“İlla bağırıp çağıralım mı?” diye tehdit savuranlar…
“Benim vergimle maaşını alıyorsun.” diyerek elindeki yeşil kartı sallayanlar…
Büyük heveslerle başladığımız bu kutsal mesleği seçtiğimize bizi bin pişman edenler…
Hakarete uğrayan sağlıkçılar…
Tehdit edilenler, dövülenler, öldürülenler…
Tüm bu saldırıların sonunda dayanamayıp bu mesleği bırakanlar…
Depresyona girenler, intihar edenler…
Neler yaşamış şu bizim sağlıkçılar?
Ama salgının başlarında işler azıcık değişir gibi oldu. Artık kahraman olduk. Sonuçta tüm dünyanın yüreğini hoplatan sinsi bir düşmana karşı verilen savaşta ön cephedeyiz.
Salgınla mücadele sırasında sağlığımızı ve hayatımızı riske atıyoruz. Her gün karşılaştığımız mikropları ailemize bulaştırmaktan korktuğumuz için eve tedirgin gidiyoruz. Aylardır şöyle gönül rahatlığıyla çocuğumuza sarılamıyoruz. Eş, dost bizi endişeyle karşılıyor. Vebalıdan kaçar gibi kaçanlar var bizden.
Daha önce şiddet meraklısı hasta yakınlarına karşı kendimizi korumaya çalışırken şimdilerde virüse karşı kendimizi korumaya çalışıyoruz. Haliyle eldiven, maske, siperlik, önlük hatta bazılarımız özel tulumlar giyerek adeta astronot kıyafetleriyle görev yapıyoruz. Sadece maske takmaktan bunalan insanlardan ricam, gün boyu bu kıyafetin içinde çalışanların durumunu sadece bir dakika süreyle hayalinde canlandırmalarıdır.
Koronavirüs hastalarının bulunduğu bölgede koruyucu kıyafetleriyle sekiz saat çalışan sağlıkçıların bu süreçte doğal ihtiyaçları da var. Ama karınlarını doyurma, bir çay içme, hatta affedersiniz lavabo ihtiyaçlarını giderme gibi şeyler bu kıyafetin içindeyken pratikte zor olduğundan ihtiyaçları mümkün olduğunca asgariye indirip ertelemeye çalışıyorlar.
Ve insanlar bizim neler yaşadığımızı biliyor artık. Bu yüzden de yıllardır hakaret, tehdit ve şiddete maruz kalan sağlıkçılar için ibre tersine dönmüş durumda. Artık bu insanlar toplumun kahramanları. Yaşananları bir tür iade-i itibar olarak değerlendirebiliriz sanırım.
Saçlarını acil servislerde ağartan bir hekim olarak, bu kahraman ordunun bir neferi olduğum için ben de kendi payıma düşenden azıcık nasiplenmek istiyorum.
Tam ben böyle düşünürken tekrar şiddet haberleri ekranda boy göstermeye başlıyor. Başkentte yaşanan bir silahlı saldırıda hayatını kaybeden hastanın yakınları, hastaneyi adeta savaş alanına çevirince diğer hastalar ve sağlık çalışanları korku dolu anlar yaşıyor. Ve saldırganlar acil müdahale odasına girmeye çalışınca çalışanlar kendilerini korumaya çalışıyor.
Önlük, maske, eldiven ve boneleriyle kendilerine emanet edilen canları kurtarma mücadelesi veren sağlıkçılar bu sefer kendi canlarının derdine düşmüş, eline geçirdiği malzemelerle kapıya dayanmış, saldırganların içeri girmesini engellemeye çalışıyorlar. Amatörce kurulmuş barikatı izlerken gülsem mi ağlasam mı bilemedim…
Aradan çok geçmeden, yine başkentimizde bir başka büyük hastanede kargaşa yaşanıyor. Bu sefer sağlık çalışanlarımız deneyimli. Bir önceki olaydan öğrendiği şekilde kendi barikatlarını kurarak hayatta kalmaya çalışıyorlar. Ve haberler bunlarla sınırlı değil elbette.
Şiddete maruz kalmak her zaman ve her yerde kötüdür. Ama anne ve babanın besleyip büyüttüğü yavrusu tarafından şiddete maruz kalması daha acıdır. Bir öğretmenin eğittiği öğrencisi tarafından şiddete maruz kalması da öyle…
Ve insanları hayatta tutmaya çalışırken, yaralarına merhem olmaya çalışırken şiddete maruz kalmak da biz sağlıkçıların ruhuna ağır geliyor. Hele bir de korona salgınında ölümcül riskleri göze alarak, zor şartlar altında bu görevi yaparken…
Şiddetin tamamen bitmesiyle ilgili çok ümitli değiliz ama en azından azalması umuduyla diyelim.
Kalın sağlıcakla…