Olay başkentimiz Ankara’da geçiyor. Gecenin bir vaktinde, bir kadının doğum ağrıları başlıyor. Eşi 112’ye telefon etmek yerine, hemen yan komşusuna haber veriyor. Hep beraber arabaya doluşup, hastanenin yolunu tutuyorlar. Arabanın içinde, doğum yapacak olan kadının ağrı nedeniyle şiddetli feryat figan tarzı bağırmaları. Şoför bunun üzerine gaza bastıkça basıyor. Alınamayan bir viraj, atılan taklalar. Yoldan geçen birileri haber veriyor, kaza oldu diye. Kısa süre içinde, yaralananları ambulansa atıp hastaneye getiriyorlar.
Şoför, çoktan ölmüş, gebe şok durumunda, eşi ise komada.
Kadında, travmaya bağlı asetabulum ve femur başı kırığı saptanıyor. Bunlarda aşırı kanama olabilirmiş, oluyor da. Hasta giderek hemorajik şoka giriyor. Çocuğun kalp seslerinin bozulması üzerine, hasta acil sezaryene alınıyor. Genel cerrahlar da bakıyorlar, karında başkaca kanama odağı yok, dalak ve diğer organlar sağlam.
Pıhtılaşma faktörlerinin aşırı harcanmış olması nedeniyle, çocuk doğurtulduktan sonra, rahimdeki kanama durmuyor, acil karar verilerek rahim alınıyor. Çocuk, doğduktan kısa bir süre sonra maalesef ölüyor. Anne ise halen yoğun bakımda, hayata tutunmaya çalışıyor. Doğrusu yaşam savaşı veriyor. Verilen kanın sayısı belli değil. Hiç istemem ama, eğer anne ölecek olursa, Sağlık Bakanlığı mortalite toplantılarında, 06… numara ile önümüze geldiğinde tartışacağız.
İnsan söylemeden edemiyor. Be kardeşim, ülkemizde son derece düzgün işleyen, 112 acil ambulans servisi var. Ambulansların içinde, vardiyalı olarak 24 saat devamlı görev yapan çok deneyimli sağlık elemanları var, ayrıca deneyimli şoförleri var. Ne diye onlara haber vermeyip komşunun arabasıyla gidiyorsun. Üstüne üstlük, bir de kaza yapıp ölümlere neden oluyorsun.
Burada, olayımızda hastaya yapılan tedavileri tartışmamız doğru olmaz. Benim üzerine durmak istediğim, araba içindeki iç ortamın, dışarıdaki trafik ve yol ortamının önünde gelmesidir. İçeriden bağıran bir gebe var diye, kuralları çiğnemek bahasına süratli gidildiğinde olanlar meydanda. Kazaların pek çoğu, hasta taşırken, gelin ve asker yollama konvoylarında ve maç sonralarında olmuyor mu?
Eğer arabadaki iç ortam, dış ortamın üzerine çıkarsa, işte olanlar meydanda.
Bunu sadece trafikteki araç olarak düşünmemek lazım. Ev, spor kulübü, köy, semt, kasaba, hatta ülke olarak da düşünmek lazım. Sadece içeriye bakıp, dışarıyı düşünmeden, biz istediğimizi yaparız mantığıyla hareket ederseniz, bir gün arabayı duvara toslayıverirsiniz. Örnek mi, çok.
Ev mi, işte basılan hücre evleri, iş yerleri. Ortaya çıkarılan yasa dışı işler. Bulunan uyuşturucu, silah, molotof kokteylleri. Çalınmış araçlar, say say bitmiyor. Kanunsuz, kaçak yapılan gecekondular, semtler, yıkılan binalar, olaylar olaylar. Spor kulübü mü, en yakın örnek olarak, güzide spor kulüplerimizin başına gelenler. Ülke mi, en yeni örnekler, Mısır, Libya, Tunus ve diğerleri. Hatta, Irak ve Suriye’yi bile sayabiliriz.
Eğer, geçmiş dönemde, Irak diktatörü Saddam, başkalarının dolduruşuna gelip de Kuveyt’e saldırmasa idi. Yani, içerideki gücüne bakıp, büyük güçlerle gereksiz dalaşmaya girmese idi, bugün ne ülkesi işgale uğrar, ne de iki milyon günahsız yitip giderdi.
Evde, içeride dışarıda, trafikte, her nerede olursanız olun, içeriyle dışarının dengesini iyi kuranlar, hayatta çoğunlukla daha başarılı oluyorlar. Görünür, görünmez kazalara uğramıyorlar.
Trafik kazası, kalp krizi, doğum, ev kazası, her ne olursa olsun, herhangi bir acil durumda, vakit geçirmeden 112’ye telefon edip, öncelikle onlardan yardım beklemeliyiz. Bir doktor olarak, temel ilk yardımın dışında, bir vatandaş olarak, yaptığımız yanlış müdahale ile kendimiz başka sorunlara neden olmamalıyız.
Önce zarar verme! İşte işin, özü özeti bu.