Bir önceki yazımda tevhidin sosyal hayattaki tezahürü hakkında bir analiz yapacağımı ifade etmiştim. Tevhit ilkesinin akidevi bir yapı kazanması, bunun da bir tür inanç sözleşmesi kabul edilmesi, bu inancın da toplumsal sözleşme haline dönüştürülmesi, Peygamberimiz döneminde de sosyal hayata yansıtılması, saadet asrında tevhit ilkesinin pratik bir göstergesi olsa gerektir.
Bu tevhit ilkesinin tarihteki sosyal hayata yansımalarına gelince; kadın ile erkek, emek ile sermaye, zengin ile fakir, işçi ile işveren, devlet ile vatandaş, efendi ile köle gibi insan olma özelliğinden kaynaklanan, doğuştan kazanılmış ve devredilemez haklarımıza, adil ölçüde yansımış olduğu görülmektedir. Sonuçta tevhit ilkesinin sosyal ve iktisadi hayatımızda da pratiğe yansıtılarak, terazide tarafların kefelerinin denk tutulmuş olduğunu da görmekteyiz. Doğrusu tevhit ilkesiyle Allah’ın yeryüzüne vermek istediği düzene bir davet olduğu ve bu davete icabet edildiği pratikte görülmektedir. Bu manada Allah’ın davetiyesini alabildik mi? Davete icabet edebildik mi bilemiyorum. Bu bağlamda tevhidin sosyal hayatımıza yansımalarına bir göz atmamız gerekmektedir.
İslam’ın tevhit ilkesinin sosyal hayatımıza yansıması nedir? Bu tevhit ilkesinin pratiğe yansıması nasıl anlaşılmalıdır? Kavramlar savaşının tevhit kavramı üzerinden de yapıldığını görmekteyiz. Anaların hür olarak doğurduğu insanlar, özgürlük libasın giymeleri gerekirken; kölelik libasını neden giysinler. Tarihten günümüze özgürlük ve kölelik savaşı verilirken; bu savaşı vahyin tevhit ilkesi bitirmiştir. Köleliğe tevhit ilkesiyle son verilmiştir. Anaların hür olarak doğurduğu insanları, kapital güç hâkimiyetiyle tekraren köle dönemine sürüklemek isteyenler de bulunmaktadır.
Sosyal hukuk alanında tevhit ilkesinin pratiğe yansıması, yukarıda bazısını saydığımız hakların, terazinin taraflar arasında biri lehine, diğerinin aleyhine tutulmayıp denk ve adil tutulması kastedilmektedir. Desene çözümün dün olduğu gibi bugün de odak noktasını TEVHİD oluşturmaktadır. Yoksa hayatta bir şeylerin düzelmesini istemiş olsak da boşuna yoruluruz. Sonuçta tevhidin sosyal gerçekliğine isyan etmiş oluruz. Oysa tevhit, Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, topyekûn sulh ve selamete girin gibi sosyal güvenliğe çağrı yaptığı da bilinmektedir. Bugün bizler, ibadet alanında şeklen tevhidi sağlasak da sosyal alanda tevhidi sağlayamadık. Sosyal hukuk alanında tevhidin şartları ve bileşenlerini idrak edemedik. Bulanık suda balık avladık, gül olmayan yerde bülbül olduk. Güllere baykuş konmuş, buralardan git bülbül denilmiş gibiyiz.
Binaenaleyh tevhit, ulûhiyet olarak Allah’ı birlemek yanında rubûbiyet olarak da sosyal hayatın ilkelerini birleştirmek anlamına gelmektedir. Yoksa Ebu Cehil dâhil ulûhiyet / birlik manasında tevhide inanırken; rubûbiyet manasındaki tevhidi inkâr ettiğinden kâfir sayılmıştır. Rubûbiyet manasındaki tevhidi ilke ve bileşenleri, sosyal hayatımızı da düzenlemektedir. Bu bağlamda İslam dini adeta bir denge, terazi ve tevhit dinidir. İslam’ın bu tevhit ilkesi, sosyal hayatın kamu ve özel hukuk alanını da kapsamaktadır. Elbette ki kamu ve özel hukuk alanında ilkesel bazı farklılıklar da bulunmaktadır.
