiş midir?
Salât-ü selam getirmekle ilgili bu zamana kadar yapılan uygulama doğru olmuş mudur?
Hz. Peygamber’e yapılması istenen “salât” ne ölçüde, ne kadar veya nasıl olmalıdır?
Kanaatimizce bu sorulara sağlıklı tefekkürle ve Kur’ân-sünnet ve sünnet-siret bütünlüğü içinde “ciddi ve kapsamlı değerlendirmelerle verilecek cevaplar”, “asırlardan beri devam eden yanlış bir uygulamayı” ortadan kaldırabilir ve yerine doğrusunu ikame edilebilir.
Bu âyete doğru mana verebilmek için öncelikle “âyetin nüzul ortamına” bakmak gerekir. Bu âyet inmeden önce Hz. Peygamber’in evlatlığı Zeyd b. Hârise, şiddetli geçimsizlik sonucu karısı Zeynep bnt. Cahş’ı boşamış, Hz. Peygamber de Yüce Allah’ın emriyle “evlatlığın boşadığı kadınla evlenilemeyeceğine dair köklü Câhiliye âdetini” yıkmak için Hz. Zeynep ile evlenmiş, bunun üzerine Medine sokakları “Muhammed, evlatlığının karısıyla evlendi” dedikodularıyla çalkalanmış ve Hz. Peygamber hakkında şaibeler üretilmişti.
Aynı şekilde o günlerde Hz. Peygamber’in genç eşi Hz. Âişe’ye iftira atılmış, (İfk hadisesinin yaşandığı o yıl Hz. Peygamber 58 yaşında, Hz. Aişe ise 22 yaşındadır) ve bu iftira üzerinden de Hz. Peygamber’e olan güven ve itibar sarsılmak istenmişti. Özellikle yahudi, hıristiyan, müşrik ve münafıkların azılı olanları bu iki konuyu sürekli gündemde tutarak Hz. Peygamber’i Müslümanların gözünden düşürmek için olağanüstü bir çaba sarf etmiş, sinsi faaliyetler yürütmüş, “bazı Müslümanlar” da maalesef bu dedikodulardan etkilenmiş ve Hz. Peygamber’in misyonundan şüphe duymaya başlamışlardı. İşte âyet, tam da böyle sosyo-psikolojik bir ortamda nazil olmuş, Yüce Allah, Peygamber’ine sahip çıkmış, Müslümanların da Nebî’ye sahip çıkmalarını ve onu desteklemelerini istemiştir. Âyeti birlikte okuyalım.
“Allah ve melekleri, Nebi’ye destek oluyorlar. O halde siz ey imana ermiş olanlar! Siz de O’na (maddî ve manevî) destek olun ve onun rehberliğine tam bir teslimiyetle bağlanın! ” [3]
Görüldüğü üzere âyette “Rabbin ve meleklerin Nebî’ye salât”ı ile kast edilen “Hz. Peygamber’e destek olmaları”dır. Aynı şekilde müminlerin de “salât”a teşvik edilmesiyle verilmek istenen mesaj, “sahâbenin de Hz. Peygamber’e yardımcı ve destek olmaları”dır. Bize göre âyet, Müslümanlara adeta şunu söylemektedir: “Ey Mü’minler! Nasıl Allah Teâlâ ve melekleri Nebi’ye destek oluyorlarsa siz de Resûlullah’a gerçek anlamda destek olun, onu yalnız bırakmayın, ona sahip çıkın, onun şerefini ve itibarını gözetin, üretilen dedikodulara inanmayın, şaibelere kanmayın, onun hakkında şüpheye/tereddüte kapılmayın, getirdiği vahyin ilkelerini hayata geçirmek için üzerinize düşeni yapın, gevşeklik göstermeyin ve onun rehberliğine tam anlamıyla/bütün kalbinizle/içtenlikle teslim olun!”
Görüleceği üzere âyetin indiği nüzul ortamı dikkate alınmaz, “çok anlamlı salât kelimesinin” sadece bir anlamı ön plana çıkartılır, diğer anlamlar göz ardı edilirse âyetin hiç kast etmediği sonuçlara ulaşmak kaçınılmaz olur. Kanaatimizce asırlardır devam ettirilen yanlış uygulamanın da temel sebebi budur. Zira bu zamana kadar yazılmış meal ve tefsirlerin kahir ekseriyetinde âyete şu mananın verildiği görülmektedir:
“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salat ederler. Ey Mü’minler! Siz de ona salat edin ve tam teslimiyetle selam verin.”
Görüldüğü üzere sebeb-i nüzul göz ardı edilince ve meseleye çok yönlü bakılmayınca, âyetteki “salât” kelimesi de yanlış anlaşılmış ve zamanla Hz. Peygamber’e “sözel olarak salât-ü selam getirmek”, bir başka ifadeyle “ona salât-ü selâm okumak” yeterli zannedilmiştir. Oysa âyeti böyle anlamak kesinlikle isabetli değildir. Zira böyle yapıldığında âyetin verdiği mesajdan/maksattan tamamen uzaklaşılmakta ve uydurma rivâyetlerin etkisine girilerek “âyetin hiç kast etmediği göstermelik işler” yapılmaktadır.
Bu itibarla bir kez daha vurgulayacak olursak âyette verilmek istenen mesaj şudur: “Allah ve melekleri, Nebi’ye destek oluyorlar. O halde, ey iman edenler! Siz de ona maddî ve manevî destek olun ve onun rehberliğine tam bir teslimiyetle bağlanın!”
