Kur’an-ı Kerim’in şu ayeti, ifade özgürlüğü açısından oldukça anlamlıdır: “Onlar, sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar…” (39 Zümer 18).“Sözü dinleyip en güzeline uyma” gerçeği, tek sesin hâkim olduğu bir toplumu değil, aksine pek çok sesin işitilebildiği, pek çok sözün dinlenebildiği bir toplumu realize eder.[1] Öyleyse Kur’an’ın öngördüğü toplum tek sesli değil, çok seslidir. İdeal manada hidayete ermenin de böyle bir ortamda gerçekleşebileceği vurgulanmaktadır. Zira bir düşüncenin haklılığı, diğer bütün alternatif görüşlerin ortaya konulup savunulduğu özgür bir ortamda açıkça ortaya çıkar, anlaşılır. Kur’an-ı Kerim, evrensel bir ilke olarak “Dinde zorlama yoktur.” (2 Bakara 256) derken, hemen ardından hak ve batılın açıkça ortaya çıktığını ve sorunun serbest bir seçim ve tercih sorunu olduğunu eklemektedir. Nitekim hakkın temsil edildiği “en güzel söz”ün yani söylemin seçilebilmesi için diğer bütün söz ve söylemlerin kendilerini ifade edebilecekleri özgür bir ortama atıf yapılmaktadır. Demek ki haklı bir mesajın kitlelerin bilincinde kökleşebilmesi için, diğer tüm öğreti ve görüşlerin kendilerini özgürce savunabilecekleri ve arada sağlıklı bir mukayesenin yapılabileceği bir ortamın oluşmasını sağlamak esas olmalıdır.
Eğer konuşma özgürlüğü bastırılır ve sıkıdüzen altına alınırsa, sonuç ortamın aptallara, yaltakçılara, içtenliksiz ve duyunçsuzlara kalmasıdır. Dahası özgürlük, doğal ve toplumsal bilimlerde ilerleme için saltık olarak zorunludur. (Copleston Frederick, Felsefe Tarihi Spinoza,Çev. Aziz Yardımlı, İdea İstanbul tsz., IV, b, s.59).
Öyleyse herkesin menfaati, bütün fikir ve kanaatlerin serbest bir münakaşa meydanında, serbestçe ortaya dökülüp çarpışmasında ve elenmesindedir. Bu sayede çarpışan fikirlerden çürükleri düşecek, sağlamları ve kalburüstü kalanları da gün görüp insanlığa hizmet edecektir. (Başgil Ali Fuad, Din ve Laiklik, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1998, s.148).
İslam’da ifade hürriyeti, şura müessesesinin tesisi ile daha çok teşvik edilmiştir. Bu müessesenin asıl gayesi, her meseleye en iyi çözümü bulmak için insanları, değişik konularda görüşlerini ifade etmeye bir çağrıdır. Hz. Peygamber’den bile önemli meselelerde, ashabına danışması istenmiştir. (Bk. 3 Al-i İmran 159).Müslümanlar, olaylar hakkında, birbirlerine danışarak karar veren bir ümmettir. “Onların işleri kendi aralarında danışmak suretiyledir…” (42 Şura 38).
Hz. Peygamberin mescidi, ifade özgürlüğünün çok güzel örneklerine; ilahiyat ile ilgili tartışmalara, dini-siyasi müzakerelere, antlaşmalara, edebiyat ve şiir yarışmalarına sahne olmuştur (Ayrıntılı bilgi için bk., Vecdi Akyüz-Editör, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, IV, 192-195).
İslam toplumunda, ifade özgürlüğünün sağlandığı ortamlarda hür ve oldukça itibarlı fertler yetişmişlerdir. Mü’minlerin Emirine korkmadan, çekinmeden, açıkça ve herkesin huzurunda “Eğer sende bir eğilme görürsek, onu kılıçlarımızla doğrulturuz.” diyebilen bireyler ortaya çıkmıştır. Minberde hutbe okuduğu bir sırada Halife’ye itiraz eden; ondan, taraftarlarından ve kabilesinden korkmadan ve gözünü kırpmadan hakkı ilan eden kadınlar yetişmiştir.[2] Bir fert ki, sosyal yardım fonundan vatandaşın hakkını bir müddet geciktiren Muaviye’ye, hutbe okuduğu esnada: “Bu mallar ne senin, ne babanın ve ne de ananındır” diye itiraz eder, Muaviye ise sinirlenmesine rağmen hiçbir şey demez, minberden inerek öfkesini dindirmek için boy abdesti almak üzere doğruca evine gider ve sonra geri gelerek: “Ebu Müslim (olayın kahramanı) doğru söylemiştir. Bu mallar gerçekten ne benim babamın ve ne de anamın alın teri değildir. Gelin, onları alın.”der (Yusuf Karadavi, İslam Hukuku, s.88-89).