Sosyal hukuk alanında tarafların biri aleyhine, haksız kazanç ve iktisadi sömürü de tevhidin denklik ve eşitlik ilkesine isyan sayılmıştır. Öyle ki iktisadi hayatımızdaki riba sosyal hayatımıza ve kamu düzenimize bir savaş ilanı olarak görülmüştür. Tevhidin, sosyal hukuk alanındaki şartlarının, sosyal hayata getirdiği riba yasağı ile insanların emeklerinin sömürülmesine hararetle karşı çıkılmıştır. Öyle ki insanların mazlûmiyet ve mağduriyetinden istifade edilerek haklarının çiğnenmesine ve sömürülmesine şiddetle karşı durulmuştur. Böylece İslam’ın iktisadi alanda sömürü düzenine karşı yapılmış en ciddi şer’i hukuki düzenleme riba yasağı kabul edilmiştir.
İslam’ın tevhit sancağı düşerse, toplumsal inanç sözleşmesinin birlikte yaşam projesi yozlaşır, insanlar tekraren gerisin geri köleliğe esir düşebilirler. Sonuçta tevhidin akidevi sözleşmesi yozlaşırsa, insanlar sömürüyle karşı karşıya kalabilirler. Bunun için İslam’ın getirdiği kardeşlik ilkesi bir çimento görevi yapmıştır. Bu kardeşlik çimentosu tevhit suyuyla yoğrulmuştur. Bu kardeşlik ve tevhit projesinin pratiğe yansıtılmasıyla, sosyal adalet ancak mümkün olabilmiştir. Müslümanlar sosyal hayatta temel ilke birlikteliğini ihmal ettiklerinden, tek kanatlı kuş misali uçamamış, odunsuz sobalarını yakamamış, kışta kalıp üşümüşlerdir. Kardeş, kardeşin yüzüne bakamamıştır. İslam, sosyal hukuk alanında tevhit mührüyle, kardeşlik ilkesini devreye sokmuş, kardeşi kardeşin yüzüne bakabilecek dengeyi de kurmuştur.
Bugün Müslümanlar, dünya menfaatleri olan çakıl taşları yani mal ve mülklerini, sahte çimento ve yanlış tevhit algısıyla yoğurup adeta kapitalist bir yola bilmeden sapmışlardır. Kapitalist bir yola sapılınca, ulvi gayelerini terk etmişlerdir. Zamanla kapitalistlerin piyasa İslam’ı oluşmuş, sömürü düzenlerine tekrar gerisin geri dönmüşlerdir. Sözleriyle mal ve mülkün Allah’ın olduğunu ifade etseler de mal biriktirme yarışına girmişlerdir. Abdestli kapitalizm denilebilecek cari bir İslam algısının oluşmasına da sebep olmuşlardır.
Sonuçta Müslümanlar, kapitalist bir düşünceyle kardeşlerini ve ulvi gayelerini unutarak, kendi ve nesillerinin yarınlarını düşünmeyi öncelemişlerdir. Yarın mağdur ve mazlum duruma düşmemeleri için güç gördükleri kapital silahını biriktirme savaşı vermişlerdir. Öyle ki Allah yarattığı her canlının rızkını verecektir, inanç akidesine de isyan etmişlerdir. Oysa İslam, bu algının çözümünü kardeşlik ve tevhit silahıyla çözmüştür. Bu iki ilkenin yozlaştırılması ile tekrar sömürü düzenlerini kurmuşlardır. Para ve aşiretleriyle güç elde edip haksızlığa ve sömürüye imza atanlar, sözleriyle tevhidi haykırsalardı pratikte tevhide kurşun sıkmışlardır. İnsanlığın fesadına zemin hazırlamışlardır. Kamu düzenine savaş ilan etmişlerdir. Keza ideolojik güç odakları hukuki mücadele değil de leş mücadelesi veriyorlarsa; iç düşman olduklarından, dış düşmandan daha da tehlikelidirler.