Yani; müminler ayette de belirtildiği üzere Nebi’ye hem maddî hem de manevî destek olmak zorundadırlar. Ona “fiilî desteği” o dönemde sahâbe vermiştir. Ancak bugün Müslümanlar ona “manevî destek” verilebilir ki, bu da “onun örnekliğini ve sahih sünnetini yaşamak ve yaşatmakla, getirdiği vahyi tüm dünyaya tebliğ ve temsil etmekle, yeryüzünde barış ve adaleti sağlamakla, tıpkı onun gibi tüm insanların gönüllerini fethetmekle” mümkün olabilir. Bu “manevî destek”, Müslümanların Hz. Peygamber’e her gün belli miktarda “salat-ü selam okumaları” ile değil ancak “onun güzel ahlakını örnek almalarıyla” mümkün olabilir. Kaldı ki cihanşumül İslam’ın bu âyette verdiği mesaj, kıyamete kadar gelecek tüm müminleri kapsamaktadır. Yani onlar da Hz. Peygamber’in getirdiği bu vahyi tüm dünyaya tebliğ ve temsil etmekle mükelleftir ve bu, sözel/sayısal olarak okunan dualarla değil “mezkûr manevî destekle” başarılabilecektir.
Görüldüğü üzere âyetin indiği nüzul ortamı çok iyi tespit edilir, âyete doğru mana verilirse Yüce Allah’ın maksadı da anlaşılmış ve gereği yapılmış olur.
Bu bakımdan “salât” kelimesinin sadece bir anlamını ele alıp, “şiddetli zayıf ve uydurma rivâyetlerin de etkisiyle” zorâki yorumlara başvurmak yerine kelimenin diğer anlamlarına ve nüzul ortamına bakmak gerekir. Kur’an’ın esas vermek istediği mesaja odaklanmak, Kur’an’ın genel ilke ve maksatlarını hesaba katmak, doğru manayı bulup ortaya çıkarmak ve bunu da Müslümanların istifadesine sunmak icap eder.
Özetle, bu âyet-i kerimede “salât” kelimesine “destek olmak” manası verildiğinde bu zamana kadar yapılan yanlışlıklar giderilmekte, yaşanan problemler çözülmekte, Yüce Allah’ın muradı daha iyi anlaşılmakta, sahih sünnete ittiba etmenin önemi çok daha iyi fark edilmekte ve “sözel olarak belli sayıda salât-ü selam okumanın” doğru bir uygulama olmadığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Aslında bu âyetle Müslümanlar çok ciddi görev ve sorumluluğa davet edilmekte, ama onlar, bu vazifelerini savsaklamakta ve yükümlülük üstlenmekten ısrarla kaçınmaktadır. Dolayısıyla âyete bizim tercih ettiğimiz mana verildiğinde tüm Müslümanlar “bu ağır sorumluluğu üstlenmek ve aslî görevlerini yapmak” zorunda kalacaklardır. Ancak ne acıdır ki, Müslümanlara tarafımızdan yapılan “bu sorumluk çağrısı” çoğunun hoşuna gitmemekte, bu öneriyi ortaya atan kişiyi “eski köye yeni adet getirmekle” itham edip suçlamalarına ve “asırlardır yapılan yanlış uygulamayı terk etmeme konusunda inatlaşmalarına” yol açmaktadır. Oysa böyle bir tavır sergileyen Müslümanlar, “salâtı” yanlış anlayarak hem kendilerine hem gelecek nesillerine hem de İslâm’ın diriltici soluğuna muhtaç tüm insanlık âlemine yazık etmektedir.
Sonuç olarak, mezkûr âyette “Hz. Peygamber’e yapılması istenen salât-ü selamı” sadece “dile/söze/sayıya/lafza indirgeyip, onun getirdiği ilkeleri hayata geçirme konusunda pısırık, sünepe ve uyuşuk davranmak, bir türlü harekete geçmemek ve “salât (destek) görevini” tekrar “sözel dualarla” Yüce Allah’a havale etme kolaycılığına yeltenmek âyetin ruhuna/özüne/maksadına aykırı davranmaktır. Maalesef Müslümanların ekserisi, âyette verilen bu mesajı uygulamak ve sorumluluk almak yerine her zaman olduğu gibi işin kolayına kaçmış, belli miktar “sözel salâtü selam” okumayı yeterli görmüş, bu konuda hem Kur’an’ı hem de Hz. Peygamber’i yanlış anlamıştır. Üstelik kendilerini samimiyetle uyaranları dinlemek ve hatalarını düzeltmek yerine, görev ve sorumluluklarını duymak dahi istememiş, “manevî destek görevinden” kaçmış, bunların hatırlatılmasından rahatsızlık duymuş, sözel olarak salât-ü selam okumayı yeterli görmüş, üstelik böyle yaptıklarında hem Yüce Allah’ın hem de Resulünün sevgisini kazanacaklarını zannetmiş, kendilerini avutmuş, başkalarını yanıltmış ve hata ettiklerini de bir türlü kabul etmek istememişlerdir.
KAYNAKLAR
[1] Bkz. Râgıb, el-Müfredât, s. 421; el-Mu’cemu’l-Vasîd, I, 521.
[2] Bakara, 2/153, 157; Enâm, 6/72, 92, 162; Enfâl, 8/3, 35; Tevbe, 9/84; Ahzab, 33/43, 56.
[3] Ahzab, 33/56.