Düşünce ve ifade hürriyeti; hem büyük düşünürler yetiştirmek, hem de normal insanların fikren ulaşma kabiliyetinde oldukları çıtaya varabilmelerini mümkün kılmak için zorunludur. Umumi bir fikir esareti havası içinde münferit büyük mütefekkirler çıkmıştır ve yine de çıkabilir. Lakin bu hava içinde işlek kafalı bir halk hiçbir zaman mevcut olmamıştır, ne de olacağı vardır (Mill John Stuart, Hürriyet, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Çev. Mehmet Osman Dostel, İstanbul 1997, s.61-64).
Dört önemli gerekçe, ifade özgürlüğünün insanlığın fikri saadeti için ne kadar elzem olduğunu ortaya koyar:
Birincisi; susmaya mecbur edilen fikir, bizim kesin olarak bilebileceğimiz şeylere rağmen doğru olabilir. Bu ihtimali düşünmemek yanılmazlık taslamaktır.
İkincisi; susturulan fikir yanlış dahi olsa, onda kısmi bir hakikat bulunması mümkündür. Nitekim pek çok defa da bulunur ve mademki herhangi bir mevzuda umumi olan veya üstün gelen fikir nadiren hakikatin tamamı olur, o halde hakikatin geriye kalan kısmının tamamlanması ihtimali, ancak aykırı fikirlerin çarpışmasıdır.
Üçüncüsü; müsellem sayılan fikir yalnız doğru değil, aynı zamanda gerçeğin bütünü bile olsa, ona kuvvetle ve ciddi olarak itiraz edilmesine katlanılmadıkça ve bilfiil itiraz olunmadıkça, o fikre, onu müsellem diye anlayanların çoğunca, makul sebepleri pek az anlaşılarak, bir peşin hüküm tarzında inanılır.
Dördüncüsü; asıl doktrinin kendi manası da kaybolma, zayıflama ve insan karakteri ile hareket tarzı üzerindeki hayati tesirinden mahrum olma tehlikesine düşer (Mill John Stuart, Hürriyet, s.100-101).
Münakaşa olmayınca yalnızca fikrin delilleri değil, aynı zamanda pek çok kere, fikrin bizzat manası dahi unutulur. Onu ifade eden kelimeler artık o fikirleri vermez olurlar, yahut başlangıçta ifadesinde kullanıldıkları fikirlerin yalnız küçük bir kısmını verirler. Berrak bir anlayış ve canlı bir inanma yerine, sadece papağan gibi ezberlenmiş birkaç söz kalır; yahut mananın -o da kalırsa- yalnız dış kabuğu ve süprüntüsü kalır, güzel özü kaybolur (Mill John Stuart, Hürriyet, s.74).
[1] Bu yazının hazırlanmasında, “Kur’an’a Göre Özgürlükler ve Kader” isimli çalışmamızın ilgili bölümünden yararlanılmıştır.
[2] Hz. Ömer ile bir kadın arasında yaşanan hadise, fikir açıklama hürriyetinin genişliğini en iyi şekilde açıklayan bir olaydır. O, bir defasında hutbe irad ederken, mehirlerin arttırılması aleyhinde bulunmuş ve sınırlandırılmasını istemiştir. Caminin en gerilerinde bulunan bir kadın ona cevap vererek, hareketinin Kur’an hükümlerine aykırı olduğunu söylemiş ve ona Nisa Suresi’nin şu ayetini okumuştur: “Bir eşi bırakıp yerine bir başka eşi almak isterseniz, onlardan birine (öncekine), yüklerle (mal ve para) vermiş olsanız bile ondan hiçbir şey almayın. Ona iftira ederek ve apaçık bir günaha girerek verdiğinizi alacak mısınız?” (4 Nisa 20) Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle demiştir: “Kadın isabetli konuştu, Ömer ise hata etti.” Bu olayda dikkatimizi çeken bir önemli husus da şudur: ‘Kadının sesi avrettir’ diyerek konuşma özgürlüğünü ilahi müsamahaya rağmen kısıtlayanlar hata etmektedirler. Çünkü caminin en gerilerinde bulunan bir kadının sesini işittirecek derecede itirazda bulunmasının başka bir izah tarzı olmasa gerektir. (Bk., Muhammed Hamidullah, İslam Anayasa Hukuku, Editör: Vecdi Akyüz, Beyan Yayınları, İstanbul 1998, s.30-32; Yusuf Karadavi, İslam Hukuku, Ma’rifet Yayınları, Terc. Yusuf Işıcık-Ahmet Yaman, İstanbul 1997, s.88-89; Armağan Servet, İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, s.122).
2 yorum
Hocam Ellerinize Saglık Güzel Makale Olmuş Detaylı
Teşekkür ederim kıymetli hocam, hayırlı çalışmalar dilerim.