Sosyal hayatta her birey adeta mal ve mülk biriktirme savaşı vermektedirler. Her birey adeta bin yıl yaşasa malı kendisine yettiği halde güç elde etmek için mal biriktirme sevdasına düşmüşlerdir. Müslümanların, bu yarınlar endişesinin yok edilmesi için toplumsal bir proje üretmeleriyle mümkün olabilir. Bu da ancak kapitalizme isyan edip tevhidi ilkeyi tekraren hâkim kılmakla mümkün olabilir. Yani tevhidi ilkenin sosyal hayatımızda kurumsallaştırılarak inşa edilmesinden geçmektedir. Bu da bireysel sorumlulukların ve gelecek endişelerinin yok edilmesi için tevhit ilkesiyle her bireyin istisnasız toptan yeniden sigortalanması demektir. Tarihten günümüze devletler her doğan insanın yarınları konusundaki endişelerine (barınma, büyüme, beslenme ve üremeleri) teminat veremediğimiz için her birey kendi başlarının çaresine bakmışlardır. Sonuçta farkında olmadan kapitalist bir yola sapmış oldukları görülmektedir. Topyekûn sulh ve selamete girmeleri gerekirken; bireysel kurtuluş yolunu seçmişlerdir. Oysa devlet, her doğan insanın yaşam güvencesini yani sosyal güvenliğini temin etmekle yükümlüdür. Yoksa nasların emirleri sözde kalmış, pratiğe yansımamış olacaktır.
Hani komşusu aç gezerken; tok yatan bizden değildi. Hani şarttaki Müslümanın ayağına diken batsa garptaki Müslümana acısın duyacaktı. Fırat ve Dicle kenarında kurt koyuna saldırırsa, devlet başkanı sorumlu olacaktı. Bugün mağdur ve mazlumlar dâhil sığınacak bir liman tutunacak bir dal aramaktadırlar. Sosyal güvenlik hakkı, bir insan hakkı olmalıdır. Doğuştan hak edilmiş sosyal güvenlik hakkı insafa bırakılmamalıdır. Klasik dönem yardım tekniği ile insanların onurları kırılmamalıdır. Bu problemlere acilen çözüm üretilmelidir. Bugün sosyal güvenlik sistemi yeniden yapılandırılmalı, mağdur ve mazlum insanlar için bir sığınak ve bir kale yapılmalıdır. Aksi takdirde bazı insanlar sosyal hayatta tehlikede / cehennemde yaşarken; bazıları ise cennette yaşamaları, mağdur ve mazlumların cennetlerini de sadece ahirete tahsis etmeleri, sorumluluktan kaçmak olacaktır. Bugün devletler ciddi sosyal güvenlik sistemlerini kuramaması ve kurumsallaştıramaması bu felaketi daha da artırmıştır.
Öte yandan İslam dünyasının felaketi, bu kapitalist zihniyetin mal biriktirme ve güç elde etme yarışı adeta inanç meselesi haline dönüşmesi daha da ürkütücüdür. Kapitalist Müslümanların yarınlar endişelerinin önü derhal kesilmelidir. Tevhit ilkemize savaş açan kapitalizm atı derhal bağlamalı ve dizginlenmelidir. Bunun için devletimizin sosyal güvenlik teşkilatını merkezden taşralara kadar acilen yapılandırması gerekmektedir. Müslümanların fon kaynaklarını sosyal güvenlik alanında tekraren işlevsel hale sokmalıdır. Fon kaynaklarının israfına son verilmelidir. Bu fon kaynaklarının mağdur ve mazlumlar için işlevsel hale getirilmelidir.
Her doğan insanın can güvenliği dediğimiz (barınma, beslenme, büyüme ve yuva kurma gibi) teminatlar, her vatandaş için sağlanmalıdır. Her insan sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınmalıdır. Doğuştan kazanılmış olan sosyal güvenlik hakkının, bir insan hakkı olduğu ilkesi pratiğe sokulmalıdır. Bu hakkın icrası devletin asli görevi sayılmalıdır. Kurumsallaşma ile incitici ve onur kırıcı klasik yardım dönemine son verilmelidir.
Böyle bir kurumsallaşma ile ancak Müslümanlar, kapital / mal biriktirme sevdasından ve cari İslam anlayışından vaz geçebilirler. Kapitalist Müslümanların yarın endişeleri ancak ıslah edilebilir. Yine de kapitalizme postu atanların adil bir vergilendirme yoluyla sosyal adaletin teminine de çalışılmalıdır. Sonuçta sosyal hayatta bireyi esas alan yapılanmadan ziyade, toplumu esas alan tevhidi ilkenin hâkimiyetine derhal geçilmelidir. Medine’de kurulan Medine site devletinin yapısı bu bağlamda örnek alınabilir. Aksi takdirde Müslümanlar kardeştir ilkesi sömürü aracı olarak kullanılan bir silah haline dönüşmüş olabilir.
Bilindiği gibi tarihte Peygamberin (sav) en önemli sosyal siyasetlerinden biri de tevhit ilkesinin icrası konusunda kardeşlik projesi olmuştur. Üst kimlik olarak ancak MÜMİNLER KARDEŞTİR, üst çatı projesiyle, birlikte yaşam ilkesinin temelleri atılmıştır. Bu kardeşlik projesinin icrası ilk önce Ensar ile Muhacir arasında yapılmıştır. Sosyal şartlar bunu zorunlu kılmıştır. Böylece tevhidin temelleri ilkesel olarak atılmıştır. Kurumsallaşmaya geçilmiştir.
Bu tevhit ruhu, Medine toplumunun öz-güvenini de artırmıştır. Öyle ki birey ve toplumların öz-güvenleri canlı tutulursa, birey ve toplumlar sıçrama sağlayabilir. Bugün de biz devlet olarak aynı noktadayız. Toplumsal dönüşüm ve sıçrama eşiğindeyiz. Şayet toplumsal tevhit sağlanıp liyakat ve adalet esas alınabilirse, kabuk değişimi gerçekleşebilir. Yoksa baharı özlerken, yazı beklerken, kışta buluşuruz. Rabbim mazlumların hürmetine, Türkiye Cumhuriyetini ve halkını, boynu bükük koymasın. AMİN.
Tevhidin kudret vaktinin gerçekleşmesi için kardeşlik projesi icraata sokulmuştur. Bu proje dünya nimetlerini ûlvî gayeler uğruna feda etme projesidir. Bir paylaşım ve bölüşüm, bir cehalet ve hukuk mücadelesi projesidir. Öz de ise dünyada adaleti ifa projesidir. İnsan olma, insanca onurlu yaşama projesidir. Bu proje ülvî gayeler uğrunda, dünya nimetlerinden birlikte istifade etme projesidir. Bu proje, tarihte en manidar bir ses, bir çağrı olmuştur. Bu kardeşlik projesiyle, hak etrafında güç elde eden Müslümanlar, adeta çağa ve insanlığa örnek olmuşlardır. Ebedi nimetleri, geçici nimetlere tercih etmişlerdir.
Bu projeyle, adeta malı olan malını, canı olan canını üst üste koymuştur. Günümüz Müslümanlarının kurtuluş reçetesi de bu temel esas / ilkeyi anlamada yatmaktadır. Bugünün Müslümanları, (içinde bulundukları durumu da dikkate alarak) belki de beş veya on yıllık tevhidin din kardeşliği projesini pratiğe sokmalıdırlar. İslam kültür tarihinde yürürlüğe sokulan bu ilkeye, günümüz dünyasında daha çok ihtiyaç bulunmaktadır. Bu projenin pratiğe sokulmasıyla, İslam’ın önerdiği ADİL BİR DÜZEN kurma hedefinin gerçekleştirilmesi, toplumsal bütünleşmenin sağlanması için ciddi bir taban oluşturabilir.
Bu tevhit ruhuyla tarihte Müslümanlar, fitne ve fesatları ortadan kaldırmışlar, “SIRATI MÜSTAKİM” olan ana yola / otobana çıkmışlar ve yürüyüşlerini öyle sürdürmüşlerdir. Sıratı müstakim yolundan sapmış bir milleti tekrar sıratı müstakim yoluna çağırmak ancak tevhit ile mümkün olabilir. Bugün de güçlü bir çağrıya güçlü bir sese hararetle ihtiyacımız bulunmaktadır. Yoksa biz bu dünya hayatına mı razı olduk bilemiyorum? Vay kıyametimiz kopmuş desene…! Saygılarımla.